16 Nisan 2013 Salı

alâmet-i hârika

foto için tıklayınız


macar yanoş'a


sabahtı
bahtı açık bir adam kapıdan baktı
daracık 
ve insan yüreğini sıkan 
kapıdan
baktı adam 
kapkara kargalar zifirî bir asfaltta ceviz kırıyorlardı

sabahtı
adamın hayatı 
içinde fırtınalar kopan izbe bir kulübede başladı
uğuldayan rüzgâr 
garip bir ninni söylüyordu 
sinik bir ninni
upuzun bir türkü tutturmuştu adamın bulanık sesi
bahtı açık adam
kuş uçmaz kervan geçmez diyârlarda unutmuştu kendini

sabahtı
kapıda polisler vardı 
kan akan hayata bakıyordu polislerle savcılar
bahtı açık adamın yanında iğreti duran savcı
tütün kokan kanların arasından kan akan hayata baktı
upuzun bir türkü tutturmuştu çok uzun boylu adam
ve iğreti duran savcı geldiğinde eğildi yerlere kadar 
oysa her yan tütüne bulanmış akan kan kokuyordu 
ve kan akan yaralara sapsarı tütünler basılmıştı
sapsarı altın taşıyan sarı ırmak gibi akıyordu yaralar 

sabahtı
dudaklara dualar asıldı dualar dualar
güle güle git güle güle gel güle güle git
allah bahtını açık etsin halkı düşünen adam
önce sağ ayakkabısını giydi
sonra derin derin düşündü ince ince düşündü
ve ağız dolusu bir kahkahayla gitti 
henüz birkaç saat önce geldiği işe
upuzun bir türkünün hüzünlü sesiyle başladı gün
ince ince düşünceler derin kavgalara gebe

sabahtı
kapıda hep polisler vardı
ve uzakta çok uzaktaydı iğreti duran savcı 
damla damla akıyordu hayat hayatta kan
upuzun adamın etrafında çok fazla dosyalar vardı
tütün renkli dosyalar kan akan dosyalar dosyalarda yaralar
tütün renkli dosyalarda mütemadiyen akan kan  
adamla hayatın arasında kapkanlı dosyalar vardı
kıpkızıl kan ve sapsarı tütün akıyordu dosyaların arasından 

sabahtı
bahtı açık bir adam kapıdan içeri dalıp
upuzun bir türkü tutturan adama baktı
adam kavga ediyordu elindeki delgeçle
çok sert bir parmak darbesi 
bir parmak darbesi daha vurdu
elindeki lacivert renkli âlete
delgeç çok inatçıydı  
bırakmıyordu kan akan tütün kokan kağıdı 
delmek istemiyordu kanların tütün duvarlarını

sabahtı
bahtı açık adamın yanında iğreti duran savcı kalıcı bir emir verdi 
kendi kendine
upuzun bir türkü tutturan uzun adam duymadı iğreti duran savcıyı
adamın gözlerinin içinde henüz kurumamış iri çapaklar vardı
adam gece nöbetine kalmış bir eczacı kalfası gibi dosyalara 
içinden kan akıp tütün kokan dosyalara baktı
dosyalardan sapsarı tütün kıpkızıl kan ve kapkara fırtınalar akıyordu 

sabahtı
güzeldi hayat
mutluydu adam
upuzun türkü tutturan hayata baktı
buyurun dedi türkü söyleyen adam
elindeki çingene rengi görünümlü dosyayı ağır ağır uzattı
tuhaf düşüncelere dalmış gibi bakıyordu sarı ırmak gibi akan türküye

sabahtı
küçücük bir odada
büyük bir insanlık vardı
işte bu küçücük odada
büyük insanlık yaşayanlar
hep birden seslendiler
kapıdan sessizce giren bahtı açık adama
ne istiyorsun babalık durma öyle anlatsana

sabahtı
yeni doğmuş bir fare yavrusu gibi pespembeydi hayat
ve küçük bir fare yavrusu gibi korunmaya muhtaçtı
dosyalar gelip dosyalar gidiyordu adalet içre adalet
dışarıda fırtına tütün ve ağır ağır akan kıpkızıl kan vardı

sabahtı
alnında hint kınası taşıyan
ve ilk hayatını hindistan'da yaşamış
genç bir kız şiir yazıyordu sadece gözleriyle
upuzun bir türkü tutturan kara yağız adam
delgeç saplanmış dosyalara bakıyordu yavaş yavaş
adamın kulağı alnında hint kınası taşıyan genç kızdaydı
içeriye bir daha hiç batmayacak bir güneş gibi aktı hayat

sabahtı
hayat
alnında hint kınası taşıyan genç kızın dişlerinin arasına 
bir simit susamı gibi yapıştı
söze dönüşmüştü dosyaların tütün kan ve fırtına kokan sesi 
alâmet-i hârika 
alnında hint kınası
ağır ağır bağırdı 
alâmet-i hârika
defalarca bağırdı
alâmet-i hârika alâmet-i hârika alâmet-i hârika
ve aniden sustu hayat 
mübaşir yeniden seslendi güneş görmemiş sesiyle
mahkûm olmayı bekleyen suçlular kitlesine
alâmet-i hârika alâmet-i hârika alâmet-i hârika

sabahtı
yorgun bir yargıç 
yılgın bir güne başlamıştı 
yorgun yargıcın kapkara cübbesi yakıyordu altın renkli güneşi
içeride zifirî bir suskunluk 
kan akan tütün renkli hayatın derin sessizliğine karışmıştı

sabahtı
kınalı kızın susam kokan sesiyle akıyordu hayat
küçücük odaya sessizce girmişti bahtı açık adam 
güneş bir daha asla batmayacaktı 
adamın alâmet-i hârikası sabahtı

hilmi bulunmaz
on altı nisan iki bin on üç