3 Şubat 2012 Cuma

Kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için Türk burjuvazisi tarafından yönetilen Devlet Tiyatroları'nda "LİNÇÇİ Yücel Erten örneği"nde de görülebileceği gibi, kendi açmazlarını, kendi dangalaklıklarını, kendi yetersizliklerini, yüzlerine takmış bulundukları Atatürk maskesiyle örtmeye yeltenen yeteneksizlerin sorgulanmasına önemli bir katkı sunabilecek aşağıdaki yazıyı, Zaman Gazetesi'nde yayınlanmasına karşın, okumakta yarar var!


Her Atatürkçüye bir diktatör


Mümtaz'er Türköne
m.turkone@zaman.com.tr
3 Şubat 2012

Derdim, Atatürk'le Atatürkçülük arasındaki derin uçurumları, okyanusları göstermek.

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu. Bu ülkenin kazandığı her şeyde onun ufku ve iradesi var. Bu ülkenin kaybettiği hazinelerin en temel sebebi ise Atatürkçülerin yobazca sarıldıkları iktidar hırsları ve ayrıcalık arayışları. Atatürkçülüğü icat eden ve onu toplum üzerinde totaliter bir baskı aracına dönüştüren darbeciler, dar ve kısır dünyalarına Atatürk'ü sığdırabilmek için, onun mirasını boydan boya tahrif ettiler. Ama daha çok toplumu, bu daracık kalıpların içine sokabilmek ve orada tutabilmek için akla zarar zulümlere giriştiler. Zekâları halka çevirdikleri silahı kullanma yeteneği ile sınırlı darbeciler, Atatürk'e ait her imgeyi ve sözü disiplinli ve hiyerarşik bir toplumun sembollerine dönüştürmek için eğip-büktüler. Okulları bu sembollerle kuşatma altına aldılar ve diktatörlere sorgusuz itaat edecek edilgen nesiller yetiştirmeye giriştiler. Allah var: Başarılı oldular.

Canlı örneği Bekir Coşkun. Kemâl Kılıçdaroğlu'na 'ne olur bir diktatör ol' diye yalvarırken, bu Atatürkçü cendereden geçerken zihninde kalan izleri kullanıyor. Amaç, darbeciler gibi dediği dedik bir parti genel başkanı ortaya çıkartmak. Tek Parti döneminin CHP'sine özeniyor. Dünyası bununla sınırlı. "Tüm yetkileri isteyin" diyor "tartışmasız, sınırsız, itirazsız..." diyerek bir despot tarif ediyor. Atatürkçülüğün tahribatı, aradığı diktatörü 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkarmak ve bir Kurtuluş Savaşı başlatmak saçmalığıyla ortaya çıkıyor. Bu arayışta, darbeci Atatürkçülüğünün esintileri dışında orijinal bir şey var mı? Meselâ demokrasiye dair.

Zavallı Kılıçdaroğlu ne yapsın? Adının "Kemâl" olması, bir siyasî partinin başında darbe yapmış bir diktatör gibi oturması için yeterli değil ki. Dönem tek parti dönemi değil ki, bir saray darbesi yapsın. Faşizm öleli çok oldu; diriltmesi hayli zor.

Muhtemeldir ki Bekir Coşkun, "intizam", "hal ve gidiş" notları "pekiyi" olan bir öğrenciydi; matematiğini bilmem ama Türkçesinin de iyi olması lâzım. Yazdığı köşe yazısını okuyanların 'aklımda ne kaldı?' sorusuna bir türlü cevap veremeyişinden, Türkçe kompozisyon derslerinde başarılı olduğu belli. Zira o kompozisyonlarda fikre yer verilmez. Nedense gözümün önüne hep Andımız okunurken, burnunu kaşımak için hazırol vaziyetini bozan arkadaşını öğretmenine ispiyonlayan bir tip geliyor. Arkadaşları tarafından sevilmeyen ama öğretmenin el üstünde tuttuğu önlüğü ütülü, yakası kolalı ve temiz bir öğrenci. Sınıfın neredeyse tamamı, onun sayesinde bir azar işitmiş olmalı. Bu kadar intizamlı bir öğrencilikten sonra, o eğitim sisteminin içine darbecilerin yerleştirdiği sembollerle sınırlı bir dünyada yaşamaktan ve düşünüp-yazmaktan başka çıkar yolu var mı? Suç Bekir Coşkun'da değil, onu diktatör arayışıyla sınırlı bir siyasî kısırlığa hapseden Atatürkçü eğitim sisteminde. Şayet çocuklarımızın birer Bekir Coşkun olarak yetişmesini istemiyorsak, hiç olmazsa Samsun'a 1919'da çıkıldığını, Kurtuluş Savaşı'nın da 1922'nin 30 Ağustos'unda zaferle sonuçlandığını kavramalarını bekliyorsak, eğitim sistemini de çocuklarımızın zihnini de bu darbe kalıntılarından temizlemek boynumuzun borcu. Yoksa bu sistemden çıkan Bekir Coşkun'larla, demokratik bir CHP'ye kavuşmamız ve bu yolla iktidar adayı bir muhalefet partisine sahip olmamız mümkün olmayacak.

Millî Eğitim Bakanlığı, geç de olsa bu darbe kalıntılarını temizlemeye girişti. İtiraz edenlerin, Bakanlığın iptal ettiği her uygulamanın, 12 Eylül Cuntası'nın ülkeyi demir yumrukla yönettiği üç yıl içerisinde icat edilmesine bir cevabının olması lâzım. 30 Eylül 1980'de Kenan Evren, Harp Okulu'nda ders yılı açılış töreninde "İdeoloji aşılamak lâzım gelirse, işte ulu önder Atatürk'ün ideolojisi vardır. Onu benimseyiniz." diyordu. Bugün Bekir Coşkun gibilerin tekerleme olarak tekrarladıkları 19 Mayıs, Kuvva-yı Milliye, Kurtuluş Savaşı gibi sayısız motif, aslından uzaklaştırılarak o dönemde bir darbe sembolü olarak yeniden inşa edilmiştir.

Atatürkçülük, darbeciliktir. Darbecilerin zorbalık yaparken, Atatürk heykellerinin arkasına sığınmasına, silahlı gasp eylemlerine mazeret ararken Atatürk maskesi takmalarına Atatürkçülük adını veriyoruz. Bugün, demokrasiye tasallut edecek zorbalar ve diktatörler arayanlar, bu ideolojinin etkisinden kurtulamayanlar değil mi?

(Kaynak: Zaman)