22 Mart 2012 Perşembe

Türkiye tiyatrosunu hızla çürütüp, şimşek hızıyla ceset hâline getiren 1100 kişilik kişiliksiz alçak kişinin cirit attığı bir süreçte, LİNÇ KAMPANYASI düzenleyen alçaklardan hiçbir menfaat elde etme çabası içerisinde olduğunu sanmadığımız tiyatro yazarı Melih Anık, tam tamına 23 yıldır burjuvazînin kültürel iktidarına hizmet etmekten, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesine katkı sunmaktan, emekçi halkın iktidar özlemini ötelemekten, öteki beriki konularla tiyatro izleyicisine ninni söyleyen sentetik tiyatroların (örnekse LİNÇÇİ Altıdan Sonra Tiyatro, LİNÇÇİ Ayşe Lebriz Berkem, LİNÇÇİ Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu, LİNÇÇİ Dostlar Tiyatrosu, LİNÇÇİ Oyun Atölyesi) ağzına elma şekeri, eline mavi boncuk vermekten başka herhangi bir halta yaramayıp, Koç Holding'in Enerji Şirketleri AYGAZ, opet ve Tüpraş'ın da yardım ve yataklığı ile ancak zar zor ayakta durmaya çalışan "Eczacıbaşı Festivali" hakkında, hiçbir LİNÇÇİ alçağın, hiçbir çanak yalayan tiyatro dergisi yöneticisinin, hiçbir tiyatro yazarının asla ve kesinlikle söyleyemeceği nitelikteki bir sözü, hem de "BÜLENT ECZACIBAŞI'NA AÇIK MEKTUP: YAPMAYIN BU FESTİVALİ!" bağlamında çok net bir biçimde dile getiriyor: "BU YAPTIĞINIZ TİYATROYA HAKARETTİR."

Oyun'un notu: "Günlük"ten alıp, olduğu gibi aşağıya aktardığımız tiyatro yazarı Melih Anık'ın yazısındaki "bir söz"ü kırmızı ile belirgin hâle biz getirip, dikkat çekmek istedik!


***


Ekmeğimi, namusumu, onurumu, Kültür Bakanlığı çanağı yalayarak değil, çalışarak kazandığım ve en önemlisi sanatsal etkinliklerimden para kazanmadığım için, gün yirmi dört saat tiyatro sanatıyla uğraşamıyorum. Böylelikle, tiyatro dünyasındaki konuşulup yazılanları tam zamanında izleyemiyorum.


Sürekli olarak LİNÇÇİ alçaklarla mahkemeleşmelerde bulunmak, sık sık yurtdışı gezilerine çıkmak ve benim bağımsızlığımın garantisi olan kuyumculuk işleriyle uğraşmak zorunda olmam nedeniyle, tiyatro sanatındaki aksayan yerlere ışıldak tutmak için zaman zaman gecikebiliyorum.


6-16 Mart 2012 tarihlerinde İsviçre'deki "BASELWORD Kuyumculuk Fuarı", 22-25 Mart 2012 tarihlerinde "İstanbul Kuyumculuk Fuarı"nda bulunmak zorunda olmam nedeniyle, İnternet ortamından isteyerek uzaklaşmış bulunuyorum.


Tiyatronun nabzını tutan önemli yazarlardan biri olan Melih Anık'ın aşağıdaki yazısını da, ancak perşembeyi cumaya bağlayan gece yarısı, yaklaşık olarak saat 04.00'te değerlendirip yayınlayabildim. Sadece okunup geçilecek, yalnızca çiğnemeden yutulacak bir yazı olmayan aşağıdaki metni, ağır ağır, sindire sindire, yavaş yavaş okuyunuz.


Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz


***


Bülent Eczacıbaşı’na Açık Mektup: Yapmayın Bu Festivali!


Melih Anık
22 Mart 2012

İKSV Yönetim Kurulu Başkanı olarak 18.İstanbul Tiyatro Festivali tanıtım toplantısına katılmış bir de konuşma yapmışsınız, “sahneye çıkmışsınız” yani.  Her ne kadar İKSV Tiyatro Festivali’nin  Direktörü Prof. Dr. Dikmen Gürün  ama madem ki siz toplantıdasınız silsileye göre sizi “muhatap” almamız doğal sayılmalıdır.  Öte yandan Prof.Dr. Gürün’ün İKSV için bir şans sayılması gerektiğine; samimi ve iyi niyetli çabalarına rağmen Festival’in bugün içinde olduğu durumu onun omuzlarına yıkmanın insafsızlık olacağına;  bu yazı çerçevesinde özetlemeye çalıştığım sorunların kurumsal yapıdan ve zihniyetten kaynaklandığına inandığım ve de bundan Yönetim Kurul Başkanı yani “en baştaki” kişi olarak sizi sorumlu tuttuğum için size hitap ediyorum.

Şunu öncelikle belirtmem gerekir ki söyleyeceklerim, İKSV Tiyatro Festivali programında kendine yer bulmuş olan tiyatrocu ve gruplarla ilgili değildir. Onlar bu ortamdan  “pay almak” için kendilerince doğru olanı yapıyor. (Aslında tiyatronun eşsiz gücünü kullanabilseler size de ihtiyaçları olmayacak ama.. ) Sahnede de en iyisini yapmak için de gayret edeceklerdir, eminim. Onlara seçtikleri yolda başarılar dilerim. Meselenin büyüklüğü onları aşıyor zira meselenin özü, İKSV Tiyatro Festivali’nin ne olduğu belli olmayan misyonu(“var olma” nedeni) ve de vizyonu ile ilgili.

Herşeyden önce “17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali” olan ismin “18.İstanbul Tiyatro Festivali” olması bir rastlantı değildir herhalde. Bu, bu  yılın programı için duyduğunuz bir mahcubiyetin sonucu mu yoksa gelecek yılların bir habercisi midir? Aslına bakarsanız festivalin “uluslar arası” diye anıldığı dönemlerde bile  “uluslar arası” olmadığı bu işi bilen herkes tarafından bilinmekteydi, İKSV anlamakta biraz geç kaldı. Ama gene de inancım odur ki sizin, yani İKSV’nin “uluslar arası” anlayışınız ile bizimki(benim gibi düşünenler) aynı değil.  Zira siz festivale katılan yabancı tiyatro grubu sayısına bakarak “uluslar arası” olduğuna karar veriyorsunuz ben ise İKSV Tiyatro Festivali’nin “dünyanın gördüğü” bir ışığı yakamadığını düşündüğüm için hiçbir zaman “uluslar arası” olmadığına inanıyorum. Görüyorum ki “can çekişen” festival bu isim değişikliği ile bu sorumluluğu taşıyamayacağını açıkça belli etmiş oldu bu yıl. Şimdi sıra, “İstanbul” ismini kaldırmaya geldi bence. Zira son yıllardaki gidişatı ile Festival, dünya metropollerinden biri olan İstanbul ismini taşıma gücünde de değil. Gelin buna İKSV (Tiyatro) “Festivali” diyelim olsun bitsin.

Başlangıçta her yıl düzenlenen Festival’in maddi ve manevi gerekçelerle iki yılda bir yapılmasına karar verildi.  Böylelikle iki yıllık bir hazırlık dönemi olacaktı. 18. İKSV Tiyatro Festivali’nin programına bakınca her şeyin son altı aya sıkıştırıldığını görmemiz ya da iki yıllık bir çalışmadan çıkana bakarak “Bunu mu becerebildiniz” şeklinde bir değerlendirme yapmamız gerekecekti. Sizin Yönetim Kurulu Başkanı olduğunuz bir kurumun iki yıllık  çalışmasından böyle bir programın çıkmış olmayacağına inanmayı tercih ettiğim için her şey son altı ayda yapılmış diyorum. Bu nedenle de program, “bu kadar olacaktı” tabii ki.

İKSV Tiyatro Festivali olarak bu yıl dört projeye “ortak yapımcı” olarak katılacakmışsınız. Sanıyorum ki “ortak yapımcı”nın ne demek olduğunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca İKSV’nin tiyatroyu yatırım olarak görmediği ve de ortak olduğu projeden para kazanmayı düşünmediğine göre(ben öyle inanıyorum) ortaklığın fikirsel olduğu açıktır yani bu durumda  “ortak”lık, zararı paylaşmada olduğu kadar projenin fikirsel söylemine de katılmak demektir. Bu nedenle tiyatro gibi söze ve düşünceye dayanan bir sanatta ortaya konacak  projelerin sorumluluğunu da paylaştığınızı anlıyoruz. Demek ki biz o oyunları seyrederken İKSV’nin “duruşunu” da görmüş olacağız. Bu dört projede İKSV’ye neyin cazip geldiğini açıklarsanız tüm kamu oyu gerçeği öğrenmiş olur.

Konuşmanızda değindiğiniz “geniş çaplı yapımlar”dan “geniş mekân isteyen kalabalık yapımlar”ı ima ettiğinizi anlamış bulunuyoruz. Bu ifadeye bakacak olursak İKSV “büyük oyunlar” getirecek ama “yeri dar”! Kusura bakmayın ama bu ifadenize bakarak tiyatroyu benim kadar bile bilmediğinizi anladım. “Büyük tiyatro”, “büyük dekorlu, kalabalık” tiyatro değil ki.  Dünya tiyatro tarihine iz bırakmış oyunların çoğu mütevazı mekânlardan, dar kadrolardan çıkmış. Tüm olayı, mekân sorunu haline getirip mazeret üretmek en kolay tarafı bu işin. Bunun bir hedefmiş gibi gösterilmesi Festival’in oturduğu stratejik düzlemin de olması gerektiği gibi olmadığını göstermektedir.  Öte yandan, İstanbul’da tamamlanamayan(çürüyen) bina sizin öncülüğünüzde başlatılmamış mıydı?

Şunu da hatırlatayım:  Oyunların bilet parasına bakınca zaten belli bir kesimin ulaştığı; salonlardaki yerlerin, oyunun ilk yarısında görünüp arada kaçan “davetlilerle” doldurulduğu;  o yıl, dünyada  hangi ülkenin yılı ise onun elçiliğinin “gönderdiği” gösteriler ile şekillenen bir festivalden bahsediyoruz yıllardır.  Yani bir takım üst başlıklar koymasına rağmen  misyon ve vizyonunun dar, dolayısıyla stratejinin kısıtlı hatta çağın gerisinde olduğu gerçeği ile karşı karşıyız. Sizin Festival’iniz, etkin değil edilgendir.  Yerlilerin yer almak için “yarıştığı” yabancıların ise “davetle” âdeta yalvararak zorla getirildiği bir festival bu! Dünyanın bu en önemli köşesinde bir şimşek gibi çakamıyor daha da vahimi çakmak için stratejisi, inancı yok, gücünü de bilmiyor. Yani sizin Yönetim Kurulu Başkanı olduğunuz İKSV, tiyatroda  “kaderinin efendisi” olamıyor bir türlü, ne “bulursa” onu “parlatmaya” çalışıyor; bir sokak dilencisi gibi topladıklarını tiyatronun o muhteşem masası üstüne koyup bir ziyafet süsü içinde sunmaya daha çok çaba harcıyor.  Bazıları da buna “tiyatronun kaderi” demeye alışmış. Festival iddialı bir iştir ve bir iddia ortaya koyar. Sizinki maalesef bir prova ışığı bile değil. Uzaktan bakan halkımız da tiyatronun böyle bir şey olduğunu sanıyor ve o alanı terk ediyor.  Öncelikle kendi insanını kucaklamayan, dünyanın sorunlarını dert edindiğini gösteremeyen, amacını gerçekleştirmek için çabalamayan,  bırakın dünyayı ülkemi bile heyecanlandırmayan, üç-beş elitin “oradaydım” şişinmesine neden olan, tiyatro dünyamıza ve dünyasına ufacık bir parıltı ve umut verememiş bir festivalden kime(bana bile) ne!

İKSV Tiyatro Festivali yıllardır(tam 23 sene) “marka” olamamış; dünyanın dikkatini çekememiş; ülkemin herhangi bir sorunu için masaya yumruğunu vuramamış; dünyada sesi duyulmayan;  Türkiye içinde bile İstanbul dışına “çıkamamış” bir festival. Gök gürültüsü olacak yerde bir kedi mırıltısı.. Bu mu kanımızı hızlı akıtacak, beynimizin hücrelerini yenileyecek!  Bana göre olsa da olur olmasa da. Size tavsiyem vaz geçin tiyatro festivalinden ve bizim hayâllerimizle ve de tiyatro ile  oynamayın! İKSV’ye “yük olan” bu Festival’i “dostlar alış verişte görsün” diye lütfen yapmayın. Zira bu yaptığınız tiyatroya hakarettir. Ben belki affederim ama tiyatro sizi affetmez.

(Kaynak: Günlük)