Tanklar, Tüfekler vb.
Uluç Esen
İnsan doğası iyi midir yoksa kötü müdür? Birkaç yıl önce tiyatro öğrencilerinden oluşan bir grupla oyunculuk konusunda konuşurken şunu iddia etmiştim: “İnsan doğası genellikle kötü huyludur. Bu nedenle kötü karakterleri canlandıran oyuncular daha başarılı oluyor”. İnsan doğasının kötü olduğu, bu nedenle de kötü karakteri oynayan oyuncuların göreceli olarak daha başarılı olduğu argümanım itirazlara neden olmuştu.
Bu tabii ki bir genellemeydi ve her genellemede olduğu gibi eksikli bir bakış açısıydı. Argüman, yani insan doğasının kötü olduğu, daha çok da popüler kültürde yer alan drama alanlarında (sinema, dizi gibi) karşılaştığımız kurgusal karakterlerin arasındaki kötü karakterlerin neden bize daha inandırıcı geldiği ile ilgiliydi. Ya da iyi ve kötü karakterin arasındaki çatışmaya dayalı bir dramada seyirci konumundaki bizler her ne kadar iyi karakterin yanında yer alsak da kötü karakteri oynayan oyuncu sanki işini daha iyi yapıyor gibi görünmekteydi. Bu başarı belki de iyilerin sisteminde değil kötülerin sisteminde yaşıyor olmamızdan kaynaklanıyordu. Onların dedikleri oluyordu. Ya da şöyle bir kafamızı uzatıp da etrafımıza baktığımızda daha çok o kötü insan doğası manzaralarıyla karşılaşıyorduk. Bu nedenle de oyuncuların gözlemi bu yönde daha gelişkindi.
Brecht ünlü Sezuan’ın İyi İnsanı adlı oyununda bu temel çelişkiyi konu edinmişti. Shen Te’nin bireysel çabası iyi insan olarak kalmasına yetmiyor, iyi insan kalabilmek için şizofrenik bir şekilde hayali bir kötü karakter yaratıp onun kılığına da bürünüyordu. Shen Te, bir keresinde de şu şekilde dillendiriyordu çıkışsızlığını: “iyilerin neden tankları, tüfekleri yok?” İyi olanın sorunu bu muydu? İyi olanı hâkim kılabilmek için sistemin baskı araçlarına mı sahip olmalıydı?
Noam Chomsky bir soruya cevaben insan doğasının tam olarak ne olduğunu bilemeyeceğimizi hatırlatarak, insan doğasının kötü yanı olmasa işkencecilerin, kitle katillerinin, köle tacirlerinin çıkmayacağını söylüyor. İnsan doğasının bir anlamda kötü olduğunu doğrulayarak daha çok insanların bu şekilde hareket edecekleri koşullar olduğuna vurgu yapıyor. Bunun yanında, insan doğasının kendi çıkarlarını düşünmeme ve el birliği, fedakârlık, birbirini destekleme, dayanışma, müthiş bir cesaret ve bunun gibi daha pek çok şey için de kapasitesi olduğunu ekliyor.
Peki, insan doğasını nasıl araştıracağız? Yine Chomsky’ye göre insan doğası olarak tarif edilen şeyi deneyimlerle kazanırız. “Bu deneyim tarihsel deneyimleri de kapsar; tarihsel deneyimler ise kişisel deneyimlerimizin bir parçasıdır. Çünkü içinde doğduğumuz kültüre yerleşiktir.”
Son günlerde Dersim’de yaşananların bir katliam olduğu tartışması yapılırken ve yakında oynamaya başlayacağımız Eleni’den Mektuplar adlı oyunumuz 6-7 Eylül olaylarından çıkagelmiş bir dramı konu edinirken bu sorun tekrar aklıma takıldı. Katliamlar, gayrimüslimlerin asimilasyonu, kitlelerin memleketlerinden ilelebet kopartılması gibi olaylar tarihimizin bir parçası iken ve bu sorunlarla toplum olarak hala yüzleşmemişken “iyi” olduğumuzu iddia edebilir miyiz? Zamanında ellerinde tanklar, tüfekler bulunanlar da bu işledikleri kötülükleri başka bir “iyilik” uğruna yaptıklarını iddia etmekteydiler. Ama bu gün o yapılanların aslında alnımıza kara leke çalan kötülükler olduğu gerçeğiyle yüzleşebilmek şansına sahibiz. Biz yaşanan bu trajedilere ilgisiz olsak bile, kötülük yapıp örtbas etmek ya da akıllara zarar bir şekilde aklamak kültürü doğduğumuz kültüre yerleşik olduğu müddetçe bizim bireysel kültürümüzün de bir parçası. Ancak bir zamanlar sorun olarak görünmeyen şeylerle yüzleşerek ahlaki olarak ilerleyebiliriz.
Kötü olan insan doğasını koşullar ve yanılsamalarla dolu bakış açıları yaratıyor. Toplumsal travmalar yaşatan böylesi kötü deneyimleri konu edinen bir sanatsal çalışmayı kotarmak ise başka bir sorumluluk getiriyor. Sorunla yüzleşmenin, mümkün olduğunca yanılsamalardan arındırılmış, samimi olması ve empatiyle kurulması yegâne çıkış noktamız. Belki yine tarihten bize miras kalan doğamız gereği yer yer eksikli, kusurlu işleyeceğiz bu tür konuları, ama bunu anlamak için perdemizi açmak ve anlattığımız öyküyü izleyecek olanlarla paylaşmamız gerekiyor. Tiyatronun en önemli gücü de bu; bir konu hakkındaki düşüncelerin, duyguların başkaları ile doğrudan etkileşime girerek sunulması. Bizim tek silahımız bu.
(Kaynak: Mimesis)