T.C.
İSTANBUL
35. SULH CEZA MAHKEMESİ YARGIÇLIĞI'NA
DOSYA NO: 2011/3218 Esas
1) Ben, kırk yıllık bir oyuncu olarak, Nihat Haluk Bilginer'in 46 adlı dergiye verdiği röportajda "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." dediğini okur okumaz, ağır bir tahrik duygusuna kapıldım. Nihat Haluk Bilginer, "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyerek, hem genellemeci mantığın şemsiyesine sığınıp yasal kovuşturmaya uğramaktan kurtulmuş ve hem de bütün oyuncuları töhmet altında bırakmıştır. Ben, böyle genellemeci konuşup, hiçbir hukuksal riske girmeyen birine, noter onaylı ihtarname gönderemeyeceğime, onu savcılığa şikâyet edemeyeceğime yada mahkemeye verip dava edemeyeceğime göre, elimdeki tek olanağı kullanıp, "incitici dahi olsa bunun eleştirinin özünde olabileceği" kararından yararlanarak, eleştiri hakkımı kullanma yoluna gittim.
Burada bir parantez açıp, İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2010/8 dosya numaralı benzer bir "suç" nedeniyle beni yargıladıktan sonra, benim lehime BERAAT kararı vermiş olduğu duruşma tutanağından ilgili bölümü aktarmak istiyorum:
("Her ne kadar sanık hakkında hakaret suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de; sanığın eylemini gerçekleştirirken kullandığı sözcükler sanığın ve katılanın konumları itibarı ile yazı içeriğinin tarafları olabileceği ve içerik itibarı ile incitici dahi olsa bunun eleştirinin özünde olabileceği yazı içeriği itibarı ile de eleştiri sınırları içerisinde kaldığı ve atılı suç kastının bulunmadığı anlaşıldığından sanığın CMK 223/2,a-c maddesi gereği BERAATİNE")
2) Ben, başını Tiyatro... Tiyatro... Dergisi sahibesi Gülhan Avşar Demirkanlı ile bu derginin kurucusu ve yöneticisi Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın çektiği, tam 1100 kişilik bir imzaya ulaşan LİNÇ KAMPANYASI ile düşünsel olarak imhâ edilmek istenirken, bu 1100 kişilik imzacıya, hem kendi adına ve hem de yöneticisi olduğu Oyun Atölyesi adına net bir destek sunan Kemal Aydoğan'a LİNÇÇİ derken, yazarlığımın caydırıcı gücünü kullanıp, "incitici dahi olsa bunun eleştirinin özünde olabileceği" kararından yararlanarak, eleştiri hakkımı kullanma yoluna gittim.
3) Ben, yukarıda sıraladığım nedenlerle, herhangi bir kastî duyguyla hareket etmeyip, ağır bir tahrik altında kalarak, meşru müdafaada (haklı savunmada) bulundum. Ben, bana ve oyunculuk sanatına kastî olarak yapılmış bu saldırıya karşı, bu saldırıyı durdurmak ve/ya bu saldırının etkilerini azaltmak amacıyla "orantılı güç" kullanmak isteyip, kendimi ve sanatımı koruma güdüsüyle hareket ettim. Ben, yaptığım bu hareketimi, (daha anlaşılır hâle getirebilmek için) her zaman verilen hukuksal bir örnekle temellendirebilmem gerekirse, örnekse bana silahla saldıran birine, ben, yumrukla karşılık veremezdim. Yine örnekse ben, bana yumrukla saldıran bir kişiye silahla karşılık vermiş olsaydım, tabii ki "orantısız güç" kullanmış olurdum.
Kanıksanmış toplumsal davranış biçimi "susup oturmak" olmasına karşın, benim elimdeki "kalem silahı" kullanılmayı bekliyordu ve ben de, "orantısız güç" kavramına asla ve kesinlikle hiçbir eğilim göstermeden, sadece, tamamıyla ve yalnızca meşru müdafaa (haklı savunma) biçimiyle hareket etmeyi yeğleyen entelektüel bir reflekse kapıldım.
Ben, böyle davranmakla, yanlış yaptığım kanısında değilim. Ben, böyle davranmakla, yanlış yaptığımı asla ve kesinlikle düşünmüyorum. Malumunuz, bilindiği üzre, meşru müdafaada (haklı savunmada) en temel ilke fiziksel karşılaşmadan kaçınmaktır. Dosya layıkıyla incelendiğinde, dosyanın içeriği hakkında derinlemesine irdeleme yapıldığında, hem hukuk bilimine ve hem de tiyatro sanatına vakıf donanımlı bir bilirkişiye başvurulduğunda, derhal fark edilecektir ki, beni "suç işlemeye yönelten" 1100 kişilik bir LİNÇ ÖRGÜTÜ bulunmasına karşın, ben, yine de, meşru müdafaadan (haklı savunmadan) ödün verip, "orantısız güç" kullanma yoluna asla ve kesinlikle sapmadım. Tüm olumsuzluklara karşın, "orantısız güç" kullanma eğilimi içerisinde bulunmadığımın altını çizmekte yarar var.
4) Benimle ve benim yargılandığım davamla ilintili olarak dile getirdiğim tüm bu verilerin dışında/ışığında, şu bilgiyi de dikkatinize sunmak istiyorum:
Benim duruşmamın yapıldığı 21.12.2011 Çarşamba günü, kapısının üzerinde "60. Asliye Ceza Mahkemesi" yazıp, aslında "35. Sulh Ceza Mahkemesi" (Benim bu davam, "1 Sulh Ceza Mahkemesi"nde başlamasına karşın, her nedense bu mahkemeye aktarılmıştı!) duruşma salonunun önündeki duruşma çizelgesini incelediğimde, tam olarak 38 davayla karşılaştım. Çizelgedeki bilgiye göre, 09.00'da başlayıp, 15.00'de sona eren ve 12.30-14.00 arasındaki öğle tatilini de hesaba kattığımızda, sadece ve sadece 4.5 saat süren (ki, iki duruşma arasında küçük molalar olabiliyor), böylelikle, küçük molaları saymazsak duruşma başına sadece 7 dakika yoğunlaşılabilen bir duruşma sürecinde, çok özellikli bir konu nasıl karara bağlanabilir? Bunu anlayabilmiş değilim! Denilebilir ki, yargıç, daha önceden dosya üzerinde araştırma-inceleme yapıp, ona göre karar veriyor. İyi, güzel de, ben duruşma günü (21.12.2011) 6 sayfalık bir "savunma" getirmiştim ve o savunmanın okunması bile başlı başına 7 dakikayı geçebilen bir sürece mal olabilirdi. Ancak, ne yazık ki, savunmamın tamamı okunmadı ve böylelikle, benim en doğal ve en evrensel hakkım olan "savunma hakkım" kısıtlanarak ceza alıp mahkûm oldum.
"Savunma hakkım" kısıtlandıysa, bunun bir tek sorumlusu olarak, Sayın Yargıç Füsun Alca'yı gösteremem. Bu bir, hukuksal işleyişin sorumluluğunda bulunan önemli bir evrensel ve toplumsal sorundur. Şöyle ki:
Duruşma günü (21.12.2011) yapılan duruşmaların dökümüne baktığımızda, 38 davanın 28'i "Karşılıksız Çek Düzenleme", 4'ü "Kullanmak İçin Uyuşturucu ve Uyarıcı Madde Kabul Etmek veya Bulundurmak", 4'ü "Taksirle Bir Kişinin Yaralanmasına Neden Olmak" ve 1'i "Görevi Kötüye Kullanma"...
Benim davamla ilgili duruşma, bence, tamamıyla entelektüel ölçütlerle ele alınması, kılı kırka yarılarak, nesnel değil (örnekse, somut bir çek kağıdıyla ilintili olmayan), öznel (örnekse, bir felsefî yapıt değerlendirilir gibi değerlendirilmesi gereken estetik bir konuyu içeren) az rastlanılır evrensel ve toplumsal bir durumdur.
Garanti Bankası, İş Bankası, Yapı Kredi Bankası müştekilerinin ve/ya savunmanlarının nesnel (çek) ve somut (karşılıksız kesilen çek) davalarla girip çıktıkları bir duruşma salonunda yargılandığım için, belli bir sıkıntı çektiğimi belirtmeden geçemeyeceğim. Ancak, ülkemizin içinde bulunduğu hukuksal sorunlara vakıf olan bir birey olarak, yine de "hoşgörülü" davranmayı yeğliyorum. Ben, bu bilgileri, hukuksal karara varacak olan sizleri duygusal olarak etkilemek için değil, tarihe bir belge bırakmak için, benim yaşadığım yüzyılda "hukuk saatinin kaç olduğunu" gelecek kuşaklara aktarmak için yazıyorum.
SONUÇ VE İSTEM:
T.C. İstanbul 35. Sulh Ceza Mahkemesi'nin verdiği karara itiraz ediyor ve bu kararın benim lehime düzeltilerek BERAAT etmek istiyorum. 23/12/2011
HÜSEYİN HİLMİ BULUNMAZ
DELİLLER:
1) BİRİNCİ LİNÇ KAMPANYASI
Link: http://tiyatroyun.blogspot.com/2008/03/bir-iftirann-bataklk-anatomisi.html
2) İKİNCİ LİNÇ KAMPANYASI
Link: http://www.coskunbuktel.com/lincimzacilari.htm
3) Haluk Bilginer 46 Dergisi Röportajı
Link: http://www.oyunatolyesi.com/arsiv/haberler/haluk-bilginer-46-dergisi-roportaji
İSTANBUL
35. SULH CEZA MAHKEMESİ YARGIÇLIĞI'NA
DOSYA NO: 2011/3218 Esas
1) Ben, kırk yıllık bir oyuncu olarak, Nihat Haluk Bilginer'in 46 adlı dergiye verdiği röportajda "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." dediğini okur okumaz, ağır bir tahrik duygusuna kapıldım. Nihat Haluk Bilginer, "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyerek, hem genellemeci mantığın şemsiyesine sığınıp yasal kovuşturmaya uğramaktan kurtulmuş ve hem de bütün oyuncuları töhmet altında bırakmıştır. Ben, böyle genellemeci konuşup, hiçbir hukuksal riske girmeyen birine, noter onaylı ihtarname gönderemeyeceğime, onu savcılığa şikâyet edemeyeceğime yada mahkemeye verip dava edemeyeceğime göre, elimdeki tek olanağı kullanıp, "incitici dahi olsa bunun eleştirinin özünde olabileceği" kararından yararlanarak, eleştiri hakkımı kullanma yoluna gittim.
Burada bir parantez açıp, İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2010/8 dosya numaralı benzer bir "suç" nedeniyle beni yargıladıktan sonra, benim lehime BERAAT kararı vermiş olduğu duruşma tutanağından ilgili bölümü aktarmak istiyorum:
("Her ne kadar sanık hakkında hakaret suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de; sanığın eylemini gerçekleştirirken kullandığı sözcükler sanığın ve katılanın konumları itibarı ile yazı içeriğinin tarafları olabileceği ve içerik itibarı ile incitici dahi olsa bunun eleştirinin özünde olabileceği yazı içeriği itibarı ile de eleştiri sınırları içerisinde kaldığı ve atılı suç kastının bulunmadığı anlaşıldığından sanığın CMK 223/2,a-c maddesi gereği BERAATİNE")
2) Ben, başını Tiyatro... Tiyatro... Dergisi sahibesi Gülhan Avşar Demirkanlı ile bu derginin kurucusu ve yöneticisi Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın çektiği, tam 1100 kişilik bir imzaya ulaşan LİNÇ KAMPANYASI ile düşünsel olarak imhâ edilmek istenirken, bu 1100 kişilik imzacıya, hem kendi adına ve hem de yöneticisi olduğu Oyun Atölyesi adına net bir destek sunan Kemal Aydoğan'a LİNÇÇİ derken, yazarlığımın caydırıcı gücünü kullanıp, "incitici dahi olsa bunun eleştirinin özünde olabileceği" kararından yararlanarak, eleştiri hakkımı kullanma yoluna gittim.
3) Ben, yukarıda sıraladığım nedenlerle, herhangi bir kastî duyguyla hareket etmeyip, ağır bir tahrik altında kalarak, meşru müdafaada (haklı savunmada) bulundum. Ben, bana ve oyunculuk sanatına kastî olarak yapılmış bu saldırıya karşı, bu saldırıyı durdurmak ve/ya bu saldırının etkilerini azaltmak amacıyla "orantılı güç" kullanmak isteyip, kendimi ve sanatımı koruma güdüsüyle hareket ettim. Ben, yaptığım bu hareketimi, (daha anlaşılır hâle getirebilmek için) her zaman verilen hukuksal bir örnekle temellendirebilmem gerekirse, örnekse bana silahla saldıran birine, ben, yumrukla karşılık veremezdim. Yine örnekse ben, bana yumrukla saldıran bir kişiye silahla karşılık vermiş olsaydım, tabii ki "orantısız güç" kullanmış olurdum.
Kanıksanmış toplumsal davranış biçimi "susup oturmak" olmasına karşın, benim elimdeki "kalem silahı" kullanılmayı bekliyordu ve ben de, "orantısız güç" kavramına asla ve kesinlikle hiçbir eğilim göstermeden, sadece, tamamıyla ve yalnızca meşru müdafaa (haklı savunma) biçimiyle hareket etmeyi yeğleyen entelektüel bir reflekse kapıldım.
Ben, böyle davranmakla, yanlış yaptığım kanısında değilim. Ben, böyle davranmakla, yanlış yaptığımı asla ve kesinlikle düşünmüyorum. Malumunuz, bilindiği üzre, meşru müdafaada (haklı savunmada) en temel ilke fiziksel karşılaşmadan kaçınmaktır. Dosya layıkıyla incelendiğinde, dosyanın içeriği hakkında derinlemesine irdeleme yapıldığında, hem hukuk bilimine ve hem de tiyatro sanatına vakıf donanımlı bir bilirkişiye başvurulduğunda, derhal fark edilecektir ki, beni "suç işlemeye yönelten" 1100 kişilik bir LİNÇ ÖRGÜTÜ bulunmasına karşın, ben, yine de, meşru müdafaadan (haklı savunmadan) ödün verip, "orantısız güç" kullanma yoluna asla ve kesinlikle sapmadım. Tüm olumsuzluklara karşın, "orantısız güç" kullanma eğilimi içerisinde bulunmadığımın altını çizmekte yarar var.
4) Benimle ve benim yargılandığım davamla ilintili olarak dile getirdiğim tüm bu verilerin dışında/ışığında, şu bilgiyi de dikkatinize sunmak istiyorum:
Benim duruşmamın yapıldığı 21.12.2011 Çarşamba günü, kapısının üzerinde "60. Asliye Ceza Mahkemesi" yazıp, aslında "35. Sulh Ceza Mahkemesi" (Benim bu davam, "1 Sulh Ceza Mahkemesi"nde başlamasına karşın, her nedense bu mahkemeye aktarılmıştı!) duruşma salonunun önündeki duruşma çizelgesini incelediğimde, tam olarak 38 davayla karşılaştım. Çizelgedeki bilgiye göre, 09.00'da başlayıp, 15.00'de sona eren ve 12.30-14.00 arasındaki öğle tatilini de hesaba kattığımızda, sadece ve sadece 4.5 saat süren (ki, iki duruşma arasında küçük molalar olabiliyor), böylelikle, küçük molaları saymazsak duruşma başına sadece 7 dakika yoğunlaşılabilen bir duruşma sürecinde, çok özellikli bir konu nasıl karara bağlanabilir? Bunu anlayabilmiş değilim! Denilebilir ki, yargıç, daha önceden dosya üzerinde araştırma-inceleme yapıp, ona göre karar veriyor. İyi, güzel de, ben duruşma günü (21.12.2011) 6 sayfalık bir "savunma" getirmiştim ve o savunmanın okunması bile başlı başına 7 dakikayı geçebilen bir sürece mal olabilirdi. Ancak, ne yazık ki, savunmamın tamamı okunmadı ve böylelikle, benim en doğal ve en evrensel hakkım olan "savunma hakkım" kısıtlanarak ceza alıp mahkûm oldum.
"Savunma hakkım" kısıtlandıysa, bunun bir tek sorumlusu olarak, Sayın Yargıç Füsun Alca'yı gösteremem. Bu bir, hukuksal işleyişin sorumluluğunda bulunan önemli bir evrensel ve toplumsal sorundur. Şöyle ki:
Duruşma günü (21.12.2011) yapılan duruşmaların dökümüne baktığımızda, 38 davanın 28'i "Karşılıksız Çek Düzenleme", 4'ü "Kullanmak İçin Uyuşturucu ve Uyarıcı Madde Kabul Etmek veya Bulundurmak", 4'ü "Taksirle Bir Kişinin Yaralanmasına Neden Olmak" ve 1'i "Görevi Kötüye Kullanma"...
Benim davamla ilgili duruşma, bence, tamamıyla entelektüel ölçütlerle ele alınması, kılı kırka yarılarak, nesnel değil (örnekse, somut bir çek kağıdıyla ilintili olmayan), öznel (örnekse, bir felsefî yapıt değerlendirilir gibi değerlendirilmesi gereken estetik bir konuyu içeren) az rastlanılır evrensel ve toplumsal bir durumdur.
Garanti Bankası, İş Bankası, Yapı Kredi Bankası müştekilerinin ve/ya savunmanlarının nesnel (çek) ve somut (karşılıksız kesilen çek) davalarla girip çıktıkları bir duruşma salonunda yargılandığım için, belli bir sıkıntı çektiğimi belirtmeden geçemeyeceğim. Ancak, ülkemizin içinde bulunduğu hukuksal sorunlara vakıf olan bir birey olarak, yine de "hoşgörülü" davranmayı yeğliyorum. Ben, bu bilgileri, hukuksal karara varacak olan sizleri duygusal olarak etkilemek için değil, tarihe bir belge bırakmak için, benim yaşadığım yüzyılda "hukuk saatinin kaç olduğunu" gelecek kuşaklara aktarmak için yazıyorum.
SONUÇ VE İSTEM:
T.C. İstanbul 35. Sulh Ceza Mahkemesi'nin verdiği karara itiraz ediyor ve bu kararın benim lehime düzeltilerek BERAAT etmek istiyorum. 23/12/2011
HÜSEYİN HİLMİ BULUNMAZ
DELİLLER:
1) BİRİNCİ LİNÇ KAMPANYASI
Link: http://tiyatroyun.blogspot.com/2008/03/bir-iftirann-bataklk-anatomisi.html
2) İKİNCİ LİNÇ KAMPANYASI
Link: http://www.coskunbuktel.com/lincimzacilari.htm
3) Haluk Bilginer 46 Dergisi Röportajı
Link: http://www.oyunatolyesi.com/arsiv/haberler/haluk-bilginer-46-dergisi-roportaji