4 Nisan 2013 Perşembe

Akil adam listesindeki Hasan Karakaya 11 gün önce şunu yazmıştı

"Akil adam" diye pazarlanmak istenen "Sakil adam"lar!

Hasan Karakaya

24 Mart 2013 

Biliyorsunuz, hemen her hafta; "Geçen haftanın en önemli olayı" diye başlıyoruz hasbihale... Bu hafta, "en önemli olay"dan değil, "en önemli olaylar"dan söz edeceğiz... Dahası; bu olaylar "haftanın" değil, "yılların en önemli olayları"dır!... Malûmlarınız olduğu üzre; 19-21 Mart tarihleri arasında Başbakan Tayyip Erdoğan'la birlikte Danimarka ve Hollanda'da idik... 


Ziyaretin son günü, yani 21 Mart, aynı zamanda "Nevruz Günü"ydü ve Diyarbakır'da on binlerce insan "kutlama" için toplanmıştı. İşte o an; BDP milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder, PKK elebaşı Abdullah Öcalan'ın "5 sayfalık açıklama"sını, meydanda toplanan insanlara "Kürtçe" ve "Türkçe" okudular. Apo, özetle diyordu ki; "Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun... Artık, silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir." İşte bu açıklama, "barış sürecinin en önemli adımlarından biri"ydi... 

Başbakan Tayyip Erdoğan, Diyarbakır'daki "olumlu tablo"ya ve "Öcalan’ın çağrısı"na rağmen "son derece temkinli" konuşsa, "maçın uzatma dakikaları"nda bir "gol" yemekten endişe etse ve "uygulamayı bir görelim" dese de, görünen o ki; “Bu iş inşallah bitmiştir." Yakın bir zamanda "PKK'lı teröristler Türkiye'yi terk etmeye" başlayacaklar, ondan sonra da "müzakere" dönemi başlayacaktır. Başbakan öyle demişti ya; "Terörle mücadele, Siyasetle müzakere!" Bugüne kadar "terörle mücadele" edildi ve PKK "kafasını kaldıramayacak nokta"ya getirildi ki, "şartları kabul etmek" zorunda kaldı. Kim ne derse desin; Bu, "Erdoğan Hükümeti’nin bir başarısı"dır... 

Başbakan Erdoğan eğer "dik" durmasaydı, eğer "omurgalı bir duruş" sergilemeseydi, "terörle mücadele" ederken "Kürt halkı"na seslenip; "Ret, inkâr ve asimilasyon dönemi bitti" demeseydi, Apo'dan böyle bir açıklama gelir miydi?... Darbeci askerlerden ümidini kesen ve "İmralı'da çürümeye terk edildiğini" anlayan Öcalan; kelimenin tam mânâsıyla Tayyip Erdoğan'ın önünde diz çöktü, "teslim" oldu... Sonra da; PKK'lı teröristlere talimat verdi; "Silahları susturun, sınır dışına çıkın!" Akit'in 22 Mart 2013 tarihli manşetine de yansıyan bu çağrı; Türkiye'nin son 30 yılına damgasını vuran ve on binlerce insanımızın canına malolan "terör belâsı"ndan kurtuluşumuzun inşallah ilk adımı olacaktır.


BUNLAR MI AKİL ADAM?


Buna rağmen, hâlâ "direnç" gösterenler, hâlâ "kan tüccarlığından medet umanlar" yok mu?... Onlar "dün" de vardı... "Bugün" de var!... Nitekim; 23 ve 24 Mart günlerinde Eskişehir’de "açılış"lar yapan, vatandaşlara hitap eden Başbakan Tayyip Erdoğan, sürece "muhalefet" edenlere gönderme yaparak, dedi ki; "Çözüm sürecinde başarıya ulaşacağız diye çılgına döndüler, terörle ilgili olarak başarıya ulaşacağız diye çılgına döndüler. Anamuhalefet de, yavru muhalefet de kuduruyorlar." "Niye?... Bu iş bitecek diye... Bu ülkede huzur, istikrar olacak diye, refah olacak diye çılgına dönüyorlar... Onlara rağmen istikrar, onlara rağmen güven, huzur, onlara rağmen mutluluk olacak ve daha da artacak." Peki, "çözüm" olacak, "terörle mücadelede başarıya ulaşılacak" diye "çılgına dönenler" ya da "kuduranlar" sadece "Meclis'te bayrak şov" yapan "CHP'liler" ve "MHP'liler" midir?...


Ya, "medya"yı ne yapacağız, ya "köşe yazarları"nı nereye koyacağız?... Gazetelerde ve televizyonlarda yer alan haberleri görmüş olmalısınız. Birileri, şimdiden "pazarlama" yapmaya başladılar... Evet, "isim pazarlamaya" başladılar. "Ortada fol yok, yumurta yok"ken bir "Akil Adamlar Komisyonu" kurulacağını ve bu komisyonda; Hasan Cemal, Oral Çalışlar, Yaşar Kemal, Kadir İnanır, Tarhan Erdem, Ali Bayramoğlu, Rıfat Hisarcıklıoğlu, Jülide Kural, Fazıl Hüsnü Erdem, Vahap Coşkun ve Mithat Sancar gibi isimler'in yer alacağını "üflemeye" başladılar. Evet, bir "Akil Adamlar Komisyonu" kurulacak ama o komisyonda, Rifat Hisarcıklıoğlu dışında kimlerin yer alacağı belli değil!... Dolayısıyla; daha şimdiden "Şu şu isimler yer alacak" diye haberler uçurmak, bir "bilgi"yi paylaşmak değil, "Hükümet'e dikte çabası"dır!... 


Bu, eski bir "pazarlama taktiği"dir ki, adama sorarlar;

"Bu isimlerden bazıları, sürece taş koyan ve silahı kutsayan, PKK'nın silahtan başka yolunun olmadığını söyleyen adamlar değil miydi?" Dün "PKK’nın safında" yer alıp "barış olmasın" diye bastıran adamlar, bugün "barış havarisi" gibi gösterilmek isteniyor, iyi mi?... Bu adamlar değil miydi; PKK’yı, "silahlı Kürt isyan hareketi" olarak görüp, gösterenler?... Bu adamlar değil miydi Apo'yu ilahlaştıranlar?... Bu adamlar değil miydi, "PKK ağzı" ile konuşanlar?... Şimdi bu adamlar "Akil Adamlar Komisyonu"nda yer alacak ve "PKK’nın sınır dışına çekilme sürecini sekteye uğratacak sorunlar yaşanmaması için gözlemci olacak, çekilmeyi sekteye uğratacak sorunlar yaşanmaması için çalışacak" öyle mi?... Korkarız ki; Süreci, başkaları değil, bu adamlar sekteye uğratırlar!... Onlarda “akıl” olsaydı; "PKK’nın çıkarları"nı değil, "Türkiye’nin çıkarları"nı düşünürler ve ona göre tavır koyarlardı. "Medyanın üfürdüğü ve pazarlamaya çalıştığı isimler"le ilgili çağrımız odur ki; "Kuzu kurda, ciğer kediye, tavuk tilkiye emanet edilmesin!"

MAVİ MARMARA'DAN SONRA


"Geçen hafta"nın, daha doğrusu "geçen yıllar"ın en önemli ikinci olayı da, "İsrail’in özür dilemesi"ydi. Malûm; 31 Mayıs 2010 tarihinde, İHH organizesinde Filistin halkına "insanî yardım" götüren Mavi Marmara gemisi "terör devleti İsrail askerleri"nin saldırısına uğradı ve 9 Türk gemide şehit oldu... Furkan Doğan, Cevdet Kılıçlar, İbrahim Bilgen, Necdet Yıldırım, Fahri Yaldız, Ali Haydar Bengi, Cengiz Akyüz, Çetin Topçuoğlu ve Cengiz Songür'ün şehid edilmesi, İsrail’in de özür dilememesi üzerine, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ankara’da, 2 Eylül 2011'de basın toplantısı yapıp, "Türkiye'nin tavrı"nı, özetle şöyle açıkladı: Diplomatik ilişkiler ikinci katip düzeyine indirilecek. Bunun üzerindeki tüm görevliler, en geç çarşamba günü ülkelerine dönecek. Türkiye ile İsrail arasındaki tüm askeri anlaşmalar askıya alındı. Bugüne kadar İsrail’e bu kapsamda tam 2,4 milyar dolar ödenmişti. Doğu Akdeniz'de en uzun kıyısı bulunan sahildar devlet olarak Türkiye, seyrüsefer serbestisi için her türlü önlemi alacak. Türkiye, İsrail’in Gazze'ye uyguladığı ablukayı tanımamaktadır. Bunun Uluslararası Adalet Divanı’nda incelenmesini sağlayacaktır. Türk ve yabancı tüm mağdurların hak arama girişimlerine gereken destek verilecek. İsrail adım atmadıkça geri dönüş söz konusu değil.


ERDOĞAN'IN 3 ŞARTI


İşte bu tarihten sonradır ki; Türk-İsrail ilişkileri, "en alt düzey"e indi... Bu durum; çevresindeki ülkelerle zaten problem yaşayan İsrail'i iyice yalnızlaştırdı... Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmek isteyen İsrail; "zengin iş adamları"ndan "siyasetçiler"e kadar araya birçok "ricacı" koydu. Ne var ki; Erdoğan "dik" durdu ve "kararlılığını" sürdürdü. Dedi ki; "Türk-İsrail ilişkilerinin normalleşebilmesi için 3 şartımız var: 1- Özür dileyecekler. 2- Ölenlerin ailelerine tazminat ödeyecekler. 3- Gazze'ye ablukayı kaldıracaklar." Erdoğan, hemen her platformda bu "üç şart"tan söz etti, tek maddesinden bile taviz verilmeyeceğini açıkladı. 3 yılın sonunda, 22 Mart günü, yani "Terör örgütü PKK'nın silah bırakma kararı"ndan bir gün sonra, "terör devleti İsrail"den açıklama geldi: "Özür diliyoruz!" İsrail, sadece "özür dilemekle" kalmadı, Türkiye'nin diğer şartları olan "tazminat" ve "ablukanın kaldırılması"nı da kabul etti!...


İSRAİL İÇİN BİR İLK!


Lütfen dikkat; "İsrail, kurulduğu günden bu yana ilk defa özür dilemiştir... Ona özür dileten de Türkiye olmuştur." Düşünebiliyor musunuz; 6 gün savaşlarını izlemek üzere Gazze'ye giden Amerikan gözlem gemisi USS Liberty'yi kasten torpilleyip 25 askeri hedef gözeterek öldüren ve bu saldırıdan dolayı Amerika'dan özür dilemeyen... Dahası; Filistin'e yönelik her askeri operasyonda en az bir BM karargâhını hedef aldığı ya da BM yetkilisini öldürdüğü için özür dilemeyen İsrail, Mavi Marmara’ya yaptığı "terörist baskın"dan dolayı "Türkiye'den özür dilemek" zorunda kalmıştır...


"Diz" çökmüştür, "el" öpmüştür, "karizma"sını çizdirmiştir. Neymiş; "Obama barıştırdı"ymış!... Tamam, "Obama barıştırdı" da, telefonun öteki ucunda olan Erdoğan değil miydi?... "Özür" dileyen de İsrail Başbakanı Netanyahu değil miydi?... Obama niye Türkiye'yi ikna edemedi de, İsrail'i özür dilemek zorunda bıraktı? İsrail muhalefeti, "Ne ettin yahu" dese de, Netanyahu özür dilemek zorunda kalmıştır.


AKİL DEĞİL, SAKİL!


Gerek, Davutoğlu’nun açıkladığı "5 yaptırım"dan, gerek Erdoğan'ın açıkladığı "3 şart"tan sonra; Hasan Cemal’inden Cengiz Çandar'ına, Ali Bayramoğlu'sundan Kadri Gürsel'ine kadar birçok "akıldane" Erdoğan'a akıl verip, diyorlardı ki; "Bağırarak, azarlayarak olmuyor...", "Onu-bunu azarlama; önce dinle, sonra düşün.", "Yanlışlık, bunlarla ilgili değil. Türkiye'nin 'ısıramayacağı kadar büyük lokmayı dişlemeye çalıştığı' görüntüsü vermesiyle... Somut, elle tutulur kazanımlar gelmezse, hitabet gücünüz, sonuç alma anlamında bir gücü temsil etmiyorsa, pullarınız dökülmeye başlar." 


"Meydan okumalara dikkat ve paradigmaya ince ayar şart..." "Yedi düvele meydan okuyan bir retoriğin cazibesine fazla kapılmak, Türk dış politikasının kritik dengelerini olumsuz etkiler ve nüfuz alanını, etki alanını daraltır." Gerek "PKK terörü" konusunda, gerek "İsrail" konusunda "Hükümete ve Erdoğan'a ayar vermeye" çalışan bu yazarlar, bugün o kalemleri, "uygun bir yere" koymalıdırlar!... "Köşe"lerini terk edip, "köşelerine çekilmesi" gereken bu adamları "Akil adamlar" diye pazarlamaya kalkanlar, acaba onların bu "öngörüsüzlük"lerini bilmiyorlar mı?... Onlar, "Akil adamlar" değil, "Sakil adamlar"dır!... Selâm ve saygılarımızla...


(Kaynak: HABER VAKTİM)