Nora'nın Öyküsü İzmir Devlet Tiyatrosu'nda: Bir Bebek Evi
Üstün Akmen
30 Ekim 2012
Norveçli yazar Henrik Ibsen (1828-1906)'in 1879 yılında yazdığı (bana göre) aristokrasi tragedyası niteliğindeki tiyatro eseri "Nora-Bir Bebek Evi", bu sezon İzmir Devlet Tiyatrosu yapımı olarak Cem Emüler'in rejisinden izlenmekte. Erkek egemen burjuva dünyasında özgürlüğünün peşinden giden, çevresindeki yıkımın içinden bir anlamda zaferle çıkan Nora'yı Özlem Başkaya'nın özümlemesini pek sevdim. Cem Emüler'in özgün metindeki "bağlardan kurtuluş" temasını hem kadın hem de erkek gözüyle okunmasına olanak sağlayan rejisini de beğendim, ama eline olanak geçmişken Nora üzerinden grotesk öğelerden de yararlanarak Nora’nın erkek egemen toplumun boyunduruğuna karşı duruşundan nasıl oldu da bir manifesto çıkarmadı, doğrusu merak ettim. Gene de, kadın-erkek karşıtlığı içinde toplumsal mekanizmayı gözlerimizin önüne sermesini ilgiyle izledim.
elbise kutusu öyle mi olur ayol
Dolayısıyla Cem Emüler’in rejisine kötü diyemem, ama Nora eve yılbaşı çamını taşıyan bir kadınla geldiğinde, o soğuk havada cümle kapısını neden açık bırakıyor; Kristina’nın geldiği tabloda, Nora neden Helene’i çağırmıyor da Kristina’nın valizini ve paltosunu götürüp kendisi salon kapısının dışına bırakıyor, anlayamadım. Posta kutusu da daha dolu olmalı öyle değil mi ama? Elbise kutusunun pasta kutusu kadar küçük tutulmasının sorumlusu kim, işin orasını da bilemedim. Bütün bunların dışında, olayların mantığa uygunluğunu, M. Kemal Gürgün’ün ışığının etkilerini, oyuncuların doğallığını, grup simetrisini Emüler hiç mi hiç savsaklamamış. M. Kemal Gürgün’ün, birinci perdede kullandığı dış ışığın bu denli çiğ olmasını ise daha oyun başlar başlamaz eleştirdim.
yılmaz öğüt’ün çevirisi
Tiyatro oyun metninin, diyaloglara dayanan bir yazın türü olduğu dikkate alınır ve de çeviri, dilin günlük konuşma diline, yani yaşanan dile uygunluğuyla değerlendirilirse T. Yılmaz Öğüt’ün (Ibsen-Toplu Oyunları 2/Mitos Boyut Yayınları, 2011) çevirisini alkışlamamız gerekiyor. Savaş Çevirel’in dekor tasarımı ise seyirciyi diri tutuyor, sürekli uyarıyor, oyuncunun oyunu ile doğrudan bağ kurmasına yarıyor, ama cümle kapısı açılınca neden dar aralıkta duvarı görüyoruz, Çevirel neden başka bir çare bulamamış, işte işin burası anlaşılamıyor. Bir de, gayet titiz çalışmış belli de, şöminenin bacasını bile düşünmüş, tamam da, sağdaki kapağını açık bırakarak şöminenin içinde yanmayan (ve hiç yanmayacak) odunları neden izleyiciye gösteriyor, bu küçük dikkatsizliğin de içinden çıkılamıyor. Diğer taraftan, M. Kemal Gürgün, şöminenin içindeki ışığın inandırıcılığıyla eleştirmen puanı topluyor.
cüneyt şekercioğlu’nun tarantella koreografisi
Funda Çebi Bozdoğan, oyun için gayet zevkli giysiler tasarlamış, Nora’nın üç kostümü, hele hele Tarantella giysisi pek güzel. Torvald’ın ve Doktor Rank’ın gömlekleri ne derece dönemsel emin değilim, ama Funda Çebi mutlaka araştırmıştır deyip susmayı yeğliyorum. Müziklerin seçkisini kim yaptıysa, uygun olduğunu söylüyorum. Cüneyt Şekercioğlu’nun Tarantella Dansı’ndaki koreografisiniyse, Nora’nın dönüşümünün bedensel “eğretilemesini” simgelemesi açısından fevkalade başarılı bulduğumu itiraf ediyorum. Şekercioğlu’nun Tarantella koreografisi, bilinçdışını akıldışı büyüsellikle buluşturan mistik bir simge. Şekercioğlu’nu yürekten kutluyorum.
ve de oyuncular
Oyunculardan Damla Ardal, Helene olarak görevini “bihakkın” yapıyor. Emektar Dadı’da Birsel Aygün hayli zayıf kalmakta. Mehmet Avdan, kemik veremli bir hastayı hiç gözlemlememiş, yani bana sorarsa (ki neden sorsun) role yeterince hazırlanmamış. Doktor Rank’ın omurgası, kalçası, dizleri, ayakları, kaburgaları, dirsekleri, elleri (maşallah) hastalıktan hiç etkilenmemiş. Melike Aslı Sinke, Kristina Linde’ye can verirken rolü ikinci perdede iyiden iyiye ezbere dayıyor. Doğrusu kendisini “Kadın ile Memur”da da izlemek isterdim. Yeteneği belli bir oyuncu Melike Aslı Sinke, umarım ilerideki oyunlarda bu tutumunu düzeltecektir. Krogstad’da Gürol Tonbul karakterin içsel, ruhsal imgelerini hakkıyla veriyor. Yusuf Köksal, Torvald Helmer’in tutkularını değil, onun bileşimini oluşturan duygularını öne çıkarıyor, çok da iyi ediyor, ama kusuru Torvald’ın duygularına doğrudan, hiçbir hazırlık ya da destek olmadan ulaşmaya çalışmasında. Özdeşleşeceği karakterin dokusunun nahif maddesini kavraması ya da o dokuyu çabuk yakalamanın zorluğunun bilincinde olmasını diliyorum.
nora’da Özlem Başkaya’ya gelinceeee.
Nora rolünde izlediğim Özlem Başkaya’nın, yönetmene kendisini fiziksel olarak en yüksek derecede teslim etmiş olduğu anlaşılmakta. Özlem Başkaya, Nora’nın duygularını “psikolojik coşkularla” değil, somut ve olabildiğince net fiziksel aksiyonlarla aktarıyor. Nora’nın fiziksel yaşamına ilişkin somut bir çizgi sağladığı için boşlukta salınmıyor, sallanmıyor, iyice belirginleştirdiği patika yol boyunca kendinden hayli emin, ilerliyor.
Temellendirdiği aksiyonlar, rolünü kurmasına yardımcı oluyor.
Rolünü fiziksel varlığında içtenlikle yaşarken, duygularını hiç mi hiç hareketsiz bırakmıyor.
Özlem Başkaya Nora’da, (dilin doğasındaki vurgulara; bazı sözcük vurgularında ses kontrolüne; yapım ekleriyle sözcüğü genişlettikçe vurguyu son heceye kaydırmaya daha bir dikkat etmesi koşuluyla) eleştirmen amcasından beşibirlik gibi bir “aferin” hak ediyor.
(Kaynak: Tiyatro Dünyası)
***
Ayrıca bakınız:
LİNÇÇİ TEB Başkanı Üstün Akmen, hiçbir kimseye (kendine bile) asla ve kesinlikle hiçbir yararı olmayan bir eleştiri yazısı(!) yazmış!
Üstün Akmen
30 Ekim 2012
Norveçli yazar Henrik Ibsen (1828-1906)'in 1879 yılında yazdığı (bana göre) aristokrasi tragedyası niteliğindeki tiyatro eseri "Nora-Bir Bebek Evi", bu sezon İzmir Devlet Tiyatrosu yapımı olarak Cem Emüler'in rejisinden izlenmekte. Erkek egemen burjuva dünyasında özgürlüğünün peşinden giden, çevresindeki yıkımın içinden bir anlamda zaferle çıkan Nora'yı Özlem Başkaya'nın özümlemesini pek sevdim. Cem Emüler'in özgün metindeki "bağlardan kurtuluş" temasını hem kadın hem de erkek gözüyle okunmasına olanak sağlayan rejisini de beğendim, ama eline olanak geçmişken Nora üzerinden grotesk öğelerden de yararlanarak Nora’nın erkek egemen toplumun boyunduruğuna karşı duruşundan nasıl oldu da bir manifesto çıkarmadı, doğrusu merak ettim. Gene de, kadın-erkek karşıtlığı içinde toplumsal mekanizmayı gözlerimizin önüne sermesini ilgiyle izledim.
elbise kutusu öyle mi olur ayol
Dolayısıyla Cem Emüler’in rejisine kötü diyemem, ama Nora eve yılbaşı çamını taşıyan bir kadınla geldiğinde, o soğuk havada cümle kapısını neden açık bırakıyor; Kristina’nın geldiği tabloda, Nora neden Helene’i çağırmıyor da Kristina’nın valizini ve paltosunu götürüp kendisi salon kapısının dışına bırakıyor, anlayamadım. Posta kutusu da daha dolu olmalı öyle değil mi ama? Elbise kutusunun pasta kutusu kadar küçük tutulmasının sorumlusu kim, işin orasını da bilemedim. Bütün bunların dışında, olayların mantığa uygunluğunu, M. Kemal Gürgün’ün ışığının etkilerini, oyuncuların doğallığını, grup simetrisini Emüler hiç mi hiç savsaklamamış. M. Kemal Gürgün’ün, birinci perdede kullandığı dış ışığın bu denli çiğ olmasını ise daha oyun başlar başlamaz eleştirdim.
yılmaz öğüt’ün çevirisi
Tiyatro oyun metninin, diyaloglara dayanan bir yazın türü olduğu dikkate alınır ve de çeviri, dilin günlük konuşma diline, yani yaşanan dile uygunluğuyla değerlendirilirse T. Yılmaz Öğüt’ün (Ibsen-Toplu Oyunları 2/Mitos Boyut Yayınları, 2011) çevirisini alkışlamamız gerekiyor. Savaş Çevirel’in dekor tasarımı ise seyirciyi diri tutuyor, sürekli uyarıyor, oyuncunun oyunu ile doğrudan bağ kurmasına yarıyor, ama cümle kapısı açılınca neden dar aralıkta duvarı görüyoruz, Çevirel neden başka bir çare bulamamış, işte işin burası anlaşılamıyor. Bir de, gayet titiz çalışmış belli de, şöminenin bacasını bile düşünmüş, tamam da, sağdaki kapağını açık bırakarak şöminenin içinde yanmayan (ve hiç yanmayacak) odunları neden izleyiciye gösteriyor, bu küçük dikkatsizliğin de içinden çıkılamıyor. Diğer taraftan, M. Kemal Gürgün, şöminenin içindeki ışığın inandırıcılığıyla eleştirmen puanı topluyor.
cüneyt şekercioğlu’nun tarantella koreografisi
Funda Çebi Bozdoğan, oyun için gayet zevkli giysiler tasarlamış, Nora’nın üç kostümü, hele hele Tarantella giysisi pek güzel. Torvald’ın ve Doktor Rank’ın gömlekleri ne derece dönemsel emin değilim, ama Funda Çebi mutlaka araştırmıştır deyip susmayı yeğliyorum. Müziklerin seçkisini kim yaptıysa, uygun olduğunu söylüyorum. Cüneyt Şekercioğlu’nun Tarantella Dansı’ndaki koreografisiniyse, Nora’nın dönüşümünün bedensel “eğretilemesini” simgelemesi açısından fevkalade başarılı bulduğumu itiraf ediyorum. Şekercioğlu’nun Tarantella koreografisi, bilinçdışını akıldışı büyüsellikle buluşturan mistik bir simge. Şekercioğlu’nu yürekten kutluyorum.
ve de oyuncular
Oyunculardan Damla Ardal, Helene olarak görevini “bihakkın” yapıyor. Emektar Dadı’da Birsel Aygün hayli zayıf kalmakta. Mehmet Avdan, kemik veremli bir hastayı hiç gözlemlememiş, yani bana sorarsa (ki neden sorsun) role yeterince hazırlanmamış. Doktor Rank’ın omurgası, kalçası, dizleri, ayakları, kaburgaları, dirsekleri, elleri (maşallah) hastalıktan hiç etkilenmemiş. Melike Aslı Sinke, Kristina Linde’ye can verirken rolü ikinci perdede iyiden iyiye ezbere dayıyor. Doğrusu kendisini “Kadın ile Memur”da da izlemek isterdim. Yeteneği belli bir oyuncu Melike Aslı Sinke, umarım ilerideki oyunlarda bu tutumunu düzeltecektir. Krogstad’da Gürol Tonbul karakterin içsel, ruhsal imgelerini hakkıyla veriyor. Yusuf Köksal, Torvald Helmer’in tutkularını değil, onun bileşimini oluşturan duygularını öne çıkarıyor, çok da iyi ediyor, ama kusuru Torvald’ın duygularına doğrudan, hiçbir hazırlık ya da destek olmadan ulaşmaya çalışmasında. Özdeşleşeceği karakterin dokusunun nahif maddesini kavraması ya da o dokuyu çabuk yakalamanın zorluğunun bilincinde olmasını diliyorum.
nora’da Özlem Başkaya’ya gelinceeee.
Nora rolünde izlediğim Özlem Başkaya’nın, yönetmene kendisini fiziksel olarak en yüksek derecede teslim etmiş olduğu anlaşılmakta. Özlem Başkaya, Nora’nın duygularını “psikolojik coşkularla” değil, somut ve olabildiğince net fiziksel aksiyonlarla aktarıyor. Nora’nın fiziksel yaşamına ilişkin somut bir çizgi sağladığı için boşlukta salınmıyor, sallanmıyor, iyice belirginleştirdiği patika yol boyunca kendinden hayli emin, ilerliyor.
Temellendirdiği aksiyonlar, rolünü kurmasına yardımcı oluyor.
Rolünü fiziksel varlığında içtenlikle yaşarken, duygularını hiç mi hiç hareketsiz bırakmıyor.
Özlem Başkaya Nora’da, (dilin doğasındaki vurgulara; bazı sözcük vurgularında ses kontrolüne; yapım ekleriyle sözcüğü genişlettikçe vurguyu son heceye kaydırmaya daha bir dikkat etmesi koşuluyla) eleştirmen amcasından beşibirlik gibi bir “aferin” hak ediyor.
(Kaynak: Tiyatro Dünyası)
***
Ayrıca bakınız:
LİNÇÇİ TEB Başkanı Üstün Akmen, hiçbir kimseye (kendine bile) asla ve kesinlikle hiçbir yararı olmayan bir eleştiri yazısı(!) yazmış!