Oyun'un notu: LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Ömer Faruk Kurhan'ın sitesinden alıp, olduğu gibi aktardığımız yazıda adı geçen ve 2010 yılında ölen Şakir Eczacıbaşı'nın adını "maymungötürengi" ile belirgin hâle biz getirdik!
***
Tiyatroda Yeniden Yapılanma Tartışmaları
Ömer F. Kurhan
15 Mayıs 2012
Son dönemde AKP hükümetinin tiyatro alanını düzenleme adına attığı en çarpıcı adım, hiç kuşkusuz İstanbul Şehir Tiyatroları’na yaptığı müdahale oldu. Oldukça doğru olduğunu kolaylıkla savunabileceğimiz “Devletin Tiyatrosu Olmamalı” yaklaşımını çarpıtan, olabildiğince devletçi bir müdahaleydi yaşanan. Bu noktada, İstanbul Şehir Tiyatroları sanatçılarının kararlı ve bütünlüklü bir direniş sergileyemediklerini belirtmek gerekiyor. Asgari olarak sembolik ve kısa süreli bir greve gitmeleri, kurumsal özerklik adına nasıl bir plan ve programa sahip olduklarını kamuoyuna anlatmaya ve tartışmaya açmaya çalışmaları gerekirdi.
“AKP tiyatro alanında devletçiliğin “muhafazakar” versiyonunu mu üretiyor?” sorusu tam sorulmaya başlanmışken, bu defa devlet tiyatrolarının tasfiyesi ve tiyatronun “özelleştirilmesi” tartışmaları gündeme geldi. Bunun kamuoyunu yönlendirme adına kurnazlık içeren bir çıkış olduğunu tespit etmek lazım. Böylece AKP’nin İstanbul Şehir Tiyatroları’nda gerçekleştirdiği devletçi darbenin gündemden düşmesi de hedeflendi.
Bu süreçte İKSV Tiyatro Festivali açılışının tiyatrocuların protesto eylemine sahne olması, üzerinde durulmaya değer olgulardan bir tanesi. Festival AKP’nin tiyatro politikalarından ya da “muhafazakâr sanat” manifestolarından rahatsızlık duyanların buluşmasına vesile olmuş durumda. Açılışa katılan bazı tiyatrocu arkadaşlarım görünüm olarak sol Kemalist, nostaljik ve hatta CHP’ye bel bağlama derdinde bir çeşit karşı devletçiliğin öne çıktığını belirtmekle birlikte, protesto tavrının aslında çok daha geniş bir çevrenin desteğine sahip olduğunu, fakat söylem kurma ve örgütlenme konusunda etkili olamadıklarını belirttiler.
İKSV Tiyatro Festivali etrafında yaşanan muhalif buluşma, ilginç bir çelişkiyi içinde barındırıyor. Festival olabildiğince özel tiyatroları ya da bu alanda kalıcı bir yer edinme uğraşındaki tiyatroları, girişimleri içine alıyor. Eşyanın tabiatı gereği, örneğin Devlet Tiyatroları’nın muhafaza ve müdafaasına destek vermek gibi bir politikası yok. Bu çelişkili durumun netleşmesine Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Şakir Eczacıbaşı'nın açıklaması da yardımcı oldu: Eczacıbaşı, dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de karma sponsor modelinin geliştirilmesinin yerinde olduğunu beyan etti. Daha da önemlisi, vakıf tarafından çeşitli ülkelerden kültür ataşelerinin katılacağı bir toplantının düzenlenecek olması. Böylece, “Dünyada bu işler nasıl yapılıyor ve Türkiye’de nasıl bir düzenlemeye gidilebilir?” sorularının yanıtı bir kez daha netleştirilmeye çalışılacak.
Genel resme bakıldığında, Türkiye tiyatrosunun geleceğine biçim vermek adına düzen karşıtı çıkışların neredeyse hiç olmadığını tespit etmek mümkün. Aslında devlet-tiyatro ilişkilerinin sosyal devlet ilkesine uygun olarak yapılandırılması gerektiğini savunmak yeterince düzen karşıtı bir çıkış olacaktır. Çünkü kelimenin gerçek anlamında “sosyal devlet”, 1) Tiyatronun yaratıcı emekçilerinin üretimine olanak sağlamak, 2) Tiyatro alanında sadece seyir düzeyinde genişlemeyi değil, üretici düzeyde toplumsal katılımı da teşvik etmek gibi sorumluluklara sahip.
Şunu da eklemek lazım: Kelimenin gerçek anlamında “sosyal devlet”, devlet (seçkin ve imtiyazlı sınıfların yönetici aygıtı) olmaktan çıkar. Sosyal devlet anlayışının mantıksal olarak tutarlı sonucu, özgürlükçü sosyalizmdir ve doğası gereği seçkin ve imtiyaz sahibi sınıfların çıkarlarına bağımlı devletin tasfiyesini içerir. Merkezi devlet aygıtının ülke ve dünya çapında patronaj yapılar lehine küçülmesi, yeniden düzenlenmesinden başka bir şeydir bu.
(Kaynak: Ömer F. Kurhan TİYATRO YAZILARI)
***
Tiyatroda Yeniden Yapılanma Tartışmaları
Ömer F. Kurhan
15 Mayıs 2012
Son dönemde AKP hükümetinin tiyatro alanını düzenleme adına attığı en çarpıcı adım, hiç kuşkusuz İstanbul Şehir Tiyatroları’na yaptığı müdahale oldu. Oldukça doğru olduğunu kolaylıkla savunabileceğimiz “Devletin Tiyatrosu Olmamalı” yaklaşımını çarpıtan, olabildiğince devletçi bir müdahaleydi yaşanan. Bu noktada, İstanbul Şehir Tiyatroları sanatçılarının kararlı ve bütünlüklü bir direniş sergileyemediklerini belirtmek gerekiyor. Asgari olarak sembolik ve kısa süreli bir greve gitmeleri, kurumsal özerklik adına nasıl bir plan ve programa sahip olduklarını kamuoyuna anlatmaya ve tartışmaya açmaya çalışmaları gerekirdi.
“AKP tiyatro alanında devletçiliğin “muhafazakar” versiyonunu mu üretiyor?” sorusu tam sorulmaya başlanmışken, bu defa devlet tiyatrolarının tasfiyesi ve tiyatronun “özelleştirilmesi” tartışmaları gündeme geldi. Bunun kamuoyunu yönlendirme adına kurnazlık içeren bir çıkış olduğunu tespit etmek lazım. Böylece AKP’nin İstanbul Şehir Tiyatroları’nda gerçekleştirdiği devletçi darbenin gündemden düşmesi de hedeflendi.
Bu süreçte İKSV Tiyatro Festivali açılışının tiyatrocuların protesto eylemine sahne olması, üzerinde durulmaya değer olgulardan bir tanesi. Festival AKP’nin tiyatro politikalarından ya da “muhafazakâr sanat” manifestolarından rahatsızlık duyanların buluşmasına vesile olmuş durumda. Açılışa katılan bazı tiyatrocu arkadaşlarım görünüm olarak sol Kemalist, nostaljik ve hatta CHP’ye bel bağlama derdinde bir çeşit karşı devletçiliğin öne çıktığını belirtmekle birlikte, protesto tavrının aslında çok daha geniş bir çevrenin desteğine sahip olduğunu, fakat söylem kurma ve örgütlenme konusunda etkili olamadıklarını belirttiler.
İKSV Tiyatro Festivali etrafında yaşanan muhalif buluşma, ilginç bir çelişkiyi içinde barındırıyor. Festival olabildiğince özel tiyatroları ya da bu alanda kalıcı bir yer edinme uğraşındaki tiyatroları, girişimleri içine alıyor. Eşyanın tabiatı gereği, örneğin Devlet Tiyatroları’nın muhafaza ve müdafaasına destek vermek gibi bir politikası yok. Bu çelişkili durumun netleşmesine Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Şakir Eczacıbaşı'nın açıklaması da yardımcı oldu: Eczacıbaşı, dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de karma sponsor modelinin geliştirilmesinin yerinde olduğunu beyan etti. Daha da önemlisi, vakıf tarafından çeşitli ülkelerden kültür ataşelerinin katılacağı bir toplantının düzenlenecek olması. Böylece, “Dünyada bu işler nasıl yapılıyor ve Türkiye’de nasıl bir düzenlemeye gidilebilir?” sorularının yanıtı bir kez daha netleştirilmeye çalışılacak.
Genel resme bakıldığında, Türkiye tiyatrosunun geleceğine biçim vermek adına düzen karşıtı çıkışların neredeyse hiç olmadığını tespit etmek mümkün. Aslında devlet-tiyatro ilişkilerinin sosyal devlet ilkesine uygun olarak yapılandırılması gerektiğini savunmak yeterince düzen karşıtı bir çıkış olacaktır. Çünkü kelimenin gerçek anlamında “sosyal devlet”, 1) Tiyatronun yaratıcı emekçilerinin üretimine olanak sağlamak, 2) Tiyatro alanında sadece seyir düzeyinde genişlemeyi değil, üretici düzeyde toplumsal katılımı da teşvik etmek gibi sorumluluklara sahip.
Şunu da eklemek lazım: Kelimenin gerçek anlamında “sosyal devlet”, devlet (seçkin ve imtiyazlı sınıfların yönetici aygıtı) olmaktan çıkar. Sosyal devlet anlayışının mantıksal olarak tutarlı sonucu, özgürlükçü sosyalizmdir ve doğası gereği seçkin ve imtiyaz sahibi sınıfların çıkarlarına bağımlı devletin tasfiyesini içerir. Merkezi devlet aygıtının ülke ve dünya çapında patronaj yapılar lehine küçülmesi, yeniden düzenlenmesinden başka bir şeydir bu.
(Kaynak: Ömer F. Kurhan TİYATRO YAZILARI)