20 Temmuz 2013 Cumartesi

Bir zamanlar LİNÇÇİ olmayan E. Timur'un yaklaşık altı yıl önceki yazısı

Oyun'un birinci notu: www.tiyatrom.com, kopyalanmasını (başka sitelerde yayınlanmasını istemediği) yazılarına şöyle bir engel koyuyor: 

"Lütfen kopyalamayınız Link vermek için birebir kopyalamanız gerekmez Link için sayfa adresini adres satırından alarak başlığa link verebilirsiniz.. Teşekkür."

Timur'un yazısında böyle bir "engel" bulunmadığı için yayınlamıştık!...

Oyun'un ikinci notu: Yukarıdaki notumuzla birlikte yayınladığımız aşağıdaki yazıya, saatler sonra, www.tiyatrom.com aynen şunu ekledi: 

"Lütfen kopyalamayınız Link vermek için birebir kopyalamanız gerekmez Link için sayfa adresini adres satırından alarak başlığa link verebilirsiniz.. Teşekkür." 

Bu arada, biz de koşulumuzu aktaralım: Her kim ki, bizim yazılarımızı yayınlamak isterse, anlamını bozmadan, dilediği biçimde yayınlayabilir!

***

Oyun'un üçüncü notu: Aşağıdaki yazının bol kepçe kullanılmış miktardaki bâriz yanlışlarını düzelterek yayınladık. Yazının anlaşılmaz derecedeki özgün hâlini okumak isteyenler, aşağıdaki linke tıklayabilir!

***

4 Kasım karanlığa karşı ışık eylemi ve sahne ışıklarının kör ettikleri

A. Ertuğrul Timur
12 Kasım 2007

Çoktandır kendi sitemde yazmıyordum. Ama bu www.tiyatrom.com'un müdavimleri için şaşırtıcı değil. Bâzen haftalarca ara verir, bâzen de üst üste yazarım. İstisna birkaç defa hariç www.tiyatrom.com'u ille de her pazar gecesi güncellerim ama yazı yazma konusunda ille de benim de yazım olsun gibi çabam olmayabilir. İşte bu hafta da www.tiyatrom.com güncellendi ve pazar gecesi saat 03.39'da yayına verildi. Neden bu kadar geciktiğine gelince; hep olduğu gibi, dün akşam (cumartesi) başlamıştım haftalık yenileme sürecine ki, gecenin 02'si gibi bir âni bel ağrısı... Bu benim gibi 44 yıl boyunca hayatında nezleden başka hastalık yaşamamış biri için korkutan ve rahatsız eden garip ve âni bir ağrıydı. Sonrasında, hızla hayatımın ilklerini yaşadım. Apar topar hastaneye; ilk defa iğne (hem de 3-4 ayrı iğne), ilk defa serum, ilk defa tomografi (Yoksa emar mıydı o girdiğim şey? Her neyse...) Sonuç; böbrekten mesaneye yola çıkmış taş. Ağrılı ve ağrı kesicili gecenin ardından, sabaha karşı eve dönüş ve hayatımda içmediğim kadar çeşit ilaç ve bugün de az buçuk sıkıntı. Her neyse, bakalım yola çıkan taş nasıl ve ne zaman dışarı düşecek. Ama prensipli yaşamaya alışmış birinin kahrolası prensibiyle bu şartlarda da işte yine birkaç saat gecikmeyle de olsa, www.tiyatrom.com yayında. Haftaya ne olur? Bilemem...

Dün, sayfaları hazırlamaya başladığımda, bir fikir gelmişti aklıma. En son yapılan 4 Kasım 2007 tiyatrocu eylemindeki yayıncıların eylemle ilgili düşüncelerini bir arada toplamak. O gün orada olduğunu bildiğim (O gün eyleme katılan tiyatro yayıncılığı yapan başkaları da var mıydı? Bilmiyorum...) Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Editörü Mustafa Demirkanlı, www.tiyatronline.com Editörü Yaşam Kaya, Yeni Tiyatro Dergisi Yayıncısı Erbil Göktaş'dan birer değerlendirme alıp, kendiminkini de ekleyerek, alt alta yayınlamak. İlk etapta Mustafa Demirkanlı'ya ilettim ve "Tamam, yazarım." dedi ve yazıp yolladı da... Diğerlerine ise ulaşamadan, yukarıdaki sağlık sorunu oldu. Bense, kendim de, şu satıra dek bir şey yazmış değilim. İşte, şimdi başlıyorum. Zâten, bazı dostlarımız bu eylemi değerlendirdi. Ama ben yayıncı gözüyle yayıncılardan istemeyi, yayıncı objektifliğini yansıtabilmeyi arzuladım biraz da... Şimdi ben de, olabildiğince objektif olmaya çalışacağım.

Durun, hattâ biraz fazla objektif başlayayım. Eğer ben, o gün eylemi uzaktan izleyen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı yada Kültür Bakanı olsaydım, o binayı yıkma konusunda tereddütlü isem, o gün orada yıkmaya kesin karar verirdim. Evet evet, o gün kararımı kesinleştirir ve "Yıkılacak bu binalar!" derdim.

Neden mi?

Cevabını onlardan biriymiş gibi düşünmeye devam ederek vereyim:

"Yahu kardeşim, bunlar aylardır, bu binalar yıkılmasın diye eylem yapıyor; yayın yapıyor; yok mimarlar odası, yok gazeteler kapı kapı dolaşıyor; taraftar bulmaya çalışıyor; örgütlenmeye çabalıyor; hepi topu bir araya getirebildikleri kitle 1000 kişi... Haydi, taş çatlasın 1500 kişi... Şu koca şehirde tiyatrocu, tiyatrosever, sanatçı, sanatsever, hepi topu sadece bu kadarcık ise, bunların tepkisinden ne olacak? Ve hem, İstanbul'un bu kadar güzel bir semtinde, bu koca alanı sadece bu bir avuç kişinin zevki için köreltmeye değer mi? 10 milyonu aşmış bir kentte, 1000-1500 kişinin talebi nedir ki? Her on bin kişide sadece biri."

Aman altını bir kez daha çizeyim: Bu görüş, benim görüşüm değil. Konuya düz mantık ve sayılarla bakacak bir siyasetçinin görüşü olabilir ancak. Benim görüşümü sorarsanız, eğer on milyonluk İstanbul'da tiyatroya sahip çıkan sadece bin kişiyse, işte asıl bu nedenle yıkılmamalı... Tam tersine, derhal birçok yeni salon açılmalı. Çünkü, sanattan bu derece kopuk ve sanat tüketicisi bu derece düşük bir ülke bitmiştir, tükenmiştir.

Neyse, lâfı bu kadar döndürüp dolandırdığım yeter. Gelelim, şimdi iğneyi de, çuvaldızı da kendimize, eylemimize , organize eden dostlarımıza, katılan ve katılmayanlara batırmaya...

"8 yıl önce, bir tek tiyatrocu dostum yoktu. Ama şimdi, neredeyse tümünü tanıyorum." derim hep ve artık, gittiğim davetlerde, galalarda, neredeyse herkesi tanır hâle geldiğimi fark ederim, sevgili dostlar. O günkü eylemdeyse, yabancılık çektim. (Hattâ bir ara, uzatılan bir eli, kendime uzatılmış sanıp, gereksiz yere el sıktım. Oysa, alâkasız biriymiş, el de bana uzatılmamış!) İnanın bana, başka bir yerde gibiydim... Yani, 1000-1500 kişi mi var dediniz? Ben, orada 50 tanıdığa, 50 tanıdığım yada 50 profesyonel tiyatrocuya bile rastlamadım.

Hayır, lütfen yanlış anlaşılmasın! Gelenleri, "Neden geldiniz?!" diye asla eleştirmiyorum. Elbette, ben, sadece orada olmayanları konu ediniyorum şu ân. Gelenlere değineceğim daha sonra.

Mesela, "Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği" (OYÇED) Başkanı sevgili dostum Dersu Yavuz Altun'u görmek isterdim... (Eğer, oradaydı da, ben göremedim ise, beni bağışlasın!) Zira, Harbiye'nin ya da AKM'nin yıkılması, "herhalde" Türk oyun yazarlarını ilgilendiriyor olmalı. Bilmem yanlış mı düşünüyorum? Sadece sevgili Dersu'yu değil, kocaman uzun bir "OYÇED" pankartı arkasına dizilmiş oyun yazarlarımızı görmeyi, "olmazsa olmaz" sayarım ben, birbirinden iki önemli tiyatro binamızın yıkılmasına karşı yapılan eylemde.

Mesela, sevgili Ulvi Alacakaptan abimizin duyarlılığını çok iyi bilirim ve onu da genel sekreteri olduğu "TODER"in daha da büyük bir "TODER" pankartı arkasında, "Tiyatro Oyuncuları Derneği" olarak, kalabalık bir kitleyle görmek isterdim.

Şu Barışarock'da üç günlüğüne geçici kurulmuş sahneyi cengaverce savunan amatör tiyatrocularımız, yılların "Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi"ni savunmak için neden yoklardı, pankartlarının ardında? (Belki de, tek tek olanlar vardı. Tabiî, kişileri tenzih ederek, örgütlülük bazında ele aldığımı belirtirim...)

Sahi, Şehir Tiyatroları'mızdan kaç kişi vardı? Hani, şu sahip çıkıp, önünde toplandığımız binanın içinde asıl rolü oynayanlardan? Kaç şehir tiyatrolu vardı o eylemde? İŞTİSAN pankartı arkasında yürüyen var mıydı? Sahi, öyle bir pankart var mıydı? "Hiç kimse yoktu!" demiyorum, ama kaç kişi vardı?

Ya, Devlet Tiyatroları'ndan? TOBAV adına bu eylemlerin yılmaz önderi, savunucusu Orhan Kurtuldu her zaman olduğu gibi yine en öndeydi, ama ya TOBAV üyeleri? Ya göremediğimiz TOBAV pankartı arkasındaki kitle?

Ya, şu özel tiyatroların para kavgası veren sözde derneklerinden hangisi oradaydı?

Ferhan Şensoy'u, Kenterler'i, BKM Oyuncuları'nı ve diğer onlarcası; "tiyatroyu iş ve yaşam gayesi edinmiş" ismi, ilgilendirmiyor muydu, İstanbul'un bu iki en değerli kültür hazinesine indirilecek kepçeler? Orada bir sürü tiyatro topluluğu pankartı görmek ne hoş olurdu. Gözlerinizi kapayıp hayal edin... Semaver Kumpanya, Oyun Atölyesi, Tiyatro Kedi, Kent Oyuncuları, Bakırköy Belediye Tiyatroları, Tiyatro İstanbul.... Saf saf geçiyorlar... İstanbul halkı, bu tanıdıkları, bildikleri tiyatrocuların neden resmî geçit törenindeki gibi sokaklara döküldüğü ile ilgileniyor... Harbiye'den Taksim'e doğru kitle büyüye büyüye geliyor... Yol boyunca cafelerde oturanlar, sanatçıların sokaklara dökülmesiyle ayıkarak, hızla hesaplarını ödeyip, kitlenin arkasına ekleniyor... Ama orada ne tiyatrocular vardı, ne onları seven seyircileri, ne de profesyonel bir tek topluluğun topluluk hâlinde katılımı...

Örneğin, geçen yıl kendi salonları boşaltılırken desteklediğimiz Kartal Sanat Tiyatrosu, şimdi İstanbul'un salonları için aynı desteği sunmuşlar mıydı? İnanın, çok merak ettim. Eğer oradaydılar da, ben göremedim ise, çok özür dilerim. Neden, özellikle onları yazdığımı merak ederlerse, az önce onların haberini girdim siteye. "Çöp" isimli oyunlarını, bu sezon da sahneliyorlar. Hani, şu düzenin kokuşmuşluğunu anlatan oyun... Eğer, sahnede düzenin kokuşmuşluğunu anlatıp, yaşadıkları kentte, hem de kendi meslekleri çevresindeki kokuşmuşluğa "dur" demiyorlarsa, doğrusu ya, çok da hazmedemeyeceğim. Böyle düşünüyorum.

"Çağdaş Drama Derneği"nin bir pankartı vardı. Tiyatro kitle örgütü olarak da, sanırım sadece o pankart vardı. Kitlesi ne kadardı? Bilemem, ama en azından; "Biz buradayız!" diyorlardı bu pankartla.

Galalara gittiğimde, gördüğüm tiyatroseverleri, neden tiyatronun binasına sahip çıkma eyleminde göremedim? Ödül gecelerinde, kokteyllerde gördüğüm onca tiyatrocuyu neden göremedim? Acaba, aslında bu binalar, tiyatrocuların ve tiyatroseverlerin umurunda bile değil mi? Biz mi kuruntu yapıyoruz? "Harbiye olmazsa Sadabad'da, AKM olmazsa Cevahir'de gideriz galaya." deyip, hiç de umursamıyorlar mı?

Ne yazdıkları oyunlar buralarda sahnelenen yada sahnelenecek oyun yazarlarımızı "OYÇED" pankartı arkasında, ne özel yada ödenekli onlarca tiyatrocumuzu "TODER" pankartı arkasında gördüm. Hattâ, bir pankart arkasında; "Yarın, bu iş, bizim mesleğimiz olacak, salonlarımızı yıktırmayız!" diyen onlarca genç konservatuvar öğrencisini, tiyatro bölümü öğrencisini görmeyi hayal ederek gelmiştim Harbiye'ye... Ama, bırakın tiyatrocuları, tiyatro bölüm öğrencilerini bile göremedim. Bizim lisede, üniversitede tiyatroya bulaşmış gençler vardı da, onlar yoktu.

Hiçbirinin pankartı, arkasında kitlesi yoktu. Peki neler vardı? Onlarca "Yurtsever Cephe" flaması vardı. Çokça TKP bayrağı vardı. "Hayır, bunlar olmasın!" demiyorum elbette. Sivil toplum kuruluşları ve partiler duyarlıysa, duyarlı oldukları kitlesel eylemlere elbette katılıp, omuz vermeli, destek olmalı. Ama, burada kim eylemci, kim destekçi, biraz karışmış gibiydi. "Yurtsever Cephe" pankart ve flamaları, TKP bayrakları altında geniş bir kitle ve arada tek tek tiyatrocular... Belki "Yurtsever Cephe" buraya onlarca flamayla "damgasını vurmaya" gelmiş gibi değil destek vermeye gelmiş gibi davranıp sadece bir pankart arkasında toplanıp yürüme alçak gönüllülüğü gösterselerdi daha etik ve daha şık olabilirdi. Ama doğrusu ya, geceye damgalarını vurdular ve dışarıdan bakan birisi için, sanırım bu tiyatrocuların yürüyüşünden çok, o cephenin bir eylemi gibi yansıdı. TKP, parti bayrağı açılmayacak kararına son dakika uyarısıyla değil, en baştan o alana gelirken uyarak gelseydi ve TKP (yada herhangi bir siyasî parti) bayrağı arkasında yürümek istemeyecek kitleye de saygı gösterilmiş olsaydı, daha doğru olabilirdi. (Ezgi Besen'in bu konuda anekdotları kendi yazısında yer alıyor.) Ben görmedim, ama bir ara DTP bayrağı da açılmış ve polis müdahalesi de olmuş.

Ama sonuçta, elbette destek verene; "Neden destek verdin?" demek gibi, gelene de, "Neden geldin?" demek gibi bir amacımız yok. Geldiler, katıldılar, hoş geldiler, safa getirdiler. Biz, gelmeyenleri konu edinmeye devam edelim. Acaba organize yetersizliği denilebilir mi? Ben, Sayın Orhan Aydın'ın da, Sayın Orhan Kurtuldu'nun da, bu ve önceki eylemler için, nasıl canla başla mesai ve emek harcadıklarını biliyorum. Günler önceden duyurdular. Ama acaba, sanal duyurunun ötesine geçildi mi? Bunu da açıklarlarsa, öğrenmek isterim. Örneğin, TODER, OYÇED, ATÇ, İATP-G , İŞTİSAN ve aklıma şu ân gelmeyen tiyatro dernekleri aranıp, yöneticileriyle birebir görüşüldü mü? Yoksa; "Biz duyurduk, geleceklerse gelirler." mi denildi? Görüşüldü ise, bunların yanıtları ne oldu? "Katılacağız." deyip, katılmadılar mı? Baştan mı reddettiler, yoksa bir iki temsilen gelen olup, arada kayboldular mı? Neredeydi bu tiyatro dernekleri? Birileri açıklamalı bana ve tiyatro kamuoyuna.

Öte yandan, acaba siyasal grupların ve parti flamalarının olması yada olma ihtimali, bu katılımı önlemiş midir görüşünde haklılık ihtimali olsa da, en azından sonradan halktan katılımı büyük ölçüde önlemiş olsa bile, düzenleme aşamasında, ben buna hak veremiyorum. Zira siz sahip çıkmazsanız, başkaları sahiplenebilir. Yada bu eylemi şüpheyle karşılıyorsanız, siz neden yapmıyorsunuz? TODER, İSTİŞAN, OYÇED ve diğerleri nerede? Kafalarını kuma mı gömdüler? O hâlde siz organize edin. Kitleniz mi yok, kitlenize mi güvenemiyorsunuz? Eğer buysa, siz neden varsınız?

Sanıyorum, biz, bir yerde hatâ yapıyoruz. Ben, www.tiyatrom.com ile tiyatro dünyasına bulaştığımdan beri, AKP yerel yada ülke iktidarında ve bu iktidarların da sanata ve tiyatroya karşı bir saldırısı tırmanarak hep sürdü. Bu manzara karşısında sürekli eylemlilik çağrısı yaptık. Sürekli derneklerin dernek işlevini görmemesinin boşluğunu doldurmaya çalıştık ve örgütleyen olma konumunda kaldık. Zannettik ki, ülkedeki gerici gidişe önce ışığı alnında ilk hisseden sanatçılar karşı çıkacaklardır. Bu karanlığa elbette önce tiyatrocular, yazarlar, sanatçılar tepki verecektir. Evet, ben, şahsen bunu zannettim. Çünkü benim bildiğim sanatçı aydındır, aydın olan öncüdür, önderdir bir bakıma. Ama sanıyorum ki, artık gerçeği görmek gerekiyor. Sanatçı artık aydın olan değil, elit olan anlamına geliyor olmalı. Bu gerçeği ben kabul etmek zorundayım ki, siz sevgili okurları da yanıltıp durmayayım. Evet, demek ki, sanatçı, aydın olan değil, elit olanmış... İşte bu nedenle, galalarda, ödül törenlerinde, kokteyllerde gördüğünü meydanlarda beklemek benim salaklığımmış. Sanki işçi eylemindeki gibi pankartların arkasında saf tutmuş tiyatrocuları beklemek de bayağı safça bir beklentiymiş. O girilmesi oldukça zor sınavı geçip, konservatuvarlı olmayı başararak bitirip sanatçı unvanı aldıktan sonra, elbette ki elit olacaklar... Amele gibi sokakta hak arayacak değiller ya canım... Hem onlar, mesajını sahneden verir çıkar oynarlar. Haaa, sahnede kendi ağızlarından çıkan bu mesajlar bir karış bile uzakta olmayan kendi kulaklarından girmiyor olabilir, ses atma tekniğiyle salonun en arkasına veriyorlar ya mesajı, önemli olan da bu(!)

Sanıyorum, ben bir süre daha yazı yazmasam iyi olacak... Çünkü yazarsam kötü olacak.

tıklayınız: tiyatrom

(Kaynak: BULUNMAZ)