9 Mayıs 2012 Çarşamba

Pembe sermaye temsilcisi Yılmaz Erdoğan, yeşil sermaye temsilcisi Tayyip Erdoğan ve şürekâsının ilelebet iktidarda kalacağı kanısına varmış olmalı ki, pembeden yeşile doğru hızla kayarken, hayatı sağdan sola doğru okutan Zaman Gazetesi yazarı M. Nedim Hazar'dan yardım ve yataklık şansı yakaladı!


Hadi Yılmaz Erdoğan'ı taşlayalım!


M.Nedim Hazar
n.hazar@zaman.com.tr
http://twitter.com/nedimhazar
9 Mayıs 2012

Kaç yıl olmuştur hatırlamıyorum.

Resmi olmayan TV istasyonlarının açıldığı ve özgürlüğün peyderpey yaşanmaya başladığı günler olduğu kesin. Bir Demet Tiyatro isimli bir dizi başlamıştı ve ben televizyon yazarlığı yapıyordum gazetede. Mükremin isimli şahsiyet ile ilk o zaman karşılaştım ve kardeşine söylediği sıra dışı o replik hâlâ zihnimde durur: "Lütfiye, çabuk yağın içinde yumurtayı etkisiz hale getir!"

Bizimkiler isimli bir dizi yayınlanıyordu resmi kanalda ve ne kadar 'bizimki' olduğu tartışılırdı. Zira jakobeni, sanatçısı, sarhoşu, üçkağıtçısı, madrabazı tekmili birden vardı dizide ama karakter olarak bir tane dindar, muhafazakar karakter yoktu. Üstelik toplumun alt katmanındaki tüm karakterler üçkağıtçı ve menfaatçi idi.

Bir Demet Tiyatro yıktı geçti bu karton hayat dayatmasını. O nedenle çok tuttu, yıllar yılı devam etti. Ancak sorun hâlâ devam ediyordu. Tamam, kendisinden önceki klişe dizilerdeki Anadolu insanına tepeden bakan bakış açısını değiştirmişti ama -kanaatimce- yine eksiklikler vardı ki bunu o dönem birkaç yazıda ifade de ettim. Sobasından terliğine, kömür maşasından mandalına kadar en ince ayrıntı düşünülmüştü ama Anadolu'nun her evinde duvarda asılı duran 'mushaf' hiçbir zaman görülmedi. Bir tek dindar karaktere rastlamadık dizi hayatı boyunca.

Oysa Yılmaz Erdoğan başta şiirleri olmak üzere, her yönüyle ve yazdıklarıyla Anadoluluydu, Doğuluydu. Vizontele'de bir adım ileri gitti maalesef bu üzücü durum. Kekeme bir imam karakteri koymuştu filmine Erdoğan. Kekeme imam... Her şeyden önce din hakkında en ufak bilgisi olan biri için teknik olarak mümkün olmayan bir karakterden bahsettiğimiz anlaşılacaktır.

Yeşilçam'ın bidayetinden beri aldığı yanlış konumun, eğik duruşun -maalesef- bir tecellisiydi bu durum.

Önceki gün Film Arası dergisi elime geçti. Yılmaz Erdoğan ile yapılan esaslı bir söyleşiyi okuma imkanım oldu. 'İşte bu' dedim kendi kendime, Anadolu'nun mert ve zihni açık insanına yakışan duruş. Büyük bir samimiyet ve feraset vardı her satırında söyleşinin. Çok önemli şeyler söylüyordu Yılmaz Erdoğan. Bir kere üzüntü ve pişmanlığı itiraf vardı kekeme imam ile ilgili. "Dini bilmeden dinî karakter yazmışım" diyor Erdoğan ve zamanla din, peygamber, diğer inançlarla ilgili araştırmalar yaptığını, tanışıklık kurduğunu anlatıyor.

Bu kadar değil elbette, şu kısım çok önemli ve güncel tartışmalara ışık tutacak cinsten mesela: "İran sinemasının kimlik oluşturduğu ve bizim bunu başaramadığımız doğru. Ama bizde olan bazı gelişmeler sebebiyle maalesef böyle oldu. Onlar bir tarihte toplanıp sözlüklerinin tamamını değiştirmediler. Kelimelerinin hepsini değiştirip herkesin kendini yabancı hissettiği bir alanda yeniden kendilerini tanımlamadılar. Dolayısıyla o geleneksel bağ kopmadı. Özellikle de şiirle olan bağları kopmadı; kaldı ki biz aynı havuzdan besleniyorduk, biz aynı insandık aslında. Bence bir garip, belli ölçülerde anlaşılır belli ölçülerde anlamlı yönleri de olan ama biraz bağnaz bir Batıcılık kafası, halkın önüne sunulan yeni bir şeyler uğruna eskiyi tamamen çıkarmak, bir ağacın meyvesinin kökleriyle olan bağını kesmesi anlamına geldi ki aslında en çok darbeyi de sanat yedi bu yüzden." Açıkçası bir kesimin hışmına uğratabilecek kadar net ve realist ifadeler bunlar.

Batıcı kafanın esas kurbanının sanat olduğunu söyleyebilecek yürekliliği göstermek, az şey değil inanın.

Dahası var: "Türkiye'deki bir sette günde beş kez ezan için durursun, 'Aziz Allah' dersin, beklersin, çay içersin ama filmde duyulmaz o ezan... Yerelliğin bir numaralı şeyi din. Gelişim olarak materyalist bir kampın ağırlığı söz konusu. Buradaki materyalizmin bizdeki karşılığı laikliktir. Bu iş din eşittir yobazlık denklemine kadar gitti. Hepimize yansıyan din deyince gözümüzün önüne Cumhuriyet dönemi filmlerindeki deli, kötü kişiler geldi."

Umarım Yılmaz Erdoğan bu açık yüreklilik ve cesaretinden dolayı sanata hakim zihniyetin lincine maruz kalmaz. Bir yerlerden edinin Film Arası dergisini ve bu söyleşiyi mutlaka okuyun.

(Kaynak: Zaman)