27 Haziran 2012 Çarşamba

Bulunmaz Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ı savcılığa şikâyet edip, hakkında KAMU DAVASI açtırarak, ceza almasını isteyen ve ayrıca bir TAZMİNAT davası açtırarak Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'dan tam tamına 25.000,00 TL isteme kurnazlığında bulunan Terbiyesiz Tiyatro Yazarı LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan, hiçbir zaman için LİNÇÇİ olmayan Terbiyeli Tiyatro Yazarı Melih Anık'ı karalamak için bir yazı kaleme alıp kötücüllüğünü tescil etme gayreti içerisine girmiş!

Melih Anık Eleştirmenliğe Döner mi?


Ömer Faruk Kurhan
27 Haziran 2012


Melih Anık’ı niçin önemli buluyoruz (ya da buluyorduk mu demeli)? Oyun eleştirisi alanında, tiyatro ile kurduğu tutkulu ilişki ve emeği nedeniyle. Kendisi bir yazısında uyarıda bulunmuş: Ortaya çıkan emek ürününe “eleştiri” demiyormuş da, “düşünce ve bulguları okurlarla paylaşma” (D.B.O.P.) gibi bir şey diyormuş. Kusura bakmasın, ben yine de, “eleştiri” kelimesini kullanmayı sürdüreceğim. Hem anlaşılırlık hem de kelime ekonomisi açısından.

Yalnız bir konuda haklı: Oyun kuramı ve eleştiri adına harikalar yarattığını söylemek filan ileri gitmek olur.  Gerçi Fırat Güllü bir yazısında, Ömer F. Kurhan, Üstün Akmen ve Melih Anık hakkında  “üç önemli tiyatro adamı” demiş ama ben bu “önemli” payesinin kime verileceği noktasında oyumu, Üstün Akmen’in bile derdine derman olabilen “Özdemir Abi” için kullanıyorum.

Melih Anık’ın geçmişte Mimesis ile çatışmalı bir ilişki kurmasının nedenleri anlaşılabilirdir. Kendisi platform değil, çizgi yayıncılığına yakın duran birisi ve Mimesis’in de öyle olmasını istiyordu. Kişisel bazı yazışmalarımızda kısaca da olsa bu mesele üzerinde durduk. Herkesin bildiği gibi, kendisine ters gelen bir yazara Mimesis’te yer verilecekse, onunla aynı platformda yer almam, diyebiliyor. Bu gibi noktaların hatırlanması önemli, çünkü Mimesis ile Melih Anık’ın yollarını ayıran bu olaydır.

Onun 1970’lerin atmosferinde tiyatro yapmaya başladığı unutulmamalı. Söylemlerinin kolaylıkla tepkisel ve ayrıştırıcı bir çizgiye yerleşmesi, tiyatroyu neredeyse gerçek olmayan bireysel bir fantezi alanı olarak görmesi, uç noktada bir sübjektivizmi savunması vs. içinde yetiştiği zaman ve kültür ve bu kültürün günümüze uygunsuz transferi ile yakından bağlantılıdır. Bir kulüp ortamında, arkadaş çevresinde bu eğilimler törpülenebilir, dengelenebilir ve kolektif çalışma önünde engel olmaktan çıkarılabilir. Fakat iş kurumsallaşmaya geldiğinde kurucu değil, dağıtıcı bir rol oynar. Asgari müştereklerin BENliğin azami müştereklerine uyarlanması imkânsızdır çünkü.

Kendisinin beni yönelttiği bazı geçmiş ve bugünkü tartışmalara baktığımda, söz gelimi Oyun Atölyesi ile ilişkisinin eleştirmenlikten absürt bir iktidar çatışması kurgusuna evrim geçirdiğine iyice emin oldum. O bir dönem Oyun Atölyesi’nin Önderi kabul ettiği Haluk Bilginer’i doğru çizgiye çekmeye çalışmış, mesela kötü yönetmene karşı uyarmış, hatta kendine göre zamanımızın bir kahramanı yapmak istemiş, ama anlaşılamamış, anlaşılamadığı gibi hakaretlere, manevi taarruzlara uğramış, adeta “linç” edilmek istenmiş. Yani yaşananlar, eleştiri, kendi deyimiyle D.B.O.P. ile sınırlı kalmamış.

Benim onun Oyun Atölyesi ile ihtilaf hikayesinden özetle anladığım bu. Bu yaklaşım oyun eleştirilerini nasıl etkilemiş, etkilemiş mi, o ayrı bir mesele. Fakat örneğin Oyun Atölyesi’nin “Antonius ile Kleopatra” gösterisinde yaşadığı ve seyirci hakları bakımından haklı bulunabilecek hayal kırıklığı, kendisini oyun eleştirmenliği yapamaz hale getirmiş ve oturup serinkanlılıkla gösteri üzerine bir eleştiri, yani bir D.B.O.P. yazamamış.  Bir yazımda belirttiğim gibi, haberci, daha doğrusu haberin yorumcusu olmuş.

Bu biraz da öfkeyle kalkıp zararla oturmanın bir sonucu olmuş. Oyun Atölyesi’nin seyircileri Melih Anık’ın komutu doğrultusunda akın akın gişelere koşup verin paramızı dememişler. Ayrıca, Oyun Atölyesi’nin mekânı seyirci nümayişlerine sahne olmamış. Fakat bu sonuçlarla karşılaşmanın ilk şokunu atlattıktan sonra da, Melih Anık’ın aklına şu gelmemiş: “Acaba biraz abartıyor muyum?”

Her tiyatroda yaşanabilecek bir sorunu (hiç kimse mükemmel değildir), uç noktaya çekip bir skandal imal etmeye çalışmak ve bunun önceliğini ilan etmek, bir eleştirmen ya da kendi deyimiyle D.B.O.P insanı tavrı değildir. Zaten bu nedenle, “Melih Anık’ın derdi eleştirmek değil, ısıtmaktan vaz geçemediği husumetine dayanak oluşturmak” şeklinde yargılar oluşmuştur. Üstelik yazmadığı ve yazılarının yayınlanmasını istemediği Mimesis sitesine dönüp, verdiğiniz haberde gereksiz bir şekilde bu yargıların da oluştuğunu niçin söylüyorsunuz, niçin açıklamalarıma yer vermiyorsunuz (bu arada yazılarına link verilmektedir) demesi, tam da “Dert eleştiri değil, husumet” yargısını güçlendirme işlevi görmüştür.

Sahneyi değil de, tiyatro dünyasını fantezi dünyası gibi gören ve bir dizi jestle giderek absürtleşen Melih Anık evreninden gerçeklere döndüğümüzde durum tabii ki farklı: Sözgelimi Mimesis’in başına gelen apaçık bir sansür ve yasaklama yaptırımına karşı tavır almak ya da tavırsız kalmak bir yana, tiyatrocular bunu hak ediyor demeye getirmiştir. “ Sansürcü ve Yasakçı Zihniyete Hayır” demenin pek bir anlam ve önemi yokmuş. Bu klişeleşmiş bir tavırmış. Bu “klişe” tavrın resmi yaptırım boyutunun nasıl klişeleşip sürekli bir hal aldığını ise her nedense görememiş. İhtimal dâhilindeymiş. En kötüsü, yasaklama kararını alan devlet dairesi ile halk arasındaki ayrımı bile yapamamış.

Utanması gereken, utanın diyor. Eleştirmenliğini tiyatroyu değil, tiyatroda kendini sevmeye feda ederek husumet söyleminin öznesi haline geliyor. İKSV Tiyatro Festivali’ni “patron” bellediğine şikâyet edip bir güzel köşeye sıkıştırmayı deniyor. TEB Başkanı’nı koltuğundan etmek için kendine göre sanal provokasyonlar düzenliyor. Keyfini kaçırdığı için, seyircinin Oyun Atölyesi’ne başkaldırmasını istiyor. Liste böyle uzayıp gidiyor.

Yarım adım daha attığında, husumet söyleminin ötesinde, nefret ve küfür söyleminin de öznesi haline gelecek. Şu anda sadece, sanal ayinler düzenleyerek cinlerini yardıma çağırmakla yetiniyor. İmkân bulabilirlerse, hep birlikte, kıyamet ilanlarında bulundukları tiyatro dünyasında, mahşerin dört atlısını oynayacaklar. Sonuçta Melih Anık yapacağını yapmış, nefret ve küfür söylemi de meşrudur, hatta teşekkür edilesidir diyerek eleştirmenlik adına yüz karası bir jeste imza atmış, güvenilirliğini yitirmiştir. Durumu husumet ötesidir.

Kendi adıma, Melih Anık’ın husumet inadını pek hesaba katmadım diyebilirim. Fakat kendisinin yönlendirmesiyle, geçmişte okumadığım bazı yazılarına ve tartışmalara da baktığımda – ki bunların kapsamını biraz genişlettim -  gelinen noktanın pek ala gelinebilecek bir nokta olduğunu anlamış bulunuyorum. Bir yerde her şey olacağına varmış. Eleştiriyi bol kepçe dağıtayım derken, kendisine bir çay kaşığı bile ayırmayı unutmuş.

Melih Anık sanal kültürel politik absürtlüklerini bir kenara bırakarak ya da en azından bunlarla arasına mesafe koyarak eleştirmenliğine (D.B.O.P. insanlığına) döner mi? Varsayalım ki, eleştirmenliğe döndü. Yine de yol açtığı güven kaybını gidermesi çok zor olacaktır diye düşünüyorum. Ben de sanal yalnızlık mabedimde kendime çalar kendime söylerim diyorsa o başka tabii.


NOT: Melih Anık’a ısrarla soruyorum: Mahşerin beşinci bir atlısı olamayacağına göre, durup dururken beni de işin içine katarak, sonra ısrarla katarak, teşekkür ettiğiniz ya da referans gösterdiğiniz “eleştiri” ya da D.B.O.P.ler nelerdir? Tiyatro insanlarının hangi şekilde D.B.O.P. edilmesini normal görüyor ve tolere ediyorsunuz? Bir türlü buyurun işte şudur ve şunlardır demiyor. Çıkıp ben şudur ve şunlardır, çok ayıp oluyor diyeceğim, ama terbiyem buna müsaade etmiyor.

(Kaynak: Ömer F. Kurhan TİYATRO YAZILARI)