Ağlaşmayın; kurun bir gazete, çatlatın patronları!
Ali Karahasanoğlu
11 Mart 2013
Deniliyor ki:
"İmralı zabıtları, Derya Sazak'ın koltuğunu sallıyor. Hasan Cemal'e zorunlu izin verildi.. Can Dündar'ın yazıları sansürlenerek yayınlanıyor! Gazeteciler büyük baskı altında!"
Sadece Milliyet'te değil heyecanlı tartışmalar...
Hasan Cemal'e sahip çıkmaya çalışan Hürriyet'teki malum isimler de, topun ağzına gelmişler...
Yalçın Doğan'ın yazısı konulmamış. M. Yakup Yılmaz'ın konu ile ilgili yazısı çıkartılmış... Kanat Atkaya'ya "dinlen" denilmiş.
Ve bunun devamında, hazır kıta bekleyen çevrenin propaganda atağı: "Medya sansürleniyor. Tek sesli basın isteniyor... Toplum susturuluyor."
Acaba, yaşadıklarımız gerçekten öyle mi?
"Hasan Cemal'in yazılarının yayınlanmadığını görmüyor musun? Yalçın Doğan'ın yazısının olmadığını görmüyor musun? Daha neyi soruyorsun?" demeyin.
Olay o kadar basit değil.
Şöyle düşünelim...
Futbolcular adına (dikkat çekiyorum, takım adına değil) bir söylemle, Fatih Terim'e hiç çıkışıyor muyuz: "Sabri'yi niye ilk 11'e koymadın?"
Veya "Ayhan niye bu hafta yoktu?" diye, bu futbolcunun bir arkadaşı, sorgulama yapabilir mi?
Aynı şekilde Aykut Kocaman'a soruluyor mu: "Semih niye hep ilk 11'de oynamıyor?"
Veya "Alex'i niye yolladınız?"
Hani bu sorular takımın menfaati için gündeme geliyor ama...
Futbolcunun arkadaşı, seveni çıkıp da "Benim arkadaşımı niye oynatmadınız?" diyemiyor..
Sonuçta iyi olanlar, oynatılıyor. Hatâ yapanlar dinlendiriliyor.
Medyada niye benzeri olmasın?
Futbol örneğinde, aslında daha vahim durum var.
Oynamayan futbolcu, öyle kendi başına gidip, başka yerde oynama şansını yakalayamaz.
Ama gazeteciler öyle değil..
Milliyet, Hasan Cemal'i istemiyormuş!
Ronaldo'yu takımı istemese ne olur?
Ronaldo gider, bir başka takımda çatır çatır futbolunu oynar... Kupaları toplatır...
Hasan Cemal de, Milliyet'te istenmiyorsa, gitsin bir başka gazeteye, çatır çatır yazsın... Çatır çatır tirajları o gazeteye akıtsın...
Bundan daha iyi fırsat mı olur?
Derya Sazak'a kapı gösteriliyorsa...
Derya Sazak da, bir başka gazetenin genel yayın yönetmenliğine başlasın. O gazeteyi alsın, sıçratsın tepeye...
Niye ağlaşıyorlar ki?
Ama kendileri de biliyor, hatalarını...
Sen yalan yaz...
Problemli futbolcuların, ona buna tekme atıp, oyun dışı kalarak takımını eksik bırakmasındaki gibi, yalan yazarak gazeteni zor duruma düşür... "Haa Milliyet mi? Bırak şunları canım... Yalan yazan gazete değil mi?" eleştirilerine sebebiyet ver...
Sonra "Gazeteciler susturuluyor" de...
Kapı önüne konulanlar bir-iki kişi olsa... "Tek başlarına ne yapsınlar? Nereye gitsinler?" denilebilir...
Oysa atılan gazeteciler için başka bir imkan daha var...
Futbolcular için örneğimizi canlandırmaya çalışsak.. Gerçekten zor durum.
Oynatılmayan kaleci, oynatılmayan orta saha oyuncuları, forvetler... Bir takım kurup, "Gelin bakalım, hodri meydan" deseler... Önce alt kümelerden maç yapmaya başlayacaklarından, iş oldukça zor.
Ama gazetecilikte böyle bir şey yok.
Derya Sazak genel yayın yönetmeni.
M. Yakup Yılmaz onun yardımcısı. Yalçın Doğan üçüncü sayfa yazarı...
Nuray Mert arka sayfa...
Cüneyt Ülsever ekonomi sayfası...
Kültür(süzlük) sayfası Özdemir İnce...
Bekir Coşkun... Emin Çölaşan vesaire...
Kapı önüne konulan o kadar çok gazeteci var ki...
Bunlar aranıp da bulunmayan Hint kumaşı iseler...
Hemen kursunlar bir gazete...
Çıksınlar halkın önüne...
Atıldıkları gazetelere nal toplatsınlar...
Ama yapamıyorlar...
Ne kendilerini hemen alıp, faydalanacak bir gazete bulabiliyorlar...
Ne de bir araya gelip, güçlü bir ses olmayı başarabiliyorlar...
Sadece vıdı vıdı konuşuyorlar...
Onlar "çok iyi gazeteciler"miş de...
"Hükümet baskısı ile gazetelerden atılıyorlar"mış...
Kerameti kendinden menkul iddialar bunlar...
Yazdıklarının çoğu yalan değil ise...
Aranan gazeteciler olduklarını iddia ediyorlar ise...
Gazete kurmak, hiçbir formaliteye tabi değil...
Anlaşıyorsun bir matbaa ile. Veriyorsun beyannameyi, hemen o gün basıyorsun gazeteyi...
Haydi atılan gazeteciler...
Görelim sizi...
Çıkartın 11'inizi. Estirin "kovulan gazeteciler" rüzgarınızı...
Da görelim sizi!
(Kaynak: HABER VAKTİM)
Ali Karahasanoğlu
11 Mart 2013
Deniliyor ki:
"İmralı zabıtları, Derya Sazak'ın koltuğunu sallıyor. Hasan Cemal'e zorunlu izin verildi.. Can Dündar'ın yazıları sansürlenerek yayınlanıyor! Gazeteciler büyük baskı altında!"
Sadece Milliyet'te değil heyecanlı tartışmalar...
Hasan Cemal'e sahip çıkmaya çalışan Hürriyet'teki malum isimler de, topun ağzına gelmişler...
Yalçın Doğan'ın yazısı konulmamış. M. Yakup Yılmaz'ın konu ile ilgili yazısı çıkartılmış... Kanat Atkaya'ya "dinlen" denilmiş.
Ve bunun devamında, hazır kıta bekleyen çevrenin propaganda atağı: "Medya sansürleniyor. Tek sesli basın isteniyor... Toplum susturuluyor."
Acaba, yaşadıklarımız gerçekten öyle mi?
"Hasan Cemal'in yazılarının yayınlanmadığını görmüyor musun? Yalçın Doğan'ın yazısının olmadığını görmüyor musun? Daha neyi soruyorsun?" demeyin.
Olay o kadar basit değil.
Şöyle düşünelim...
Futbolcular adına (dikkat çekiyorum, takım adına değil) bir söylemle, Fatih Terim'e hiç çıkışıyor muyuz: "Sabri'yi niye ilk 11'e koymadın?"
Veya "Ayhan niye bu hafta yoktu?" diye, bu futbolcunun bir arkadaşı, sorgulama yapabilir mi?
Aynı şekilde Aykut Kocaman'a soruluyor mu: "Semih niye hep ilk 11'de oynamıyor?"
Veya "Alex'i niye yolladınız?"
Hani bu sorular takımın menfaati için gündeme geliyor ama...
Futbolcunun arkadaşı, seveni çıkıp da "Benim arkadaşımı niye oynatmadınız?" diyemiyor..
Sonuçta iyi olanlar, oynatılıyor. Hatâ yapanlar dinlendiriliyor.
Medyada niye benzeri olmasın?
Futbol örneğinde, aslında daha vahim durum var.
Oynamayan futbolcu, öyle kendi başına gidip, başka yerde oynama şansını yakalayamaz.
Ama gazeteciler öyle değil..
Milliyet, Hasan Cemal'i istemiyormuş!
Ronaldo'yu takımı istemese ne olur?
Ronaldo gider, bir başka takımda çatır çatır futbolunu oynar... Kupaları toplatır...
Hasan Cemal de, Milliyet'te istenmiyorsa, gitsin bir başka gazeteye, çatır çatır yazsın... Çatır çatır tirajları o gazeteye akıtsın...
Bundan daha iyi fırsat mı olur?
Derya Sazak'a kapı gösteriliyorsa...
Derya Sazak da, bir başka gazetenin genel yayın yönetmenliğine başlasın. O gazeteyi alsın, sıçratsın tepeye...
Niye ağlaşıyorlar ki?
Ama kendileri de biliyor, hatalarını...
Sen yalan yaz...
Problemli futbolcuların, ona buna tekme atıp, oyun dışı kalarak takımını eksik bırakmasındaki gibi, yalan yazarak gazeteni zor duruma düşür... "Haa Milliyet mi? Bırak şunları canım... Yalan yazan gazete değil mi?" eleştirilerine sebebiyet ver...
Sonra "Gazeteciler susturuluyor" de...
Kapı önüne konulanlar bir-iki kişi olsa... "Tek başlarına ne yapsınlar? Nereye gitsinler?" denilebilir...
Oysa atılan gazeteciler için başka bir imkan daha var...
Futbolcular için örneğimizi canlandırmaya çalışsak.. Gerçekten zor durum.
Oynatılmayan kaleci, oynatılmayan orta saha oyuncuları, forvetler... Bir takım kurup, "Gelin bakalım, hodri meydan" deseler... Önce alt kümelerden maç yapmaya başlayacaklarından, iş oldukça zor.
Ama gazetecilikte böyle bir şey yok.
Derya Sazak genel yayın yönetmeni.
M. Yakup Yılmaz onun yardımcısı. Yalçın Doğan üçüncü sayfa yazarı...
Nuray Mert arka sayfa...
Cüneyt Ülsever ekonomi sayfası...
Kültür(süzlük) sayfası Özdemir İnce...
Bekir Coşkun... Emin Çölaşan vesaire...
Kapı önüne konulan o kadar çok gazeteci var ki...
Bunlar aranıp da bulunmayan Hint kumaşı iseler...
Hemen kursunlar bir gazete...
Çıksınlar halkın önüne...
Atıldıkları gazetelere nal toplatsınlar...
Ama yapamıyorlar...
Ne kendilerini hemen alıp, faydalanacak bir gazete bulabiliyorlar...
Ne de bir araya gelip, güçlü bir ses olmayı başarabiliyorlar...
Sadece vıdı vıdı konuşuyorlar...
Onlar "çok iyi gazeteciler"miş de...
"Hükümet baskısı ile gazetelerden atılıyorlar"mış...
Kerameti kendinden menkul iddialar bunlar...
Yazdıklarının çoğu yalan değil ise...
Aranan gazeteciler olduklarını iddia ediyorlar ise...
Gazete kurmak, hiçbir formaliteye tabi değil...
Anlaşıyorsun bir matbaa ile. Veriyorsun beyannameyi, hemen o gün basıyorsun gazeteyi...
Haydi atılan gazeteciler...
Görelim sizi...
Çıkartın 11'inizi. Estirin "kovulan gazeteciler" rüzgarınızı...
Da görelim sizi!
(Kaynak: HABER VAKTİM)