macar yanoş'a
sabahtı
bahtı açık bir adam kapıdan baktı
daracık
ve insan yüreğini sıkan
kapıdan
baktı adam
kapkara kargalar zifirî bir asfaltta ceviz kırıyorlardı
sabahtı
adamın hayatı
içinde fırtınalar kopan izbe bir kulübede başladı
uğuldayan rüzgâr
garip bir ninni söylüyordu
sinik bir ninni
upuzun bir türkü tutturmuştu adamın bulanık sesi
bahtı açık adam
kuş uçmaz kervan geçmez diyârlarda unutmuştu kendini
sabahtı
kapıda polisler vardı
kan akan hayata bakıyordu polislerle savcılar
bahtı açık adamın yanında iğreti duran savcı
tütün kokan kanların arasından kan akan hayata baktı
upuzun bir türkü tutturmuştu çok uzun boylu adam
ve iğreti duran savcı geldiğinde eğildi yerlere kadar
oysa her yan tütüne bulanmış akan kan kokuyordu
ve kan akan yaralara sapsarı tütünler basılmıştı
sapsarı altın taşıyan sarı ırmak gibi akıyordu yaralar
sabahtı
dudaklara dualar asıldı dualar dualar
güle güle git güle güle gel güle güle git
allah bahtını açık etsin halkı düşünen adam
önce sağ ayakkabısını giydi
sonra derin derin düşündü ince ince düşündü
ve ağız dolusu bir kahkahayla gitti
henüz birkaç saat önce geldiği işe
upuzun bir türkünün hüzünlü sesiyle başladı gün
ince ince düşünceler derin kavgalara gebe
sabahtı
kapıda hep polisler vardı
ve uzakta çok uzaktaydı iğreti duran savcı
damla damla akıyordu hayat hayatta kan
upuzun adamın etrafında çok fazla dosyalar vardı
tütün renkli dosyalar kan akan dosyalar dosyalarda yaralar
tütün renkli dosyalarda mütemadiyen akan kan
adamla hayatın arasında kapkanlı dosyalar vardı
kıpkızıl kan ve sapsarı tütün akıyordu dosyaların arasından
sabahtı
bahtı açık bir adam kapıdan içeri dalıp
upuzun bir türkü tutturan adama baktı
adam kavga ediyordu elindeki delgeçle
çok sert bir parmak darbesi
bir parmak darbesi daha vurdu
elindeki lacivert renkli âlete
delgeç çok inatçıydı
bırakmıyordu kan akan tütün kokan kağıdı
delmek istemiyordu kanların tütün duvarlarını
sabahtı
bahtı açık adamın yanında iğreti duran savcı kalıcı bir emir verdi
kendi kendine
upuzun bir türkü tutturan uzun adam duymadı iğreti duran savcıyı
adamın gözlerinin içinde henüz kurumamış iri çapaklar vardı
adam gece nöbetine kalmış bir eczacı kalfası gibi dosyalara
içinden kan akıp tütün kokan dosyalara baktı
dosyalardan sapsarı tütün kıpkızıl kan ve kapkara fırtınalar akıyordu
sabahtı
güzeldi hayat
mutluydu adam
upuzun türkü tutturan hayata baktı
buyurun dedi türkü söyleyen adam
elindeki çingene rengi görünümlü dosyayı ağır ağır uzattı
tuhaf düşüncelere dalmış gibi bakıyordu sarı ırmak gibi akan türküye
sabahtı
küçücük bir odada
büyük bir insanlık vardı
işte bu küçücük odada
büyük insanlık yaşayanlar
hep birden seslendiler
kapıdan sessizce giren bahtı açık adama
ne istiyorsun babalık durma öyle anlatsana
sabahtı
yeni doğmuş bir fare yavrusu gibi pespembeydi hayat
ve küçük bir fare yavrusu gibi korunmaya muhtaçtı
dosyalar gelip dosyalar gidiyordu adalet içre adalet
dışarıda fırtına tütün ve ağır ağır akan kıpkızıl kan vardı
sabahtı
alnında hint kınası taşıyan
ve ilk hayatını hindistan'da yaşamış
genç bir kız şiir yazıyordu sadece gözleriyle
upuzun bir türkü tutturan kara yağız adam
delgeç saplanmış dosyalara bakıyordu yavaş yavaş
adamın kulağı alnında hint kınası taşıyan genç kızdaydı
içeriye bir daha hiç batmayacak bir güneş gibi aktı hayat
sabahtı
hayat
alnında hint kınası taşıyan genç kızın dişlerinin arasına
bir simit susamı gibi yapıştı
söze dönüşmüştü dosyaların tütün kan ve fırtına kokan sesi
alâmet-i hârika
alnında hint kınası
ağır ağır bağırdı
alâmet-i hârika
defalarca bağırdı
alâmet-i hârika alâmet-i hârika alâmet-i hârika
ve aniden sustu hayat
mübaşir yeniden seslendi güneş görmemiş sesiyle
mahkûm olmayı bekleyen suçlular kitlesine
alâmet-i hârika alâmet-i hârika alâmet-i hârika
sabahtı
yorgun bir yargıç
yılgın bir güne başlamıştı
yorgun yargıcın kapkara cübbesi yakıyordu altın renkli güneşi
içeride zifirî bir suskunluk
kan akan tütün renkli hayatın derin sessizliğine karışmıştı
sabahtı
kınalı kızın susam kokan sesiyle akıyordu hayat
küçücük odaya sessizce girmişti bahtı açık adam
güneş bir daha asla batmayacaktı
adamın alâmet-i hârikası sabahtı
hilmi bulunmaz
on altı nisan iki bin on üç