Oyun'un notu: LİNÇÇİ iatp-g sitesinden alıp, olduğu gibi aşağıya aktardığımız yazıdaki LİNÇÇİ adları vurgulamak için "maymungötürengi" ile belirgin hâle biz getirdik!
***
ATÇ ve Özgür Tiyatro Suyu Bulandırmayı Bırakmalıdır
Ömer F. Kurhan
23 Mayıs 2009
Tiyatro Dergisi
Uzun zamandır tam ne olduğunu, nasıl işlediğini, hangi topluluklardan oluştuğunu anlamakta güçlük çektiğim bir çatı yapısı olan Amatör Tiyatrolar Çevresi (ATÇ) bir bildiri yayımlamış ve Özgür Tiyatro da bu bildiriyi desteklediğini açıklamış. Bildiğim kadarıyla Özgür Tiyatro da Amatör Tiyatrolar Birliği’nin (ATB) bir bileşeni ve ATB de tam ne olduğunu, nasıl işlediğini, hangi topluluklardan oluştuğunu, hatta hâlâ devam edip etmediğini anlayamadığım bir çatı yapısı.
Bu anlama güçlüğünün bir ilgisizlikten ya da tiyatro gündemini takip etme eksikliğinden kaynaklandığını söyleyemem. Önemli bir sorun bu yapıların bir yayınlarının olmayışı. Oysa her iki yapı da Türkiye çapında çatı örgütleri olma iddiasını taşıyor. En azından kolayca açılabilecek bir blog üzerinden niçin kendilerini tanıtıp gündemlerini yansıtmadıkları, yanıtlanması kolay bir soru değil.
Kafa karışıklığı yaratan bir başka husus, Türkiye Tiyatrolar Birliği (TTB) ile ATÇ ilişkisinin niteliği. Örneğin ben ATÇ’nin aynı zamanda bir TTB bileşeni olabileceğini düşünüyor, ama tam emin olamıyordum. Birkaç gün önce İzmir’de bir dizi seminer ve atölye etkinliği geçekleştirmek üzere EÜTT Tiyatro Günleri’ne katılmışken bir de Yenikapı Tiyatrosu'ndan arkadaşlarla buluşmak iyi olur demiştik. Bu kafa karışıklığını onlara açtım ve açıklamaları beni şaşırttı: Meğersem ATÇ TTB'den bağımsız bir yapı olmayı sürdürüyormuş.
Oysa üyesi olduğum İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu – Girişim (İATP/G), ATÇ’nin sözcülüğünü yapan Mehmet Esatoğlu ve yönetmenliğini yaptığı Tiyatro Simurg’un aynı zamanda TTB üyesi olduğunu sanıyordu. Dolayısıyla, "eğitimde cinsel taciz" konusunu TTB ile birlikte ele alırken, ayrıca Mehmet Esatoğlu’nun sözcülüğünü yaptığı ATÇ’nin muhatap alınması gerektiği hiç kimsenin aklına gelmedi. İşin tuhaf yanı ATÇ’nin de bu yönde bir girişimi olmadı. Tamam, bir TTB – İATP/G uzlaşması var; bunu Esatoğlu da onaylamış durumda, ama her nedense ortalarda ATÇ yok. Yani bir karmaşa halidir gidiyor.
Sadete gelecek olursam: ATÇ’nin temiz tiyatro adına yazdığı söylenebilecek bildiriyle ilgili bazı ayrıntılara ancak İstanbul’a döndüğümde vakıf olabildim. Öncesinde, Yenikapı Tiyatrosu'ndan bir ATÇ bildirisi yayımlandığını öğrenmiş ve temiz tiyatro adına sorunların masaya yatırılması önerisini olumlu bulduğumu söylemiştim. Fakat bildiriyi okuduğumda, oldukça soyut ve bulanıklığı kışkırtan bir anlayışla kaleme alındığını anladım.
ATÇ bildirisinin güncel olarak hangi olguyu ima ettiği kolayca keşfedilebilir bir şey: Küfür yayıncılığına karşı düzenlenen kampanya. Şunu netlikle biliyoruz: Özgür Tiyatro gibi ATÇ de kampanyaya destek vermedi. (Eğer hâlâ varsa, ATB de vermedi.) En önemlisi, ATÇ’nin de Özgür Tiyatro’nun da (eğer hâlâ varsa ATB’nin de) kampanyayı nasıl değerlendirdiklerine dair bir açıklamaları yok. Bir muamma politikası izlemekte beis görmüyorlar.
Sonuç olarak bildirinin uzun zamandır Türkiye’de moda olan “farklılık ve çeşitlilik” retoriğini esas aldığını ve tiyatro camiasının her bir köşesine mavi boncuk dağıtma gayreti içinde olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla küfür yayıncılığına karşı kampanyanın farklılıklara tahammül noktasında olumsuzlandığı söylenebilir. Üstelik “farklılık ve çeşitlilik” retoriğine bir de "LİNÇ" retoriği eşlik etmekte ve Bulunmaz-Büktel (ve yakın zaman önce onlara eklemlendiği anlaşılan Göktaş) yayıncılık hattının saldırıya uğramaktayız ve LİNÇ edilmekteyiz tezine destek sunulmaktadır.
Bildiriyi yazanlar belki şunu söyleyeceklerdir: Kimse üzerine alınmasın; biz şu ve şu somut olgudan söz etmiyoruz. Zaten sorun da burada. Küfür karşıtı kampanyanın olgulara, kanıtlara ve akıl yürütmeye ihtiyacı var. Kampanyanın altını oymak içinse çarpıtmaya, inkâra ve kafa karışıklığı yaratmaya…
Doğru, farklılıklar da çeşitlilikler de vardır. Fakat ne yazık ki çelişkiler de vardır. Zaten asıl sorun da çelişkilerin niteliği ve nasıl ele alındığıdır. Örneğin tiyatro alanında keyfi bir şekilde uzlaşmaz çelişkiler icat etmekle kalmayıp bir de bu çelişkileri ifade ederken küfür etmek meşru kabul edilebilir mi? İlk aşamada bu konuda bir anlaşma içinde olmak gerekir - ki bu ilkesel bir eksen belirlemeyi sağlar. Diyelim ki bu konuda anlaştık, ikinci aşamada Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattının küfür yayıncılığını meşrulaştırmak gibi bir çizgiye sahip olup olmadığını tespit etmek gerekir. Diyelim ki, bu konuda da anlaştık, üçüncü aşamada ilkesel olarak bu yayıncılık anlayışını reddeden bir tavır alınmasının doğru olup olmadığına karar vermek gerekir.
ATÇ ve Özgür Tiyatro’nun küfür yayıncılığına karşı olduklarını varsayacak olursak, geriye Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattının kuşkuya yer vermeyecek şekilde küfürden medet umup ummadıklarına açıklık getirmek gerekir. Örneğin "o… çocuğu" ya da "o…stopol" gibi nitelemeleri kullanmışlar mı, ona bakmak gerekir. Açık ki kullanmışlar; kullanmakla da kalmamışlar bunun anlık hezeyanlardan kaynaklı olmadığını, küfür edilebileceğini onaylamış ve bunun mertlik olduğunu iddia etmişler.
ATÇ ve Özgür Tiyatro’nun küfür edildiği ve bunun haklılaştırıldığı olgusunu kavradıklarını da varsayalım. O zaman kampanya mutlaka gerekli miydi sorusu akla gelecektir. Meğersem Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattı küfür yayıncılığını aşma konusunda bir niyete sahip olmuş ama bizim bundan haberimiz olmamış. O zaman ATÇ ve Özgür Tiyatro soyut “farklılık ve çeşitlilik” bildirileri kaleme almak yerine, bu düşüncelerini destekleyen verileri ortaya koymalı ve ona göre bir çağrı yapmalıdırlar. Böyle bir durum varsa, kampanya aktivistlerinden birisi olarak bu olguyu gözden kaçırdığım için özeleştiri vermeye hazır olduğumu belirtmek isterim. Çünkü bir şekilde suçunu kabul eden ve masaya yatırılmasına itiraz etmeyen birilerini böyle bir olgu yokmuş gibi suçlamaya devam etmek, bilinçsiz bir şekilde olsa da haksızlığa yol açacaktır.
Tiyatroyu içten içe yıpratan ve hatta çürüten anlaşmazlıkları masaya yatırmak ve bir tiyatro hukuku oluşturmak her zaman bir ihtiyaçtı ve ihtiyaç olmayı sürdürecektir. Örneğin TTB ve İATP/G "eğitimde cinsel taciz" meselesi hakkında zorlukla da olsa bir uzlaşma sağlamıştır ve bu olumlu bir gelişmedir. Fakat bu tip durumlarda, asgari düzeyde uyarıcı olmak için bile ikide bir onlarca kurumun ve yüzlerce insanın desteğini alma (yeri geldiğinde kampanyalar düzenleme) gereği doğduğunu unutmamak gerekir.
Küfür yayıncılığı meselesi niçin yıllarca askıda kaldı ve daha da kötüsü kişiselleşti? Çünkü tamamen seyirlik bir malzeme haline gelmişti. Kale almazlık tavrı yaygındı. Örneğin Özgür Başkaya sanata soldan bakış adına kimin ne derece solcu olup olmadığını tartışmanın kolay olmadığını ve tayin edilemeyeceğini söylüyordu. Yani küfür yayıncılığına karşı çıkmanın Hilmi Bulunmaz’ın solculuğunu tarttığını ve bunun yanlış olduğunu iddia ediyordu. Böylece Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattına moral destek veriyor ve sanata soldan bakarken küfür yayıncılığına ilkesel olarak karşı çıkmayı önemsizleştiriyordu. Belki de Hilmi Bulunmaz’ın küfür yayıncılığı yapmadığını düşünüyordu, ama bunu da açıkça savunamıyordu. Bu nedenle de ilkesel bulanıklığı kışkırtan bir sessizlik örgütlemeyi tercih ediyordu.
ATÇ bildirisi bu tip sessizlikleri bozmuş mu oluyor? Ne yazık ki çözüm öylesine bir araya gelmek ve tiyatroyu soyut olarak tertemiz etmek değildir. Somut vakalara ve herkes için ortak olması gerektiği varsayılan ilkesel temayüllere odaklanmak gerekir. TTB, İATP/G, ATÇ, ATB başta olmak üzere elini taşına altına sokmayı düşünen her çevre işin içine girmeli, eleştiriye de özeleştiriye de hazırlıklı olmalıdır. Bu noktada bir samimiyet ve açıklık yakalanırsa, tiyatro alanında ortak çatı arayışları adına meydana gelen örgütsel enflasyonun ve kopuklukların giderilmesi de sağlanabilir. Verili haliyle ATÇ bildirisinin bulanık suda balık avlamaya ve belli bir doygunluğa ulaşan küfür karşıtı kampanyayı bulanık sulara çekmeye çalışmanın ötesinde bir anlam ve önem üretmesi çok zordur.
Daha fazla uzatmadan gerek ATÇ gerekse Özgür Tiyatro’ya bir önerim olacak. Küfür yayıncılığına karşı kampanyaya imza vermek istememiş ve vermemiş olabilirsiniz. Özgür Tiyatro’nun 15. emek yılında Bulunmaz’ın yanı sıra sanata soldan bakmak üzere davet edilen Göktaş’ın üzerinize savcı ve polisleri salarım, salıyorum, saldım tehditleriyle kampanyanın altını oyma ve kriminalize etme girişimlerini de görmezden geliyor olabilirsiniz. Fakat soru bellidir: Küfür yayıncılığına karşı kampanya düzenlemenin ve bir kamuoyu baskısı oluşturmanın nesi yanlış, bir zahmet açıklar mısınız? Tiyatroyu içten içe çürüten eğilimlerin önüne geçilmesine yardımcı olacak toplantılar gerçekleşirse – ki buna ihtiyaç duyulduğu kesindir – gündeme gelmesi muhakkak vakalardan birisi de şu küfür yayıncılığı ve ona karşı açılan kampanya olmayacak mı?
(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)
***
ATÇ ve Özgür Tiyatro Suyu Bulandırmayı Bırakmalıdır
Ömer F. Kurhan
23 Mayıs 2009
Tiyatro Dergisi
Uzun zamandır tam ne olduğunu, nasıl işlediğini, hangi topluluklardan oluştuğunu anlamakta güçlük çektiğim bir çatı yapısı olan Amatör Tiyatrolar Çevresi (ATÇ) bir bildiri yayımlamış ve Özgür Tiyatro da bu bildiriyi desteklediğini açıklamış. Bildiğim kadarıyla Özgür Tiyatro da Amatör Tiyatrolar Birliği’nin (ATB) bir bileşeni ve ATB de tam ne olduğunu, nasıl işlediğini, hangi topluluklardan oluştuğunu, hatta hâlâ devam edip etmediğini anlayamadığım bir çatı yapısı.
Bu anlama güçlüğünün bir ilgisizlikten ya da tiyatro gündemini takip etme eksikliğinden kaynaklandığını söyleyemem. Önemli bir sorun bu yapıların bir yayınlarının olmayışı. Oysa her iki yapı da Türkiye çapında çatı örgütleri olma iddiasını taşıyor. En azından kolayca açılabilecek bir blog üzerinden niçin kendilerini tanıtıp gündemlerini yansıtmadıkları, yanıtlanması kolay bir soru değil.
Kafa karışıklığı yaratan bir başka husus, Türkiye Tiyatrolar Birliği (TTB) ile ATÇ ilişkisinin niteliği. Örneğin ben ATÇ’nin aynı zamanda bir TTB bileşeni olabileceğini düşünüyor, ama tam emin olamıyordum. Birkaç gün önce İzmir’de bir dizi seminer ve atölye etkinliği geçekleştirmek üzere EÜTT Tiyatro Günleri’ne katılmışken bir de Yenikapı Tiyatrosu'ndan arkadaşlarla buluşmak iyi olur demiştik. Bu kafa karışıklığını onlara açtım ve açıklamaları beni şaşırttı: Meğersem ATÇ TTB'den bağımsız bir yapı olmayı sürdürüyormuş.
Oysa üyesi olduğum İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu – Girişim (İATP/G), ATÇ’nin sözcülüğünü yapan Mehmet Esatoğlu ve yönetmenliğini yaptığı Tiyatro Simurg’un aynı zamanda TTB üyesi olduğunu sanıyordu. Dolayısıyla, "eğitimde cinsel taciz" konusunu TTB ile birlikte ele alırken, ayrıca Mehmet Esatoğlu’nun sözcülüğünü yaptığı ATÇ’nin muhatap alınması gerektiği hiç kimsenin aklına gelmedi. İşin tuhaf yanı ATÇ’nin de bu yönde bir girişimi olmadı. Tamam, bir TTB – İATP/G uzlaşması var; bunu Esatoğlu da onaylamış durumda, ama her nedense ortalarda ATÇ yok. Yani bir karmaşa halidir gidiyor.
Sadete gelecek olursam: ATÇ’nin temiz tiyatro adına yazdığı söylenebilecek bildiriyle ilgili bazı ayrıntılara ancak İstanbul’a döndüğümde vakıf olabildim. Öncesinde, Yenikapı Tiyatrosu'ndan bir ATÇ bildirisi yayımlandığını öğrenmiş ve temiz tiyatro adına sorunların masaya yatırılması önerisini olumlu bulduğumu söylemiştim. Fakat bildiriyi okuduğumda, oldukça soyut ve bulanıklığı kışkırtan bir anlayışla kaleme alındığını anladım.
ATÇ bildirisinin güncel olarak hangi olguyu ima ettiği kolayca keşfedilebilir bir şey: Küfür yayıncılığına karşı düzenlenen kampanya. Şunu netlikle biliyoruz: Özgür Tiyatro gibi ATÇ de kampanyaya destek vermedi. (Eğer hâlâ varsa, ATB de vermedi.) En önemlisi, ATÇ’nin de Özgür Tiyatro’nun da (eğer hâlâ varsa ATB’nin de) kampanyayı nasıl değerlendirdiklerine dair bir açıklamaları yok. Bir muamma politikası izlemekte beis görmüyorlar.
Sonuç olarak bildirinin uzun zamandır Türkiye’de moda olan “farklılık ve çeşitlilik” retoriğini esas aldığını ve tiyatro camiasının her bir köşesine mavi boncuk dağıtma gayreti içinde olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla küfür yayıncılığına karşı kampanyanın farklılıklara tahammül noktasında olumsuzlandığı söylenebilir. Üstelik “farklılık ve çeşitlilik” retoriğine bir de "LİNÇ" retoriği eşlik etmekte ve Bulunmaz-Büktel (ve yakın zaman önce onlara eklemlendiği anlaşılan Göktaş) yayıncılık hattının saldırıya uğramaktayız ve LİNÇ edilmekteyiz tezine destek sunulmaktadır.
Bildiriyi yazanlar belki şunu söyleyeceklerdir: Kimse üzerine alınmasın; biz şu ve şu somut olgudan söz etmiyoruz. Zaten sorun da burada. Küfür karşıtı kampanyanın olgulara, kanıtlara ve akıl yürütmeye ihtiyacı var. Kampanyanın altını oymak içinse çarpıtmaya, inkâra ve kafa karışıklığı yaratmaya…
Doğru, farklılıklar da çeşitlilikler de vardır. Fakat ne yazık ki çelişkiler de vardır. Zaten asıl sorun da çelişkilerin niteliği ve nasıl ele alındığıdır. Örneğin tiyatro alanında keyfi bir şekilde uzlaşmaz çelişkiler icat etmekle kalmayıp bir de bu çelişkileri ifade ederken küfür etmek meşru kabul edilebilir mi? İlk aşamada bu konuda bir anlaşma içinde olmak gerekir - ki bu ilkesel bir eksen belirlemeyi sağlar. Diyelim ki bu konuda anlaştık, ikinci aşamada Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattının küfür yayıncılığını meşrulaştırmak gibi bir çizgiye sahip olup olmadığını tespit etmek gerekir. Diyelim ki, bu konuda da anlaştık, üçüncü aşamada ilkesel olarak bu yayıncılık anlayışını reddeden bir tavır alınmasının doğru olup olmadığına karar vermek gerekir.
ATÇ ve Özgür Tiyatro’nun küfür yayıncılığına karşı olduklarını varsayacak olursak, geriye Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattının kuşkuya yer vermeyecek şekilde küfürden medet umup ummadıklarına açıklık getirmek gerekir. Örneğin "o… çocuğu" ya da "o…stopol" gibi nitelemeleri kullanmışlar mı, ona bakmak gerekir. Açık ki kullanmışlar; kullanmakla da kalmamışlar bunun anlık hezeyanlardan kaynaklı olmadığını, küfür edilebileceğini onaylamış ve bunun mertlik olduğunu iddia etmişler.
ATÇ ve Özgür Tiyatro’nun küfür edildiği ve bunun haklılaştırıldığı olgusunu kavradıklarını da varsayalım. O zaman kampanya mutlaka gerekli miydi sorusu akla gelecektir. Meğersem Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattı küfür yayıncılığını aşma konusunda bir niyete sahip olmuş ama bizim bundan haberimiz olmamış. O zaman ATÇ ve Özgür Tiyatro soyut “farklılık ve çeşitlilik” bildirileri kaleme almak yerine, bu düşüncelerini destekleyen verileri ortaya koymalı ve ona göre bir çağrı yapmalıdırlar. Böyle bir durum varsa, kampanya aktivistlerinden birisi olarak bu olguyu gözden kaçırdığım için özeleştiri vermeye hazır olduğumu belirtmek isterim. Çünkü bir şekilde suçunu kabul eden ve masaya yatırılmasına itiraz etmeyen birilerini böyle bir olgu yokmuş gibi suçlamaya devam etmek, bilinçsiz bir şekilde olsa da haksızlığa yol açacaktır.
Tiyatroyu içten içe yıpratan ve hatta çürüten anlaşmazlıkları masaya yatırmak ve bir tiyatro hukuku oluşturmak her zaman bir ihtiyaçtı ve ihtiyaç olmayı sürdürecektir. Örneğin TTB ve İATP/G "eğitimde cinsel taciz" meselesi hakkında zorlukla da olsa bir uzlaşma sağlamıştır ve bu olumlu bir gelişmedir. Fakat bu tip durumlarda, asgari düzeyde uyarıcı olmak için bile ikide bir onlarca kurumun ve yüzlerce insanın desteğini alma (yeri geldiğinde kampanyalar düzenleme) gereği doğduğunu unutmamak gerekir.
Küfür yayıncılığı meselesi niçin yıllarca askıda kaldı ve daha da kötüsü kişiselleşti? Çünkü tamamen seyirlik bir malzeme haline gelmişti. Kale almazlık tavrı yaygındı. Örneğin Özgür Başkaya sanata soldan bakış adına kimin ne derece solcu olup olmadığını tartışmanın kolay olmadığını ve tayin edilemeyeceğini söylüyordu. Yani küfür yayıncılığına karşı çıkmanın Hilmi Bulunmaz’ın solculuğunu tarttığını ve bunun yanlış olduğunu iddia ediyordu. Böylece Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattına moral destek veriyor ve sanata soldan bakarken küfür yayıncılığına ilkesel olarak karşı çıkmayı önemsizleştiriyordu. Belki de Hilmi Bulunmaz’ın küfür yayıncılığı yapmadığını düşünüyordu, ama bunu da açıkça savunamıyordu. Bu nedenle de ilkesel bulanıklığı kışkırtan bir sessizlik örgütlemeyi tercih ediyordu.
ATÇ bildirisi bu tip sessizlikleri bozmuş mu oluyor? Ne yazık ki çözüm öylesine bir araya gelmek ve tiyatroyu soyut olarak tertemiz etmek değildir. Somut vakalara ve herkes için ortak olması gerektiği varsayılan ilkesel temayüllere odaklanmak gerekir. TTB, İATP/G, ATÇ, ATB başta olmak üzere elini taşına altına sokmayı düşünen her çevre işin içine girmeli, eleştiriye de özeleştiriye de hazırlıklı olmalıdır. Bu noktada bir samimiyet ve açıklık yakalanırsa, tiyatro alanında ortak çatı arayışları adına meydana gelen örgütsel enflasyonun ve kopuklukların giderilmesi de sağlanabilir. Verili haliyle ATÇ bildirisinin bulanık suda balık avlamaya ve belli bir doygunluğa ulaşan küfür karşıtı kampanyayı bulanık sulara çekmeye çalışmanın ötesinde bir anlam ve önem üretmesi çok zordur.
Daha fazla uzatmadan gerek ATÇ gerekse Özgür Tiyatro’ya bir önerim olacak. Küfür yayıncılığına karşı kampanyaya imza vermek istememiş ve vermemiş olabilirsiniz. Özgür Tiyatro’nun 15. emek yılında Bulunmaz’ın yanı sıra sanata soldan bakmak üzere davet edilen Göktaş’ın üzerinize savcı ve polisleri salarım, salıyorum, saldım tehditleriyle kampanyanın altını oyma ve kriminalize etme girişimlerini de görmezden geliyor olabilirsiniz. Fakat soru bellidir: Küfür yayıncılığına karşı kampanya düzenlemenin ve bir kamuoyu baskısı oluşturmanın nesi yanlış, bir zahmet açıklar mısınız? Tiyatroyu içten içe çürüten eğilimlerin önüne geçilmesine yardımcı olacak toplantılar gerçekleşirse – ki buna ihtiyaç duyulduğu kesindir – gündeme gelmesi muhakkak vakalardan birisi de şu küfür yayıncılığı ve ona karşı açılan kampanya olmayacak mı?
(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)