28 Eylül 2012 Cuma

Kapitalist sinemacı Sinan Çetin'in yönetip, "Oyuncuların çoğu YAVŞAKtır genellikle..." sloganıyla ünlü Shakespeare Çocuğu Nihat Haluk Bilginer'in ancak oynama taklidi yapmaya çalıştığı "Çanakkale Çocukları" anlamsızlığını irdeleyen önemli bir yazı!

Çanakkale'nin 'new age' çocukları

Ali Koca
28 Eylül 2012

Sinan Çetin'in yönettiği 'Çanakkale Çocukları', bildiğimiz anlamda bir 'Çanakkale filmi' bekleyenleri hayal kırıklığına uğratabilir. Zira film, Çanakkale'den ziyade Sinan Çetin'in 'kendi' filmi görüntüsünü taşıyor. Filmin sinemasal zaafları, bütün değerleri dışlayan 'new age' anlayışının yanında hayli önemsiz kalıyor!

Fetih 1453'ün sıradışı gişe başarısının sinemamızda bir tarih 'koridoru' açması bekleniyordu. Öyle de oldu; yeni sezonda bizi üç Çanakkale filmi bekliyor. Ancak açılışı 'Çanakkale Çocukları' ile yapmak eğlenceli bir başlangıç olabilir. Zira karşımızda bir 'Çanakkale filmi' değil, Sinan Çetin'in 'kendi' filmi var. Yönetmenin kendi dünyasında ve belki de ailesinde yaşadıklarının Çanakkale üzerinden dışavurumunu görüyoruz. Önce özetler...

Beyazlar giyinmiş bir anne, tüm komşularının beyaz çarşaflarını kuruttuğu bahçesinde sanrı mı rüya mı olduğu belirsiz bir şeyler görür. Buna göre James ve Osman adındaki iki oğlu, savaşa gidip karşı saflara düşmüş ve birbirlerini cephede öldürmüştür. Bu arada, annenin adı Kathy. Savaş da Çanakkale Savaşı, ama nerede, kimin, ne için savaştığı çok önemli değil! Avustralya'dan gelmiş Kathy, İttihat ve Terakki'nin önde gelenlerinden Kasım Bey ile evlenmiş. Kasım Bey, ateşli bir vatanperver, savaşı destekliyor. İki erkek çocukları var, biri James diğeri Osman. İki kardeş ailesinden habersiz savaşa gider. Biri Anzak tarafında, diğeri Osmanlı saflarındadır. Kathy, gördüklerini kocasına anlatınca çocuklarını almak için cephenin yolunu tutarlar.

'Çanakkale Çocukları', Angelopoulos ile Trier kadrajlarının birleşimi bir rüya sekansı ile açılıyor. Filmin kafası karışık yapısının ilk işaretleri sayabiliriz. Zira ilerledikçe bu tür ilginç karışımlar çoğalıyor. Bir yerde Danis Tanovic'in 'No Mans Land'ini, biraz sonra Terrence Malick'in 'Hayat Ağacı'nı, olmadı Trier'in 'Dogville'ini, kimi yerde zombileri... Görsel yönden bir önceki filmi Kağıt'tan farklı bir yol tutan Sinan Çetin, görüntü yönetmenliğini de yaptığı filmde, çok iyi bildiği reklam kadrajlarına tamamen teslim ediyor kamerasını.

Hayatta uğruna ölünecek NE VAR?

Şunu açıkça söyleyelim, 'Çanakkale Çocukları' bir Çanakkale filmi değil. Filme 'Çanakkale Ruhu'nu görme umuduyla gidecekler hayal kırıklığına uğrayabilir. Sinan Çetin'in savaşa dair kendi zihin dünyasındaki çözümlerin ve tezlerin görsel hali diyebiliriz kısaca. Daha net ifadesiyle "Parası neyse verelim, çözelim" anlayışının tezahürünü görüyoruz perdede. Filmin şöyle bir cümlesi var: "Bütün anneler savaş meydanlarına gidip çocuklarını alırsa dünyada savaş kalmaz." Güzel ve parıltılı görünüyor. Tam da 'new age' akımların mottoları gibi. Fakat ardında bir değersizleştirme var. Hayat, vatan, ölüm, din, iman kavramlarını sıfırlıyor. "Hayatta uğruna ölünecek hiçbir şey yoktur, çocuklarımızın dışında." Bu da başka bir cümle. Hiçbir kutsalın ve değerin barınmadığı new age bir film 'Çanakkale Çocukları'. Hayat'ın tek başına kutsandığı, ama bununla birlikte hayata değer katacak, anlam kazandıracak bütün değerlerin dışlandığı bir zihin dünyasına işaret ediyor.

'Çanakkale Çocukları'nı bir film olarak eleştirmek için fazlasıyla malzeme sunuyor Sinan Çetin. Teknik ve görsel anlatımdan diyaloglara, mizansenden oyunculuklara kadar pek çok açığı var. Fakat bunlar hayli önemsiz kalıyor. Filmin, bütün değerleri dışlayan zihin dünyası ve o dünyanın bize söyledikleri, bütün o sinemaya dair zaafların yanında çok daha vahim duruyor. Alabildiğine tatsız bir 'çorba' kıvamındaki film, İngilizce bir ninni ile bitince deyim yerindeyse 'tadından yenmiyor!' Tabiî ki karar sizin...

(Kaynak: Zaman)