Behey!
Kara maça bey!
Ben bilirim
bu tehevvür bu şikâyaat niçin?
Bilirim
beni uykumda boğmak için
bekliyorsun geceyi..
Ben ki bileklerimde tel kelepçeyi
bir altın bilezik gibi taşırım,
ben ki ilmikleri sabunlu iplere bakıp
kıllı kalın ensemi kaşımışım,
tehdidine pabuç
bırakır mıyım hiç?
Nâzım Hikmet
***
Bense acırdım. Cezası azdı. Zaman zaman gardiyan nezaretinde dışarı çıkar, gezer dolaşır, hayalî olduğunu sonradan öğrendiğimiz "Mebus dayı"lar, "Kurmay amca"larla buluşup görüştüğünden, harçlıklar aldığından dem vururdu. O kadar fakir ve acınacak haldeydi ki, dışarı çıktığı günler, ona sırtımdan fanilâmı, ayağımdan iskarpinimi çıkarıp vermiştim. O, benim fanilâm, benim donum, benim elbisem ve benim iskarpinimle gitmişken, benim hakkımda yalan dolu jurnaller verirmiş... İfadelerim alındı, sorgulara çekildim, hiç sebepsiz ve çok haksız târizlere uğradım. Böyle zamanlarda o da öteki arkadaşlarımla birlikte acındı, bu ihbarları yapanlara sövdü saydı, hattâ cezasını doldurup çıkarken hapishane kapısında ağlayarak boynuma sarıldıktan sonra:
- Ben senin gibi arkadaşı bir daha nereden bulacağım? dedi.
Çok geçmeden, yani üç gün sonra öğrenmiştim ki, beni jurnal edip, hakikatle taban tabana zıt yalanlar uydurarak hem benim başımı derde sokan, hem de bu işlerle ilgili yerleri fuzûlen işgal eden "hayır sahibi" bu, fanilâmı, elbisemi, iskarpinimi giyip, tahliye olunurken, kapıda boynuma sarılarak ağlayan, "senin gibi arkadaşı ben bir daha nereden bulacağım?" diyen adam değil mi imiş?!
Orhan Kemal
Kara maça bey!
Ben bilirim
bu tehevvür bu şikâyaat niçin?
Bilirim
beni uykumda boğmak için
bekliyorsun geceyi..
Ben ki bileklerimde tel kelepçeyi
bir altın bilezik gibi taşırım,
ben ki ilmikleri sabunlu iplere bakıp
kıllı kalın ensemi kaşımışım,
tehdidine pabuç
bırakır mıyım hiç?
Nâzım Hikmet
***
Bense acırdım. Cezası azdı. Zaman zaman gardiyan nezaretinde dışarı çıkar, gezer dolaşır, hayalî olduğunu sonradan öğrendiğimiz "Mebus dayı"lar, "Kurmay amca"larla buluşup görüştüğünden, harçlıklar aldığından dem vururdu. O kadar fakir ve acınacak haldeydi ki, dışarı çıktığı günler, ona sırtımdan fanilâmı, ayağımdan iskarpinimi çıkarıp vermiştim. O, benim fanilâm, benim donum, benim elbisem ve benim iskarpinimle gitmişken, benim hakkımda yalan dolu jurnaller verirmiş... İfadelerim alındı, sorgulara çekildim, hiç sebepsiz ve çok haksız târizlere uğradım. Böyle zamanlarda o da öteki arkadaşlarımla birlikte acındı, bu ihbarları yapanlara sövdü saydı, hattâ cezasını doldurup çıkarken hapishane kapısında ağlayarak boynuma sarıldıktan sonra:
- Ben senin gibi arkadaşı bir daha nereden bulacağım? dedi.
Çok geçmeden, yani üç gün sonra öğrenmiştim ki, beni jurnal edip, hakikatle taban tabana zıt yalanlar uydurarak hem benim başımı derde sokan, hem de bu işlerle ilgili yerleri fuzûlen işgal eden "hayır sahibi" bu, fanilâmı, elbisemi, iskarpinimi giyip, tahliye olunurken, kapıda boynuma sarılarak ağlayan, "senin gibi arkadaşı ben bir daha nereden bulacağım?" diyen adam değil mi imiş?!
Orhan Kemal