Türkiye tiyatrosunun çok büyük bir hızla, hem de şimşek hızıyla çürüyüp küflenerek ceset hâline gelmesinin birçok acıtıcı nedeni olmakla birlikte, Türkiye'de yaşamasına karşın, beynini, yüreğini Türkiye tiyatro sanatına Fransız kalan ülkelerdeki çürümüş tiyatro vestiyerlerine ve/ya holding basınının nemli dolaplarına teslim etmiş eleştirmenlerin muktedir olmaları ciddi nedenlerden biridir.
Zeynep Oral da, yukarıdaki eşkal çerçevesinde tanımlanmayı hak eden tiyatro sanatına yabancılaştırıcı iktidar sahiplerinden biridir.
Zeynep Oral'ın, tiyatro sanatının estetik düzeyini iyice düşürücü yazılarına yer vermeyi kesinlikle düşünmek istemememize karşın, zaman zaman LİNÇÇİ (Örnekse bakınız: Mimesis) tiyatro siteleri, bu Türkiye tiyatrosuna Fransız / Fransız tiyatrosuna Türk kalan tiyatral muktedire yer verdikleri için, okurlarımızı bilinçlendirmek adına, bu muktedire ve tüm tiyatro muktedirlerine karşı tavrımızı, bir kez daha göstermek için, istemeye istemeye de olsa, Zeynep Oral ve diğer "Zeynep Oral'lar"a yer vermek zorunda kalıyoruz.
İçimizi bunaltan yazılar kaleme alarak, tiyatro sanatının estetik düzeyini iyice düşüren, tiyatro içeriğini kirleten Zeynep Oral'ın, Türkiye tiyatrosuna Fransız / Fransız tiyatrosuna Türk kaldığını kanıtlayan yüzeysel yazısına göz atmakta yarar var kanısındayım.
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
Tiyatroda farklı renkler
PARİS SONBAHAR FESTİVALİ DOLUDİZGİN...
Zeynep Oral
2 Kasım 2012
41. Paris Sonbahar Festivali, kentin sanatsal etkinliğini daha da geniş bir yelpazeye yayan bir etkinlik. Kuruluş yıllarını anımsıyorum: Fransızların fazla“Fransız kalmasını” önlemek, dünya kültürlerine açılması içindi. Oysa bence daha o tarihte bile, kendi ülkelerinde engellerle karşılaşan sanatçıların Mekke’siydi Paris. Bakınız: Peter Brook, Mehmet Ulusoy vb…
Paris Sonbahar Festivali, ülkenin ünlü kurumu “Theatre de la Ville” (Şehir Tiyatrosu) ve genç sanat yönetmeni Emmanuel Demarcy Mota’ya teslim edildiğinden beri daha da renklenmiş. (Mota’nın sağ kolu, ikinci kuşak bir Türk: Alpar Ok.) Paris günlerime sığdırabildiğim üç tiyatro olayından biri Şehir Tiyatrosu’nda izlediğim “Dağ, Giysisini Değiştirdiğinde” adlı prodüksiyondu.
Müzik-tiyatro buluşmaları
İstanbul Tiyatro Festivali izleyicisi Heiner Goebbels’i bilir. Müzikle tiyatroyu buluşturan beste J.J. Rousseau’dan Gertrude Stein’a çeşitli metinleri,Brahms’tan Goebbels bestelerine çeşitli müzikleri bir araya getiren bu görsel/işitsel şölen, değişimi anlatıyordu: Mevsimlerin geçişi, dönemlerin geçişi, şarkıların geçişi… Kâh gizemli gerilimli sahneler, kâh ilginç koreografiler... Ön planda hep kız çocuğu sesleri; koronun ritmi ve şarkıları…
Açılış sahnesi en çarpıcı olandı: 30 genç kız, birbirine iyice sokulmuş (sığınmış) minicik adımlarla kimi zaman yüzlerini elleriyle kapatarak sahneyi bir uçtan ötekine kat ederken, güven verici bir ses “Beni dinle, her şey iyi olacak” tümcesini tekrarlıyordu. Bir anda Bosna ve tüm savaşlardaki toplu tecavüzler aklıma yerleşti! Zaten Heiner Goebbels’e göre, her izleyici kendi çağrışımlarını ve yorumlarını getirmeliydi tüm bu kopuk sahnelere…
Müzik tiyatro buluşması, Theatre de Chaillot’da izlediğim “Noéplanete” adlı oyunda da vardı. Dünyanın sonunun geldiğine inanılan bir gezegendeyiz; insanlar kurtarıcı arıyor… Bu konuyu Macar yönetmen Arpad Schilling, bir grup genç oyuncu, müzisyen, akrobat ve “sokaktaki adam”la çalışmış…Araya sirk ve sinema ögeleri katmış. Şimdi çok moda bir akım olan,“sokaktaki adam”ı da sahneye çıkarıp kendi günlük yaşamını anlattırarak bir oyun kurmuştu. Tiyatro tadı vermekten uzaktı.
Pinter’ın ‘Eve Dönüş’ü
İşte dört dörtlük muhteşem bir oyun: Harold Pinter’dan “Eve Dönüş”, Odeon Tiyatrosu’nda kapalı gişe oynuyordu.
Uluslararası arenada sayısız başarıya imza atmış İsviçreli yönetmen Luc Bondy, Pinter’in oyununu, bütün ironisi, diyalektik anlayışı ve de (oh nihayet!) feminist söylemini ortaya çıkararak yorumlamıştı. Pinter’ın “en rahatsız edici” diye bilinen oyununu Luc Bondy hem çok dinamik hem de soru sorduran biçimde sahnelemişti. Muhteşem oyuncular, Bruno Ganz(Baba), Fransız tiyatrosunun iki genç yeteneği Micha Lescot (Lenny) ve rolünün tüm hakkını veren güzeller güzeli Emmanuelle Seigner (Ruth) eşsiz bir tiyatro tadı almamızı garantiliyordu.
(Kaynak: Cumhuriyet)
Zeynep Oral da, yukarıdaki eşkal çerçevesinde tanımlanmayı hak eden tiyatro sanatına yabancılaştırıcı iktidar sahiplerinden biridir.
Zeynep Oral'ın, tiyatro sanatının estetik düzeyini iyice düşürücü yazılarına yer vermeyi kesinlikle düşünmek istemememize karşın, zaman zaman LİNÇÇİ (Örnekse bakınız: Mimesis) tiyatro siteleri, bu Türkiye tiyatrosuna Fransız / Fransız tiyatrosuna Türk kalan tiyatral muktedire yer verdikleri için, okurlarımızı bilinçlendirmek adına, bu muktedire ve tüm tiyatro muktedirlerine karşı tavrımızı, bir kez daha göstermek için, istemeye istemeye de olsa, Zeynep Oral ve diğer "Zeynep Oral'lar"a yer vermek zorunda kalıyoruz.
İçimizi bunaltan yazılar kaleme alarak, tiyatro sanatının estetik düzeyini iyice düşüren, tiyatro içeriğini kirleten Zeynep Oral'ın, Türkiye tiyatrosuna Fransız / Fransız tiyatrosuna Türk kaldığını kanıtlayan yüzeysel yazısına göz atmakta yarar var kanısındayım.
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
Tiyatroda farklı renkler
PARİS SONBAHAR FESTİVALİ DOLUDİZGİN...
Zeynep Oral
2 Kasım 2012
41. Paris Sonbahar Festivali, kentin sanatsal etkinliğini daha da geniş bir yelpazeye yayan bir etkinlik. Kuruluş yıllarını anımsıyorum: Fransızların fazla“Fransız kalmasını” önlemek, dünya kültürlerine açılması içindi. Oysa bence daha o tarihte bile, kendi ülkelerinde engellerle karşılaşan sanatçıların Mekke’siydi Paris. Bakınız: Peter Brook, Mehmet Ulusoy vb…
Paris Sonbahar Festivali, ülkenin ünlü kurumu “Theatre de la Ville” (Şehir Tiyatrosu) ve genç sanat yönetmeni Emmanuel Demarcy Mota’ya teslim edildiğinden beri daha da renklenmiş. (Mota’nın sağ kolu, ikinci kuşak bir Türk: Alpar Ok.) Paris günlerime sığdırabildiğim üç tiyatro olayından biri Şehir Tiyatrosu’nda izlediğim “Dağ, Giysisini Değiştirdiğinde” adlı prodüksiyondu.
Müzik-tiyatro buluşmaları
İstanbul Tiyatro Festivali izleyicisi Heiner Goebbels’i bilir. Müzikle tiyatroyu buluşturan beste J.J. Rousseau’dan Gertrude Stein’a çeşitli metinleri,Brahms’tan Goebbels bestelerine çeşitli müzikleri bir araya getiren bu görsel/işitsel şölen, değişimi anlatıyordu: Mevsimlerin geçişi, dönemlerin geçişi, şarkıların geçişi… Kâh gizemli gerilimli sahneler, kâh ilginç koreografiler... Ön planda hep kız çocuğu sesleri; koronun ritmi ve şarkıları…
Açılış sahnesi en çarpıcı olandı: 30 genç kız, birbirine iyice sokulmuş (sığınmış) minicik adımlarla kimi zaman yüzlerini elleriyle kapatarak sahneyi bir uçtan ötekine kat ederken, güven verici bir ses “Beni dinle, her şey iyi olacak” tümcesini tekrarlıyordu. Bir anda Bosna ve tüm savaşlardaki toplu tecavüzler aklıma yerleşti! Zaten Heiner Goebbels’e göre, her izleyici kendi çağrışımlarını ve yorumlarını getirmeliydi tüm bu kopuk sahnelere…
Müzik tiyatro buluşması, Theatre de Chaillot’da izlediğim “Noéplanete” adlı oyunda da vardı. Dünyanın sonunun geldiğine inanılan bir gezegendeyiz; insanlar kurtarıcı arıyor… Bu konuyu Macar yönetmen Arpad Schilling, bir grup genç oyuncu, müzisyen, akrobat ve “sokaktaki adam”la çalışmış…Araya sirk ve sinema ögeleri katmış. Şimdi çok moda bir akım olan,“sokaktaki adam”ı da sahneye çıkarıp kendi günlük yaşamını anlattırarak bir oyun kurmuştu. Tiyatro tadı vermekten uzaktı.
Pinter’ın ‘Eve Dönüş’ü
İşte dört dörtlük muhteşem bir oyun: Harold Pinter’dan “Eve Dönüş”, Odeon Tiyatrosu’nda kapalı gişe oynuyordu.
Uluslararası arenada sayısız başarıya imza atmış İsviçreli yönetmen Luc Bondy, Pinter’in oyununu, bütün ironisi, diyalektik anlayışı ve de (oh nihayet!) feminist söylemini ortaya çıkararak yorumlamıştı. Pinter’ın “en rahatsız edici” diye bilinen oyununu Luc Bondy hem çok dinamik hem de soru sorduran biçimde sahnelemişti. Muhteşem oyuncular, Bruno Ganz(Baba), Fransız tiyatrosunun iki genç yeteneği Micha Lescot (Lenny) ve rolünün tüm hakkını veren güzeller güzeli Emmanuelle Seigner (Ruth) eşsiz bir tiyatro tadı almamızı garantiliyordu.
(Kaynak: Cumhuriyet)