"Funda Özşener'le Sanatın ve Hayatın Üzerine 'Fısıltılar'"dan tadımlık...
Erbil Göktaş - Oyunların...
Funda Özşener - Hayır şimdi oyunlardan konuşmak istemiyorum. Bunun için geç artık, belki başka bir zaman. Türban ve CHP diyecektim fakat sorduğun sorudan, saate bakışından falan anlıyorum ki zaman azaldı. Hem bu farklı bir söyleşi oldu, öyle kalsın. Yalnız Hilmi Yavuz meselesinden söz ederken bunun Coşkun Büktel'e karşı topluca girişilen imza kampanyası "etkinliğini" çağrıştırdığını söylemiştim. Bu lafımı tamamlayacağım. Aslında tüm o süreci sosyolojik bir olgu olarak ele alıp, çözümlemeye çalışmak isterim. Biraz farklı kavramlarla ele alınmayı hak eden, Türk aydını prototipine eklemlenebilecek veriler taşıyan, üstelik çözümlenmesi tiyatro dünyası için de iyi olacak "model" bir olaydır o. Hatta belki de işin uzmanı sosyologlar tarafından ele alınması daha uygun olur. Fakat madem buna yer yok ve benim açımdan da etraflıca bir çalışmayı gerektiriyor o halde psikolojik olandan devam edelim. Böylesi bir iş kepazeliğin daniskasıdır. Evet, bunun adı pek ala "linç" olabilir. Kampanya ya da etkinlik gibi modern dünyanın ıslah edilmiş fakat aslında yok edici olan terimleriyle bunu adlandırmak sıradan vatandaşı belki ikna eder fakat açıklayıcı olmaz. Yalnız, şiddeti, nefreti ve öfkeyi, aslında o çok ihtiyaç duyduğumuz "diğer"ini yok etme eylemimizi örtmemize, kibarlaştırmamıza yarar. Coşkun, şöyle ya da böyle Türk tiyatrosunun "öteki"si haline getirilmiştir. Bu yıllarca sürmüş ve gözümüzün önünde olmuştur. Yani bir tür manevi işkence söz konusudur. Kendimi onun yerine koyuyorum ve şimdi artık, bu yaşımda onun gibi bir figürü her zamankinden fazla seviyorum.
Bir anımı anlatabilir miyim?
Elbette bu anı doğru anlaşılmayacaktır fakat ne yapabilirim? Battı balık yan gider. Taksim Meydanı'nda Abdullah Öcalan'ın asılması için imza toplandığını gördüm. Temiz, küçük, tahta bir masada gençten bir adam sessizce oturmuş bekliyordu. Gelen gidenler vardı. Onlar da patırtısızca imza atıp ayrılıyorlardı. Uzun süre orada durdum. Uzun süre. O anın içime işlediğini, geride yalnız küçük masa ve ben kalıncaya kadar tüm dünyanın silindiğini hatırlıyorum. Hâlâ içimdedir. Böylesi üfürükten bir rastlaşmayı hakikate çevirecek, yani elinize düşmanınızı asmak fırsatının geçtiğini tahayyül edecek kadar bile bir ruhsal yeteneğiniz yoksa sizden, adalet anlayışınızdan, olası eylemlerinizden korkulur. Çünkü sınanmamışsınızdır. İyiliğinizin de kötülüğünüzün de bedelini başkaları öder. Neyse...
Belli bir ruhsal güçten bahsederken sıradan insanlardan söz etmediğimi, bu beklentiyi genellemediğimi, bu sözleri onlara söylemediğimi fark etmişsinizdir. Benim elime düşmanımı asmak fırsatı geçti. Kullanmadım.
Erbil Göktaş - Biraz sert oldu.
Funda Özşener - Fark ettim. Keşke sansür istemem demeseydim.
Erbil Göktaş - İstiyor musun?
Funda Özşener - Saçma!
Erbil Göktaş - Eklemek istediğin bir şey var mı Funda?
Funda Özşener - Bir sürü ama yer yok. Ne yapalım?
Erbil Göktaş - Teşekkür ederiz.
Funda Özşener - Ben de size ve öğrenciniz Yetkin Yüksel'e teşekkür ederim. Ne muhteşem bir genç... Neşe ve cesaret verdi bana.
(Mutlaka bakınız: Yeni Tiyatro Dergisi Aralık 2010, 24. sayı)
Erbil Göktaş - Oyunların...
Funda Özşener - Hayır şimdi oyunlardan konuşmak istemiyorum. Bunun için geç artık, belki başka bir zaman. Türban ve CHP diyecektim fakat sorduğun sorudan, saate bakışından falan anlıyorum ki zaman azaldı. Hem bu farklı bir söyleşi oldu, öyle kalsın. Yalnız Hilmi Yavuz meselesinden söz ederken bunun Coşkun Büktel'e karşı topluca girişilen imza kampanyası "etkinliğini" çağrıştırdığını söylemiştim. Bu lafımı tamamlayacağım. Aslında tüm o süreci sosyolojik bir olgu olarak ele alıp, çözümlemeye çalışmak isterim. Biraz farklı kavramlarla ele alınmayı hak eden, Türk aydını prototipine eklemlenebilecek veriler taşıyan, üstelik çözümlenmesi tiyatro dünyası için de iyi olacak "model" bir olaydır o. Hatta belki de işin uzmanı sosyologlar tarafından ele alınması daha uygun olur. Fakat madem buna yer yok ve benim açımdan da etraflıca bir çalışmayı gerektiriyor o halde psikolojik olandan devam edelim. Böylesi bir iş kepazeliğin daniskasıdır. Evet, bunun adı pek ala "linç" olabilir. Kampanya ya da etkinlik gibi modern dünyanın ıslah edilmiş fakat aslında yok edici olan terimleriyle bunu adlandırmak sıradan vatandaşı belki ikna eder fakat açıklayıcı olmaz. Yalnız, şiddeti, nefreti ve öfkeyi, aslında o çok ihtiyaç duyduğumuz "diğer"ini yok etme eylemimizi örtmemize, kibarlaştırmamıza yarar. Coşkun, şöyle ya da böyle Türk tiyatrosunun "öteki"si haline getirilmiştir. Bu yıllarca sürmüş ve gözümüzün önünde olmuştur. Yani bir tür manevi işkence söz konusudur. Kendimi onun yerine koyuyorum ve şimdi artık, bu yaşımda onun gibi bir figürü her zamankinden fazla seviyorum.
Bir anımı anlatabilir miyim?
Elbette bu anı doğru anlaşılmayacaktır fakat ne yapabilirim? Battı balık yan gider. Taksim Meydanı'nda Abdullah Öcalan'ın asılması için imza toplandığını gördüm. Temiz, küçük, tahta bir masada gençten bir adam sessizce oturmuş bekliyordu. Gelen gidenler vardı. Onlar da patırtısızca imza atıp ayrılıyorlardı. Uzun süre orada durdum. Uzun süre. O anın içime işlediğini, geride yalnız küçük masa ve ben kalıncaya kadar tüm dünyanın silindiğini hatırlıyorum. Hâlâ içimdedir. Böylesi üfürükten bir rastlaşmayı hakikate çevirecek, yani elinize düşmanınızı asmak fırsatının geçtiğini tahayyül edecek kadar bile bir ruhsal yeteneğiniz yoksa sizden, adalet anlayışınızdan, olası eylemlerinizden korkulur. Çünkü sınanmamışsınızdır. İyiliğinizin de kötülüğünüzün de bedelini başkaları öder. Neyse...
Belli bir ruhsal güçten bahsederken sıradan insanlardan söz etmediğimi, bu beklentiyi genellemediğimi, bu sözleri onlara söylemediğimi fark etmişsinizdir. Benim elime düşmanımı asmak fırsatı geçti. Kullanmadım.
Erbil Göktaş - Biraz sert oldu.
Funda Özşener - Fark ettim. Keşke sansür istemem demeseydim.
Erbil Göktaş - İstiyor musun?
Funda Özşener - Saçma!
Erbil Göktaş - Eklemek istediğin bir şey var mı Funda?
Funda Özşener - Bir sürü ama yer yok. Ne yapalım?
Erbil Göktaş - Teşekkür ederiz.
Funda Özşener - Ben de size ve öğrenciniz Yetkin Yüksel'e teşekkür ederim. Ne muhteşem bir genç... Neşe ve cesaret verdi bana.
(Mutlaka bakınız: Yeni Tiyatro Dergisi Aralık 2010, 24. sayı)