Yedi köyün Zeynebi devlete karşı!
A. Turan Alkan
t.alkan@zaman.com.tr
http://twitter.com/ahmetturanalkan
9 Mayıs 2012
Bir arkadaşım mektup yazmış, diyor ki, "Himâye görmeyen sanat yaşayamaz, sanatın tarihine bakıldığında belli kesimlerin sanatı desteklediğini görürüz. Devletin bu konuda görevi vardır."
Yazan da dahil, cümleyi okurken ister istemez tiyatro, bale, opera gibi sahne sanatlarının kastedildiğini düşünüyoruz; aklımıza kesinlikle sinema, edebiyat, grafik, mimarlık veya musiki gelmiyor. Niçin böyledir, çünkü tiyatro, bale, opera gibi sahne sanatları, çok kişinin katkısıyla ayağa kalkan pahalı prodüksiyonlardır ve ayrıca doğrudan halk eğitimi ile ilgili oldukları varsayılır. Tanzimat'tan müdevver, "Tiyatro mekteb-i edebdir" yâvesi, tiyatro seyrettirilerek ahalinin adam edileceği hesabını güttüğü için Jakoben bir karakter taşır.
Sanat, himâye görmeden yaşayamaz varsayımı arızalarla dolu; en evvel, "Devlet sanatı desteklesin ama nasıl sanat yapılacağına karışmasın; sanatçı hür bırakılsın" yaklaşımı bir aldatmacadan ibaret; devletin desteklediği sanat, istenilmese bile devletin güdümüne girer ve resmi ideolojiye bir yerde paralel durur. Rönesans asırlarında bazı sanatçıları açıktan destekleyen Mesen'lerin de sanatçılardan beklentileri vardı, "sipariş" verirlerdi. Parayı verenin siparişte bulunması ise tabiidir, sanatta bile.
Daha anlaşılır olmak için Yeşilçam sineması örneğini dikkatinize sunuyorum: Yeşilçam, tahminen yirmibeş altın yılı boyunca devletten kuruş tahsisat almadan kendi sanatını yaptı, ahali de "kendi" sinemasını finanse etti; işte bu sebeple Yeşilçam sineması bir halk sinemasıdır, düpedüz bir halk sanatıdır. Halkımız, Türk opera tarihinin en önemli eseri Çeşmebaşı opereti yerine, "Yedi Köyün Zeynebi" filmini sevip seyretti ve bu yüzden başına gelmeyen kalmadı; halbuki câhil halk, gişeye ödediği "Duhûliye" biletiyle filmin bütün yapım masraflarını karşıladığı gibi bu esnada devlete tıkır tıkır vergi bile ödüyordu. Yeşilçam sineması, entel sinemacı takımının dalga geçtiği, sanattan saymadığı bir halk sanatıdır ama sanatın nasıl finanse edileceğine dair çok öğretici bir örnektir.
Bitmedi, sırada halkın pek sevdiği sanatlar ve sanatçılar var: Orhan Gencebay ve onun janrından gelen Arabeskçilere -bu tabir tuttuğu için tercih ettim- yine sanattan anlamayan câhil halkımız ciğerini dağlaya dağlaya sponsor olmuştur. Orhan abimiz yıllarca sahneye bile çıkmadan, sırf kaset ve film geliriyle -ve alnının teri, bileğinin gücüyle- paşalar gibi yaşadı; helâl olsun. Bitmedi, halkımız sevdiği, tuttuğu sanatçılarını, Rock, Türk musikisi, Rock'n Roll, Popüler müzikçi, Türkücü demeden konserlerini hıncahınç doldurarak taltif etti; "Düğüncü" müzisyenleri unutmadım elbette; onlar ayrıca bahsedilmesi lâzım gelen özellikli sanat erbabı olarak taltifi hak ediyorlar.
Özel tiyatroları zikretmeden geçecek miyiz; halkın zevkine hitab etmeyi başarabilenler kapalı gişe oynayabiliyorsa, aranan modelin ucu biraz çıtlamış demektir!
Televizyonlara harıl harıl dizi çekiliyor; aralarında yüzlerce tiyatrocunun da olduğu sanatçılar, set ekibi ekmeğini taştan çıkarıyor; kimsenin devlet desteği diye sızlandığı filan da yok. Demek ki, şu beğenmeyip burun kıvırdığımız "Piyasa" şartlarında sanat pekâlâ yaşayabiliyor, yeter ki halkı biraz ciddiye alabilsin sanatçılarımız!
"Sen sanat denilince bunları mı anlıyorsun?" diyenler çıkabilir; vallahi benim görüşüm böyle. Bu insanlar, "Devlet bizi maaşa bağlasın ama ne yaptığımıza karışmasın" demeden ekmek paralarını kazandılar, kendi sanatlarını icra ettiler, takdir ediyorum, helâl olsun hepsine.
Tiyatro, opera, bale... Tamam; dünyanın her yerinde bu gibi sanat dalları, dışardan ayrıca desteklenmedikçe kendi yağlarıyla kavrulamıyorlar ve bir şekilde yaşatılmaları lâzım; anladık, repertuvarlarına yine sanat erbabı karar versin, hatta bizzat sanatçılar yönetsin ve bu faaliyetlerin ille de devlet bütçesinden karşılanmasının "Evrensel sanata karşı bir vecîbe" olduğu edebiyatı da artık uzatılmasın. Sıkmaya başladı zirâ.
(Kaynak: Zaman)