13 Temmuz 2012 Cuma

Bulunmaz: "İkinci Geliş"i, tüm sevme gayretime karşın, asla sevemedim!

Theope / Coşkun Büktel

Behlül Dündar
13 Temmuz 2012

"Bir sanat eseri olarak artık sana yalnızca hayatımı ve acımı adayacaktım. Artık seni o mermer kütlenin içinden değil, dünya adı verilen kocaman bir granit kütlenin içinden çıkaracaktım."

Böyle diyor heykeltıraş Menoikeus aşık olduğu  Theope’ye onun heykelini yaparken.

Coşkun Büktel’in oyununu okumadan önce beni ilk etkileyen şey, yazarın önsözde söylediği bir cümle oldu.  Büktel, arkadaşı Ahmet Türkoğlu’nun bir şiirinde geçen "ben bu kenti seni çıkardıktan sonra yakıyorum" dizesinin yazdığı kitabın tohumu olduğunu belirtiyor.  Artık koca koca paragrafları, konuları, öyküleri aşırıp kitap yazanların hüküm sürdüğü bir dünyada ne kadar da ince, tıpkı kitabın öyküsünün geçtiği antik dünyada unutulmuş bir davranış.

Bu kitabı nasıl anlatacağımı bilmiyorum. En iyisi itiraf ederek anlatayım. Ki bence, en iyi anlatma yollarından biridir.

Kitabı okumadan önce hakkında çok şey duymuş ve yazılanları internetten okumuştum. Abartıldığını düşünüyordum. Özellikle polemikleri ve kitaba konan övgü cümlelerini okuyunca.

Sonra hepsini bırakıp kitabı okumaya başladım.  Biraz da bu ön okumalardan dolayı sanki kitabın değerini düşürecek bir şeyler arayarak okudum. Hiçbir şey bulamadım. Ne kurgusunda, ne diyaloglarda, ne de öyküde. Tersine, yer yer az bile övüldüğünü düşündüm. Menoikeus başyapıtı heykeli bitirememişti ama Büktel bir başyapıt yazmıştı. Üstelik yazdığı ilk oyundu. Yedi yıl da yazmış olması da tuhaf, ürpertici bir tesadüf. Ne demek istediğimi kitabı okuyanlar veya Antik Yunan öykülerini bilenler anlayacaktır. Üstelik yazarın anlattığı dünyaya hakim olduğu küçük ayrıntılardan belli oluyor.

Metni birçok açıdan inceleyebiliriz. Ama böyle incelemeleri bırakalım eleştirmenler, akademisyenler yapsın (Hoş, pek yaptıklarını sanmıyorum ya). Şu kadarı bize yeter: Aşk, tutku, sanat, kader, iktidar, savaş, demokrasi gibi ezeli konular mükemmel karakterler, diyaloglar ve kurguyla karşımızda.  Neredeyse her cümle, her dramatik çözülmeler doğru yere çakılmış birer sağlam çivi gibi. Yazarın, eserinin kısaltılarak oynanmasına karşı çıkması çok doğal.

Benim Türk tiyatro eserleri arasında okuduğum en benzersiz oyun -şimdilik- Theope’dir.

Not: Özdemir Nutku′nun, kitabın 16.yüzyılda yazılmış bir başka Theope adlı oyun ile benzer olduğunu söylediğini okumuştum. Büktel –doğal olarak- çok sert yanıtlar vermiş.  Yukarıda bahsettiğim o ince davranışı sergileyen bir adam nasıl böyle bir şey yapar diye şaşkınlıkla sordum kendime ve araştırdım. Hiçbir yerde Theope adlı bir oyun ya da öykü bulamadım. Fransa’daki bir edebiyat hocama ve bir başka arkadaşım olan Updike Ansiklopedisi’nin yazarı edebiyat profesörü Jack de Bellis’e de sordum. Onlar da daha sonra bana böyle bir oyun ya da öykü ile karşılaşmadıklarını söylediler. Zaten Nutku da asla ispatlayamamış iddiasını. Neden böyle bir itham yapılmış anlamış değilim.

Belki de kitabın bir yerinde Theope’nin dediği gibidir: "Kibir denen şey, bu kentin havasında olmalı."

(Kaynak: Kitap Önerisi)