5 Ocak 2012 Perşembe

"Theope" oyunu yazarı Coşkun Büktel'le Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını ilga ve imhâ etmek için, tam tamına 1100 kişilik kişiliksiz alçak kişiyi bir araya getirerek, tiyatro tarihindeki en büyük günah, en kara leke, en karanlık sayfa olarak rahatsızlık veren ENTELEKTÜEL LİNÇ KAMPANYASI sürecini başlatıp, bu sürecin kalıcılığını örgütleyen ve bu süreçte bile sürekli olarak Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin'den reklâm almaya devam eden Tiyatro... Tiyatro... Dergisi kurucusu, yöneticisi, "McCarthy Çocuğu" ve LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı, hiç de üzerine vazife olmayan bir konuda ahkâm kesmenin anlamsızlığı içerisinde âdeta bocalayıp boğuluyor!

Yukarıdaki fotoğrafın baş aşağı olarak yayınlanmasının bir tek nedeni var; bu fotoğraftaki üç kişiden iki kişinin LİNÇÇİ olması. Fotoğrafa şu anda durduğu biçimde, yani baş aşağı olarak bakıldığında soldan sağa, fotoğrafın normal yapısına göre bakıldığında sağdan sola: Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı AKP'li Ertuğrul Günay'ın emrindeki Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin'in reklâmlarla beslediği LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Tiyatro... Tiyatro... Dergisi kurucusu, yöneticisi, "McCarthy Çocuğu" ve LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı, LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı reklâmlarla besleyen Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin, İstanbul Devlet Tiyatrosu (İDT) reklâm kulelerinin ticarî kuruluşlar tarafından işgâl edilmesine ses çıkaramayıp, İDT'nin reklâm kulelerinin ticarî kuruluşlar tarafından işgâl edilmesine ses çıkaran Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal olanaklarını ilga ve imhâ etmek için düzenlenmiş LİNÇ KAMPANYASI sürecinde bu kampanyaya imzasıyla destek sunan İstanbul Devlet Tiyatrosu eski Müdürü ve "Bir dönem konseye girecek kadar yeraltı dünyasında yükselebilmiş, dış ticaret ve gümrük işlerinde uzmanlaşmıştır. Hassas ruhi dengesi zaman zaman bozulsa da hastanenin işletmesinden sorumludur. Doktor Asu’ya olan sevgisi ve Hüsnü’nün manipülasyonları arasında gel-gitler yaşar..." diye tanımlanan Tuncay Kantarcı rolüyle Kurtlar Vadisi'nde oyunculuk yapan LİNÇÇİ Osman Wöber...


***


Tiyatro, Tiyatrocu, Eylemlilik…


Mustafa Demirkanlı

Tiyatrom yayıncısı Ertuğrul Timur ev ödevi verdi pazar günü için, zor olmasın, dedim ama dinlemedi, zor bir konuda yazmamı istedi. Karanlığa Karşı Işık Eylemi’nden yola çıkarak tiyatrocuların genel duruşu ve eylem üzerine bir yazı.

Tiyatro… Tiyatro… Dergisi, Şubat 2008’de yaklaşık iki buçuk ay sonra, 17 nci yılını geride bırakıp 18 nci yılına doğru yol alacak. Bu on yedi yıl geçti gözlerimin önünden, ilk yıllara gittim, Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatroları (İstanbul, -o tarihlerde diğer şehir tiyatroları henüz kurulmamıştı.) ve özel tiyatrolarda bambaşka bir heyecan, bambaşka dayanışma ve üretim vardı. Tiyatroların görece ağırlığı vardı, daha da geçmişe göre azalma olsa bile.

İlk sayının (Şubat 1991) kapağını rahmetli Mengü Ertel yapmıştı, Ertel‘in kapaktaki spotu ise, “Tiyatrocular Barışa Evet Diyor”du. O tarihte Körfez Savaşı’nı TV’lerden canlı olarak izliyorduk, şimdi yine aynı bölgede aynı savaş devam ediyor.

12 Eylül darbesinin ardından sol darmadağın edildi, sadece ülkemizde değil dünya ölçeğinde de darmadağınık oldu. Özalizmle başlayan çözülme artarak devam ederken, değer yargıları bir bir tarihe gömüldü. Örgütsüz topluluklar çaresizliğin yumağı içinde yavaş yavaş eridi, bu çözülme ve erime toplumun her kesimine yayılmış, yeni politikalar üretilemediği için teslimiyeti de beraberinde getirmişti. Her mesleki yapı bu savrulmadan payına düşeni almış, geçmiş ezberleri tekrarlayan bir avuç insan ise marjinalleşmekten kurtulamamış, toplumun dışında kalmıştır. Artık eski sloganlarla yeni kurulamayacağı gün gibi aşikârken, eski sloganları haykıranlar, toplumun duyarsızlığına kızıp, kendilerini aynada izleme gereksinimi duymamışlardır.

Her başarısız birey, suçu egemenlere atmış, egemenler karşısında neden yeniyi kuracak politikalar üretemediğiyle hiç ilgilenmemiş, bir anlamda günah çıkartmış, kendini ancak kendi görüş zaviyesinde aklamıştır.

“Şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganı ne kadar gerçeği haykırmıyorsa, “Gelin karanlığa karşı birlikte ışık olalım” sloganı da o kadar gerçeği yansıtmıyor. Yansıtmıyorlar, çünkü şehitler ölüyor, vatan bölünüyor, parça parça satılıyor ve bu artarak devam ediyor, edecek. Dibe vurup, yukarı çıkılamazsa, -bu da oldukça olanaksız görünüyor-, gelinen nokta 12 Eylül darbesiyle birlikte hızlanarak örüldü, ilk kez yönetirken sanık olan yönetenlerin yerini sanıkken yönetici olan bir kadro aldı. 12 Eylül’ü gerçekleştiren kadronun önemli bir kısmı holding yönetimlerinde yerini alırken, ılımlı İslam senaryoları da o zamanlar tezgaha ordu eliyle sürülmüştü.

İşte bu sürecin sonunda gerçekleştirilen “tiyatrocu eylemlerini” hangi skalada değerlendireceğimi bilemedim. Topluma yayılan yılgınlık doğal olarak tiyatro insanına da yayıldı, üstelik geçmişe göre –özellikle televizyonların sağladığı olanaklarla- görece ekonomik rahatlığı da göz ardı etmezsek, salonların kapatılması, üretim olanaklarının hızla erimesi, umudunu yitirmiş kitleler üzerinde gerekli yankıyı bulmasını da engellemiş bulunuyor.

Geçen hafta gerçekleştirilen “Karanlığa karşı ışık” eylemi de tiyatro insanlarından gerekli desteği görmedi, bir anlamda TKP’nin gövde gösterisiyle sonuçlandı. Sorun, TKP’nin desteğinde veya öncülüğünde değil, tiyatro insanının ilgisizliğindeydi. Sürecin bu noktalara savrulmasında önemli bir eksiklik de tiyatro sivil örgütlerinin, yıllardır “sloganlar” üzerine kurdukları politikaların iflas ettiğini fark edememeleri, sloganların bir politikayı desteklemesi gerektiğini kavrayamamaları oldu. Kavrayamadıkları süreçte de içi boş eylemlerin sonuçsuzluğu, kendi kitleleriyle aralarındaki ince bağı da koparttığını göremediler. Oysa, doğru bir öncülük ve örgütlülük ile Türkiye’nin en güçlü muhalefeti oluşabilir, önce kendi sorunlarına ciddi olarak eğilinebilinir, ardından toplumsal sorunlara doğru yol alınabilirdi.

Örgütsüz toplulukların çaresizliklerinde, en kolay yol olan toplumu oluşturan bireyleri suçlamak yerine, örgütlerin daha reel politikalar üreterek, kendi kitleleriyle bağlarını kuvvetlendirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Eylemlerdeki başarısızlık, örneğin konumuzun ögesi tiyatrocular değil, tiyatro sivil örgütleridir.

(Kaynak: tiyatrom)