Hilmi Bulunmaz, Kostroma Garı'ndaki yaşlı adamla! (Foto: Cemal Bulunmaz)
Hilmi Bulunmaz
17 Şubat 2013
Kostroma Garı'na adımımı atar atmaz rastladım ona... Ben, ona rastladığımda, o, anasının karnında doğumu bekleyen bir bebek gibi yusyuvarlak bir biçimde demirden yapılmış çok soğuk bir gar koltuğunda uyuklayıp ilginç bir rüya görüyordu. Tam karşısındaki koltuk sırasının çapraz konumuna oturup, henüz doğmamış bir bebek gibi kımıltısız rüya gören bu adamın kim olduğunu, nerede doğduğunu, hangi renkte bir hayat sürdürüp, ne büyük bir hızla buraya savrulduğunu anlamak için hiçbir gayret göstermedim...
Kostroma Garı'nda rastladığım adama baktım, baktım, baktım...
Kostroma Garı'ndaki adama sadece baktım. Gözlerimi adamın üzerinden hiç ayırmadan sürekli olarak ona baktım. Hep baktım.
Başını ellerinin arasına alarak mışıl mışıl uyuyup, rüya görmeye başlamış adamın yüzünü bir türlü göremediğimden, yaşını tahmin edebilmek için, öncelikle ellerini inceledim. Uzun uzun inceledim. Adamın ellerindeki kalın damarlar, ince kemikler ve dışarıda lapa lapa yağan kardan bile daha beyaz zayıf kıllar... Bu saydıklarım, onun, ihtiyar bir adam olduğunun somut kanıtlarıydı. Adam, artık hayattan hiçbir şey beklemeyecek kadar ihtiyardı. Çok ihtiyardı...
Kostroma Garı'ndaki dingin ihtiyar adam, sağdan soldan yapılan yardımlarla hayata tutunmaya gayret ediyor ve hiç olmazsa, yarın doğacak güneşin ilk ışınlarını bedeninde yine hissetmek istiyordu.
Kostroma Garı'ndaki ihtiyar adam, uzun uzun rüya görüp, yavaş yavaş kımıldadıktan sonra, ağır ağır kafasını kaldırıp, bomboş gözlerle bana baktı. Benim elimde, içindeki kahve bitmek üzere olan bir kağıt bardak vardı. Ben, bir yandan, yavaşça kımıldayan ihtiyar adamın rüyasını korkunç bir biçimde merak ederken, bir yandan da, kağıt bardaktaki kahvemi yudumlamaya çalışıyordum. Sıcak kahve içimi ısıttıkça, adamın yüreğindeki soğukluğu daha derinden, keskin bir kılıç yarası gibi duyumsamaya başlıyordum.
Adam bana baktı. Ben adama baktım. Adam bana ... Ben adama...
Bir insan elinde sıcak bir kahve bardağıyla keyif yaparken, bir başka insan buzul bir rüya görüyordu. Ben bu durumdan çok utandım. Adam benden utanmadı. Adam, benim gözlerimin derinindeki okyanus sularına baktı. İki yudumluk kahve, bardakta içilmeyi beklerken, benim nutkum tutuldu; yutkunamadım bile...
Adamın uyuşmuş ellerinden biri bana doğru yöneldi... Benim titreyen ellerimden biri adamın bana doğru yönelen eline ulaşıp, iki yudumluk kahveyi koruyan kağıt bardağı adamın rüya kokan durağanlığına ulaştırdı... Adam, hiçbir şey söylemeden yüzüme bakıp, kahveyi yavaş yavaş yudumladı. Boş bardağı bana verdi. Bardağı çöpe attım. Çöpte ne kadar çok haksızlık izleri vardı!...
Ağır ağır düşünen yaşlı adamla yavaş yavaş konuşmaya başladık:
- Merhaba...
- Merhaba...
- Nasılsın?...
- Sağ ol... Sen nasılsın?...
- İyiyim...
- Buralı mısın?...
- Evet...
- Kostromalı?
- Hayır...
- Moskovalı?
- Hayır...
- Hangi şehirdensin?
- Türkiye'den...
- Ben Türkiye'de bulundum...
- Ne zaman?
- Sovyetler Birliği dağldığı zaman...
- Sovyetler Birliği neden dağıldı?
- Lenin'in değerini tam olarak anlayamadığı, Lev Tolstoy'un sanat görüşüne gerçek anlamda asla sahip çıkamadığı için dağıldı!...
Uzaktan, çok uzaktan, Kostroma - Moskova treninin sesi geldi... Önce sesi, sonra kendisi gelen tren, insanları büyük bir iştaha ile yutarken, ihtiyar adam yerinden kımıldayıp, dostça elimi sıktı... Beni uğurladı. İstanbul'a gelip, Haydarpaşa Garı'nda bana kahve ısmarlayacağı sözünü verdi. İhtiyar adama, Haydarpaşa Garı'nın yakıldığını ve başka amaçlarla kullanılmak istendiğini anlatınca, adam sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Tren, ta Moskova Garı'na vardığında bile, ihtiyar adamın ağlama sesi kulaklarımı deliyordu!
***
Ayrıca bakınız:
Fırsatını bulduğumda hakkında öykü yazacağım Kostromalı! (HB)
Hilmi Bulunmaz
17 Şubat 2013
Kostroma Garı'na adımımı atar atmaz rastladım ona... Ben, ona rastladığımda, o, anasının karnında doğumu bekleyen bir bebek gibi yusyuvarlak bir biçimde demirden yapılmış çok soğuk bir gar koltuğunda uyuklayıp ilginç bir rüya görüyordu. Tam karşısındaki koltuk sırasının çapraz konumuna oturup, henüz doğmamış bir bebek gibi kımıltısız rüya gören bu adamın kim olduğunu, nerede doğduğunu, hangi renkte bir hayat sürdürüp, ne büyük bir hızla buraya savrulduğunu anlamak için hiçbir gayret göstermedim...
Kostroma Garı'nda rastladığım adama baktım, baktım, baktım...
Kostroma Garı'ndaki adama sadece baktım. Gözlerimi adamın üzerinden hiç ayırmadan sürekli olarak ona baktım. Hep baktım.
Başını ellerinin arasına alarak mışıl mışıl uyuyup, rüya görmeye başlamış adamın yüzünü bir türlü göremediğimden, yaşını tahmin edebilmek için, öncelikle ellerini inceledim. Uzun uzun inceledim. Adamın ellerindeki kalın damarlar, ince kemikler ve dışarıda lapa lapa yağan kardan bile daha beyaz zayıf kıllar... Bu saydıklarım, onun, ihtiyar bir adam olduğunun somut kanıtlarıydı. Adam, artık hayattan hiçbir şey beklemeyecek kadar ihtiyardı. Çok ihtiyardı...
Kostroma Garı'ndaki dingin ihtiyar adam, sağdan soldan yapılan yardımlarla hayata tutunmaya gayret ediyor ve hiç olmazsa, yarın doğacak güneşin ilk ışınlarını bedeninde yine hissetmek istiyordu.
Kostroma Garı'ndaki ihtiyar adam, uzun uzun rüya görüp, yavaş yavaş kımıldadıktan sonra, ağır ağır kafasını kaldırıp, bomboş gözlerle bana baktı. Benim elimde, içindeki kahve bitmek üzere olan bir kağıt bardak vardı. Ben, bir yandan, yavaşça kımıldayan ihtiyar adamın rüyasını korkunç bir biçimde merak ederken, bir yandan da, kağıt bardaktaki kahvemi yudumlamaya çalışıyordum. Sıcak kahve içimi ısıttıkça, adamın yüreğindeki soğukluğu daha derinden, keskin bir kılıç yarası gibi duyumsamaya başlıyordum.
Adam bana baktı. Ben adama baktım. Adam bana ... Ben adama...
Bir insan elinde sıcak bir kahve bardağıyla keyif yaparken, bir başka insan buzul bir rüya görüyordu. Ben bu durumdan çok utandım. Adam benden utanmadı. Adam, benim gözlerimin derinindeki okyanus sularına baktı. İki yudumluk kahve, bardakta içilmeyi beklerken, benim nutkum tutuldu; yutkunamadım bile...
Adamın uyuşmuş ellerinden biri bana doğru yöneldi... Benim titreyen ellerimden biri adamın bana doğru yönelen eline ulaşıp, iki yudumluk kahveyi koruyan kağıt bardağı adamın rüya kokan durağanlığına ulaştırdı... Adam, hiçbir şey söylemeden yüzüme bakıp, kahveyi yavaş yavaş yudumladı. Boş bardağı bana verdi. Bardağı çöpe attım. Çöpte ne kadar çok haksızlık izleri vardı!...
Ağır ağır düşünen yaşlı adamla yavaş yavaş konuşmaya başladık:
- Merhaba...
- Merhaba...
- Nasılsın?...
- Sağ ol... Sen nasılsın?...
- İyiyim...
- Buralı mısın?...
- Evet...
- Kostromalı?
- Hayır...
- Moskovalı?
- Hayır...
- Hangi şehirdensin?
- Türkiye'den...
- Ben Türkiye'de bulundum...
- Ne zaman?
- Sovyetler Birliği dağldığı zaman...
- Sovyetler Birliği neden dağıldı?
- Lenin'in değerini tam olarak anlayamadığı, Lev Tolstoy'un sanat görüşüne gerçek anlamda asla sahip çıkamadığı için dağıldı!...
Uzaktan, çok uzaktan, Kostroma - Moskova treninin sesi geldi... Önce sesi, sonra kendisi gelen tren, insanları büyük bir iştaha ile yutarken, ihtiyar adam yerinden kımıldayıp, dostça elimi sıktı... Beni uğurladı. İstanbul'a gelip, Haydarpaşa Garı'nda bana kahve ısmarlayacağı sözünü verdi. İhtiyar adama, Haydarpaşa Garı'nın yakıldığını ve başka amaçlarla kullanılmak istendiğini anlatınca, adam sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Tren, ta Moskova Garı'na vardığında bile, ihtiyar adamın ağlama sesi kulaklarımı deliyordu!
***
Ayrıca bakınız:
Fırsatını bulduğumda hakkında öykü yazacağım Kostromalı! (HB)