24 Kasım 2012 Cumartesi

Yüzde yüz katılmamakla birlikte aşağıdaki yazıyı önemsiyoruz!

Devlet Tiyatroları Ne İşe Yarar

Mustafa Geçer
22 Haziran 2012


Batı medeniyeti ürünü kurum ve kavramların, batılılaşma hareketleri ve projesi ile Türkiye'ye taşınmaya başlanmasına yönelik devrimlerle beraber hayatımızda birçok değişiklikler meydana getirildi. Top yekun bir batılılaşma hareketi devam ederken, milletin buna direnme gücü, ülkede ne oluyor bitiyor bunu öğrenme şansı dahi yoktu.

Devlet Tiyatroları denen kurumlarda Avrupa ülkelerinden ithal edildi.

Tiyatro, kültürel batılılaşmanın önemli bir ayağı idi. Tiyatrosuz batılı olmak büyük bir eksiklik olacağından, tiyatronun derhal ithal edilmesi lâzımdı. Bu batılılaşmanın olmazsa olmazı olarak görülüyordu.

Sorun, batı tipi tiyatroyu kim getirecekti, bunun sahnelediği oyunları kim seyredecekti, bu işe kim para yatıracaktı? Türkiye için bu iş, kârlı bir iş değildi. Kimse cebinden para koyarak Türkiye’de bu işe soyunmazdı. Belki kiliseler birliği bu işi misyonerlik faaliyetlerinin bir aracı olarak destekleyebilirdi. Müslüman topluma, tiyatro eserleri ile Hristiyan tipi yaşama kültürünü aşılayabilirlerdi. Ancak öyle olmadı, bu işe devlet sahip çıktı. Bu işi devlet hazinesinden finanse ederek tiyatroları batılılaşmanın bir mabedi haline getirmek akıllıca bir politika olarak görüldü. Buna hiç kimse de karşı gelemezdi.Ne de olsa devlet işin içinde. Çağdaşlığa(!) kimse karşı gelip ipe gitmek istemezdi.

Nihayet 1936 yılında kurulan konservatuvarın yöneticiliğine ve baniliğine Carl Ebert görevlendirildi. Müslüman kültüründe böyle şeyler olmadığından bu işi ancak bir Avrupalı yapabilirdi. Öyle de oldu.

1940 yılında "Tiyatro ve Opera Tatbikat Sahnesi" kuruldu. Millet kendi camisini mabedini kendisi yaparken,devlet yöneticileri bu tip kurumları milletten topladığı vergilerle büyük paralar sarf ederek inşa etmeye başladı. Halk bu gibi batı kaynaklı kurumlara pek rağbet etmedi, hatta karşı durdu. Kendi doğrularına aykırı ve zararlı gördü. Halk biliyordu ki tek parti döneminde milletin inancına savaş açılmış, hayırlı hiçbir iş yapılmıyordu. Tiyatro ile de halka hayırlı bir şey verilmeyecek, batı yaşam tarzı ve inancının propogandası yapılacaktı.

1947'de Carl Ebert yöneticilikten ayrıldı. Yöneticiliğe yerli biri, Muhsin Ertuğrul getirildi.

1948'de küçük ve büyük tiyatrolar açıldı. 1949'da Devlet Tiyatrosu "Devlet Tiyatrosu ve Operası” olarak kuruldu.

Küçük Tiyatro, Cevat Fehmi Başkut'un "Küçük Şehir" eserini, Büyük Tiyatro J. W. Goethe'nin "Faust"unu sahneledi. Daha sonraları, Jan De Hartog, Garson Kanin, Albert Camus, L. Pirandello, Lillian Helman, Strati Karra, William Shakespeare, Jean Paul Sartre, Athol Fugard gibi yabancı yazarların; Dinçer Sümer, Necati Cumalı, Aziz Nesin, Nâzım Hikmet Ran gibi yerli yazarların eserlerini sıklıkla sahneledi. 2003 yılından sonra daha çok Nâzım Hikmet Ran'ın "Kuvayı Milliye"sini, Güngör Dilmen'in Deli Dumrul’u, Martin Mcdonaugh'un, Leenane'nin Güzellik Kraliçesi, Orientexpress 2008'den itibaren "Vagon Tiyatro" ile Ankara –Tatvan hattında ve doğu batı kültürünü birleştirmeyi amaçlayan Orientexpess, Ankara- Almanya güzergâhında hizmet(!) vermeye devam etti. Bunlara sormak lâzım, bu millete mâl olmuş onların kutsallarını, değerlerini günümüze taşımış,Necip Fazıl gibi, Mehmet Akif gibi hiçbir yazarın eserini sahnelediniz mi? Hayır, sahnelemezler. Bu amaca aykırı düşer.

Vatandaş tiyatrocuları tanımaz, tiyatroya gitmez, gidene de iyi gözle bakmaz, bunu da gayet iyi biliyorlar.

Hükümet, her şeyi özelleştirdiği gibi Devlet Tiyatroları'nı da özelleştirme kapsamına aldı. En isabetli özelleştirme kararını da almış oldu. Bu karar daha kesinleşmeden, uygulama alanına konmadan, bir kısım asalak, kendilerini çağdaş sanatçılar olarak kabul eden canlı türü koro halinde bağrışmaya başladılar. Bu eylemi millet hayrına, sanat aşkına yaptıklarına hiç inanmıyorum. Devlet sanatçısı payesi ile bugüne kadar milletin sırtından aldıkları paracıklar ün ve unvanları, beş para etmez sanatları(!), milletin kutsallarına küfretme, alaya alma, onlarla eğlenme, dolçe vitaları, ellerinden gidecek diye koro halinde böğürüyorlar.

Devlet Tiyatroları geçen yıl 126.000.000.-TL gider yapmış, buna karşılık yaptığı hasılat 4.900.000.-TL olmuştur. Yani; 121.100.000.-TL zarar etmiştir. Aradaki fark bu fakir milletin kesesinden, hazineden ödenmiştir. 2012 yılı bütçesinden 136.000.000.-TL ödenek ayrılmıştır. Bu işin içinde Şehir Tiyatroları da yoktur. Sanatlarını özgürce icra etsinler, gişe rekorları kırsınlar, büyük paralar kazansınlar, yeter ki milletin sırtından insinler, millete ve değerlerine hakaret mabedi hâline getirdikleri tiyatrolarının bedelini millete ödetmesinler.

Bir zamanlar, tek parti döneminde yapılan sanat etkinlikleri hep anlatılır. Erzincan'a milleti çağdaşlaştırmak(!) için senfoni orkestrası konser vermeye gelir. CHP tek parti dönemidir, İl valisi CHP il başkanıdır, halkı jandarma marifetiyle bir salona doldurtur. Onlara konser dinletip çağdaş ve batılı olmalarına katkıda bulunup hayır(!) işleme niyetindedir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası gelir sahneye yerleşir. Orkestra büyük bir iştahla sanatını icra eder. Konser bitince, önceden bu kadar kalabalık izleyici beklemeyen şef, bir yaşlı vatandaşa döner ve "Tebrik ederim sizleri, bu şehirde bu kadar sanatsever olacağını tahmin etmemiştim, konseri nasıl buldunuz?" diye sorar. Yaşlı amca: "Oğlum Erzincan'a Ruslar geldi zulmetti, Ermeni çeteleri zulmetti, Pontuslu geldi zulmetti ancak Erzincan, Erzincan olalı bu zulmü görmedi." der. Halkın genetiğine aykırı bu işi, sanattan öte içeriğini, halkımız zulüm olarak algılamıştır. Bu milletin % 1 i dahi hâlen Devlet Tiyatroları'na gitmez. Birincisi, böylesi tiyatro geleneğinde yoktur. İkincisi, tiyatrodan çok içeriği ile verilmek istenen şeye karşıdır. Tiyatro, halkın kültür ve inancına uygun temsiller için kullanılsa, milletin kültürüne hizmet edecek içerikli oyunlar sergilense, halk tiyatroya gider. Konuları iyi tiyatrolara amatör tiyatrocular oynasa bile halkın gittiği görülüyor.

Hazırlanan yasa taslağında, Devlet Tiyatroları sanatçılarının yüksek tazminatla emekli edileceği, emekli olmak istemeyenlerin çalışmasalar dahi maaş almaya devam edebilecekleri ifade ediliyor. Buna hiç gerek yok ve böyle yapılırsa büyük haksızlık yapılmış olur. Bunlara yüksek tazminat verilmesi diğer çalışanlara haksızlık olur.Bunlar imtiyazlı sınıf değildir. Hukuk devletinde imtiyaz olamaz. Tazminat bir yana, devlet kurumlarını zarar ettirdiklerinden dolayı sorgulanmaları ve izahları yeterli ve haklı bulunmaz ise yöneticilerine zimmet çıkarılması gerekir. Adil olan budur.

İnşallah milletin hayrına sonuçlandırılır. Bunun devamında, kültürümüzde olmayan, Devlet Opera ve Balesi, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası gibi kurumlar da milletin sırtından indirilir. İndirilmelidir. Bu işlerin sevdalıları, her meslekte olduğu gibi yapacakları sanatın sermayesini kendileri koysunlar. Bundan daha tabii ne olabilir. Bu çağdaşlık havarileri, hiç olmazsa millete milletin paraları ile değil, kendi paraları ile hizmet edip, bedelini de hizmeti alanlardan tahsil etsinler. Devletten kuruş yardım almadan bu işi yapan çok sanatçımız var.

Bunların seküler içerikli sahne oyunları için, benim de verdiğim vergilerden oluşan hazine gelirlerinden ödenen paraların en azından kendi payıma düşenini helal etmiyorum.

Diğer mükellef vatandaşlar bu konuda iradelerinde özgürdürler.

(Kaynak: Dünya Times)