28 Şubat 2013 Perşembe

Yazar Nurhayat Yılmaz Güneş, Bertolt Brecht'i hiçbir zaman için tam anlayamayan LİNÇÇİ Mehmet Ergen'in sözüm ona yönettiği "Carrar Ana'nın Silahları" adlı oyunu izleyip yine izlenimlerini yazdı

Unun hamura, hamurun ekmeğe dönüşmesi için yazı yazıyorum...

***

Brecht'i anlamayan Mehmet Ergen'in izleyiciye anlatamadığı "Carrar Ana'nın Silahları"

Nurhayat Yılmaz Güneş
28 Şubat 2013

Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda 2012 / 2013 tiyatro sezonunda oynanan oyunlar içerisindeki en ses getiren oyunlardan biri de "Carrar Ana’nın Silahları"... Epik / diyalektik yöntemi kendine kuram edinmiş Bertolt Brecht'in yazdığı, Yılmaz Onay'ın çevirip, Mehmet Ergen'in yönettiği oyun, İkinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde yaşanan "İspanya İç Savaşı"nı konu ediniyor... Oyun, İspanya'nın Malaga kenti yakınlarındaki fakir bir balıkçı köyünde bulunan Carrar Ana'nın ciddi tartışmalar yaşandığı evinde geçiyor.

Carrar Ana'yı Munis Düşenkalkar / Cihan Bıkmaz Eresen, Carrar Ana'nın erkek kardeşi Pedro'yu Alper Kut, Carrar Ana'nın küçük oğlu Jose'yi Muhammet Çakır ve Peder Fransisco'yu Levent Tülek, Komşu Kadın Bayan Perez'i Cihan Bıkmaz Eresen / Nevşim Ayşen Erzat, Carrar Ana'nın büyük oğlu Juan'ın kız arkadaşını Elif Ürse, Carrar Ana'nın büyük oğlu Juan'ı Çağrı Büyüksayar, Yaralı Genci Burak Dur, Balıkçıyı Ali Kil, Köyün Kadınlarını Tuğba Yarbağ, Zeynep Köse, Nevşim Ayşen Erzat oynuyor ve oyuncular üstlendikleri rolleri çok net başarıyorlar...

Oyun, Carrar Ana'nın elinde kalan en son unla ekmek için hamur yoğurmasıyla başlar. Carrar Ana'nın küçük oğlu Jose, pencerenin kenarında oturmuş vaziyette, bir yandan elindeki tahtayı düzgün bir şekilde yontmakla uğraşırken, diğer yandan da annesiyle sitem dolu bir diyalog sürdürmekte, ayrıca annesinin direktifleriyle de, pencereden ağabeyi Juan'ın balıkçı teknesini görüp görmediğini, teknenin fenerinin yanıp yanmadığını gözlemektedir. Carrar Ana, yoğurduğu hamuru fırına verir. Son un, son hamur, son ekmek!... 

Oyun ilerledikçe Carrar Ana'nın, kocasını savaşın daha başlarında kaybetmiş olmasının vermiş olduğu bir tedirginlikle, ailesini bir arada ve savaştan uzak tutmak için mücadele verdiğini anlarız... 

Yakın komşuları, Carrar Ana'nın büyük oğlu Juan'ın kız arkadaşı, Juan'ın savaşa katılmamasının sebebini bilmekte ve bu durumdan dolayı Carrar Ana'yı suçlamaktadırlar. İşte bu nedenle Carrar Ana, oğlunu bu komşu ve sevgili baskısından sürekli uzak tutmak, bu insanların, oğlunun kafasını çelmesini engelleyebilmek için, onu her gün balığa göndermektedir... Carrar Ana, bir yandan hamurun pişip ekmek olmasını, diğer yandan sevgili oğlu Juan'ın balıktan dönmesini beklemektedir. Tabiî ki, arada sırada oğlunun yolunu gözlese de, Juan'ın teknesinin yanan feneri hakkında, penceredeki diğer oğlu Jose'den malumat istemektedir... Carrar Ana, savaşta yaralanan bir gencin yaralarını dezenfekte etme işini de, hamurun ekmeğe dönüşmesi sırasında gerçekleştirir. Un, hamur, ekmek... 

Bu arada, Carrar Ana'nın uzun zamandır görmediği kardeşi Pedro çıkagelir. Carrar Ana, kardeşinin gelmesine mantıklı bir anlam veremez. Ancak, belli etmemeye çalışır. Yine de, kardeşinin hiçbir haber vermeden ansızın çıkagelmesinden rahatsızlık duymuştur... 

Jose, dayısını gördüğüne çok sevinmiştir. Oyunda, işçi sınıfının temsilcisi olan Pedro, General Franco güçlerine karşı, milis güçleri içinde savaşmaktadır. Onun geri gelme sebebiyse, kız kardeşinin sakladığını düşündüğü silahları, ondan  alabilmektir. Carrar Ana, sahnedeki bir sandıkta sakladığı(?) silahları, kendi mantığına göre haklılık içeren savaş karşıtı söylemlerini yineleyerek asla vermez. 

Juan'ın kız arkadaşı, eli silah tutabilen herkesin mutlaka savaş cephesine gitmesi gerektiği konusunda Carrar Ana'yı uyarmak için, onun evine gelir ve onu ikna etmek adına çaba harcar. Carrar Ana'yı ikna edemeyeceğini iyice anladığında da orayı terk eder... 

Bütün bu sahneleme sürecinde, Carrar Ana, kocasının suç ortağı olmadığı hususunda sözler etmiş olsa da, kocasını savaşın hemen öncesinde baş gösteren ayaklanmaya Carrar Ana'nın ikna ederek gönderdiği bulanık olarak anlaşılır... Carrar Ana, hayatını dine ve çocuklarına adayarak savaşa niçin bu kadar ciddi bir biçimde karşı olduğunun altında da kendisini kocasının ölümünden sorumlu tuttuğu dürtüsünün yattığı, net olmasa da ifade edilmeye çalışılır. 

Carrar Ana'nın kardeşi Pedro ile Carrar Ana'nın küçük oğlu Jose mücadeleci bir diyalogla izleyicilere oyunun rengini, gidişatını belli ederler... Bu diyalog için, kızın evi terk etmesi uygun bir zamandır. Ve bu sefer olay örgüsüne, köydeki kimsesiz çocuklarla ilgilenmesi için Carrar Ana'dan yardım istemeye gelen Peder Fransisco dahil edilir... Peder, savaş ve öldürme üzerine bildik dinî içerikli sözler söyleyerek, Carrar Ana'nın yanında yer aldığını belli eder. Bunun üzerine Pedro'nun dile getirdiği ciddi karşıt sözleri, bir din adamı zarafeti ve tebessümüyle karşılar. Son un, son hamur, son ekmek! 

Peder, Carrar Ana'nın evinden ayrılır ayrılmaz kapı yine çalınır. Bu sefer, komşu kadın Bayan Perez gelmiştir. Perez'in kızı cepheye gitmiş ve kısa zaman önce öldürülmüştür. Buna rağmen diğerleri gibi, Carrar Ana'yı suçlamadığını hattâ onu anladığını söyler. Ama, Carrar Ana, yine de, bu kadının ziyaretinden rahatsız olmanın yanı sıra, bu kadının kurduğu her cümlede hep bir art niyet arar. Gözler yeniden Juan'ın teknesine çevrildiğinde. teknesinin bulunması gereken yerde olmadığı anlaşılır!... Kısa bir süre sonra da, Juan'ın cesedini getirirler. Duygusallığın dorukta yaşandığı ve yaşatıldığı kararlı ânlara gelinmiştir. General Franco'nun askerlerinin Juan'ı, başındaki eski kasket dolayısıyla öldürdükleri zikredilir. O âna dek savaş aleyhtarı olarak tanıdığımız Carrar Ana, fırındaki ekmeği çıkarıp, sandıkta sakladığı silahlardan birini de kendisi kuşanarak, cepheye gitmek üzere hızla kapıya yönelir. Un, hamur, ekmek...

Oyun sırasında, "İspanya İç Savaşı"na dair görüntüler, birtakım tarihî bilgiler sahnede slayt yardımıyla seyirciye aktarılır. Oyunun sonlarında, ekmeğin fırından çıkmasıyla birlikte, akan slaytların birinde, benim de son ânda fark edebildiğim, "proleterlerin savaşı kaybettiği" slaytı söz konusudur. Oyunda duyguların odağa çıktığı bir ortamda bu önemli slaytı seyircilerin tamamının fark edebilmiş olması bence kesinlikle mümkün değildir. Un, hamur, ekmek... 

Oyunun bitiminde tüm oyuncuların katılımıyla şevk ve enerji dolu bir marş söylenir... Slaytı kaçıranlar ya da bu konuda tarihî bilgisi hiç olmayanlarca "İspanya İç Savaşı"nın Genereal Franco lehine bittiği sonucuna bu marşla varılması olası değildir... Bana kalırsa, bu sorun, silahların sahnedeki yer döşemesinin altında değil de, gözler önündeki sandık içerisinde muhafazası sorunundan çok daha acil, çok daha ciddi, çok daha hayatîdir. Un, hamur, ekmek... 

O akşam "Turhan Tuzcu Sahnesi"nden evlerine doğru yönelen seyirciler, Brecht tekniğinin gerektirdiği söylemlerden ziyade, "'İspanya İç Savaşı'nı direnişçiler kazandı, iyi de oldu.", "Yahu bu savaşı General Franco'nun kazandığını hatırlıyorum. Ancak sanırım yanlış hatırlıyorum.", "Niye savaşı General Franco kazanmışken, tersi yönünde bir izlenim verilmeye çalışıldı ki?!" tarzı söylemlerle kafalarını meşgul etmişlerdir hep. Bu denli net ifadeleri, herhangi bir araştırma yapmadan, nasıl bilebileceğimi mırıldandığınız kulağıma dek geliyor... O akşam, "Turhan Tuzcu Sahnesi"ne bu oyunu seyretmeye üç kişi gitmiştik... Bizim, bu oyunu izlememizden daha sonraki bir gün oyuna giden dört arkadaşın da görüşüyle bu kanıya vardığımı açıklamakta fayda var.

Şimdi de gelelim oyunun sahnelenme tekniğine. Kostümlerin tam anlamıyla dönemini yansıttığını ve bu yönüyle Brecht disiplinine riayet edildiğini, dekorda gereksiz nesnelerden kaçınıldığını, oyun boyunca aynı ortamda hiçbir dekor değişikliği yapılmadan oyunun sergilendiğini söyleyebilirim. Ayrıca, Carrar Ana'nın oturak olarak kullandığı kütüğün yerini değiştirmesi de, oyuncuların seyirci önünde dekoru değiştirmeleri de, Brecht'in epik tekniğine atıfta bulunursak ve silahların saklandığı sandığı da görmezden gelirsek, dekor yönünden de Brecht disiplinine uyumdan bahsedebiliriz... 

Ancak, Carrar Ana'nın evinin dışından gelen ve cepheye giden insanların söylediği marş ve oyun zâten bittiğinde oyuncuların tamamının katıldığı marş da dahil olmak üzere, Brecht'in "y. tekniği" olarak bildiğimiz "yabancılaştırma" için yapılan çabanın, yani seyirci ile oyuncu - oyuncu ile rolü arasında korunması gereken mesafeyi korumada yeterli olunamadığı kanaatindeyim. 

Brecht disiplininde en zor anlaşılan ve en zor uygulanan tekniğin "y. tekniği" olduğunu düşünüyorum... Bu nedenle de, oyunun yönetmeni Mehmet Ergen'in karşı olmasına rağmen, sahneye konulan sandık için kendi oyununu durdurması eylemini, bence bu oyunun sahnelendiği her gün yinelemesi gerektiğini üstüne basarak, altını çizerek söylüyorum... Eylemin gerçekleştiği âna kadar oyunun akışına kendini kaptıran seyirci, böylece akıştan kopmuş, oyuncu rolünden sıyrılmış, Mehmet Ergen'in meramını dile getirmesi sonrasındaysa, oyunun devam edip etmeyeceği, oyuna ara verilip verilmeyeceği seyirciyle tartışılmış ve bunun sadece bir oyun olduğu gerçeği aleni olarak ortaya çıkmıştır bile...

Gerek Bertolt Brecht'in kuramı, gerekse Brecht tekniğiyle yazılıp, yine Brecht'in epik / diyalektik tekniğiyle sahnelenen oyunlar için, Bertolt Brecht'in kuramını iyice anlayana, tabiî ki epik / diyalektik tekniği uygulayabilen ustalığa ulaşıncaya kadar, her sahnelemede hiç olmazsa "interaktif katkılar"ın şart olduğunu düşünüyorum... Böylelikle, bir türlü becerilemeyen yabancılaştırmanın, yöntem farklı da olsa, el yordamıyla da olsa sağlanacağı kanaatindeyim... 

Evet gelelim sözün özüne: "İspanya İç Savaşı"nı General Franco kazandı... Francisco Franco, ABD'ye askeri üs verdi. Yönetiminin, ölümünden sonra da devam etmesi için önlemler aldı... İspanyol kadınının çalışma hayatına kısıtlamalar getirdi. İspanyol halkının çok çocuk yapmasını istedi ve bu konuda halkı iknaya çalıştı... Bu gibi özellikler, faşist diktatörün bilinmesi gereken özellikleridir!...

"Tanrı Türk Milleti"ni bu tarz idarecilerden korusun ve yüceltsin!