4 Kasım 2011 Cuma

Coşkun Büktel'le Hilmi Bulunmaz'a "iftira girişiminde bulunan kişiler" muamelesi yaparak açık açık iftira atan LİNÇÇİ Mimesis, demokrasicilik oynuyor!

Sahte duygular mimarı William Shakespeare'i kündeye getirip tuş eden Lev Tolstoy'un eşi Sofiya Tolstoy diyor ki:

"...insanın kendinde bulunmayan gerçekleri de öğütlememesi gerek..."

(Kaynak: "SOFİYA TOLSTOY'UN GÜNCESİ" sf. 184)

***


LİNÇ KAMPANYASI ana sponsoru MİMESİS imzasıyla yayınlanan "KINIYORUZ" aldatıcı başlıklı "iftira metni" içeriğinden küçük bir tadımlık:

"Kınıyoruz!

Tiyatro İnsanları Olarak, Yayınlarımıza ve Yayıncılarımıza Yönelik;
İftira, Karalama, Baskı Altına Alma Girişimlerini Kınıyoruz!

Tiyatro kamuoyunun tanıklık ettiği üzere, oyun ve dizi film yazarı Coşkun Büktel ve internet ortamını hesapsızca kullanan Hüseyin Hilmi Bulunmaz, kişisel site ve bloglarını sistemli aşağılama, hakaret ve küfür aracı olarak kullanarak Türkiye tiyatrosunun kurum ve kişilerine saldırmakta ve rencide etmektedirler. Tiyatro gündemini bu şekilde işgal etmekte, tiyatro ortamında üretimleriyle var olmak yerine intikam duygularını ortaya saçmaktadırlar"

(Kaynak: "TARİH HEPİNİZİN SURATINA TÜKÜRECEK!")


***


LİNÇ KAMPANYASI düzenleyen 1100 kişilik kişiliksiz kişi için Coşkun Büktel diyor ki:

"Yalan ve iftiralarınızı Nazi subayları kadar 'nazik'(?), steril, soğukkanlı ve 'küfürsüz'(?) bir dille ifade ediyor olmanız, sizi 'temiz tiyatrocu' yapmıyor."

(Kaynak: Coşkun Büktel)


***


Yayıncılık ve Akademisyenlik Terör Olunca…


Yayıncı Ragıp Zarakolu ve BDP anayasa komisyonu üyesi Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın arasında olduğu 47 kişinin önce gözaltına alınıp sonra da tutuklanması KCK davasında oldukça yaratıcı yeni bir aşamaya geçildiğini gösteriyor. Artık insan hakları, demokrasi ve barış çizgisinde yayıncılık yapmak, evinde belli kitapları bulundurmak ya da ders vermek terörle ilişkilendirilebiliyor.

Aslında bu yaratıcı buluş, 15 – 20 yıldır bilinen basit “yardım ve yataklık” etiketine benziyor. Ancak arada küçük bir fark var: Yeni anayasa çalışmalarına başlanmak üzereyken bir partinin anayasa komisyonu üyesi tutuklanıyor. Yani demokrasi getirilecekse onu getirmek “birilerine” mahsus. Demokrasi isteyen aydınlar ise bunu “hangi taraftan” istediğine dikkat etmek durumunda, çünkü demokrasiyi yanlış taraftan isteyince işin terör yanına bulaşılmış oluyor.

Eğer yayınevi işletecekseniz evinizde belli kitapları bulundurmak durumundasınız. Ancak yayıneviniz doğru tarafa hizmet etmiyorsa, artık yayıncı değil terörist oluyorsunuz.

Bir akademisyenin görevi sadece devletin resmi okullarında ders vermek midir? Kurulan alternatif bir akademide ders vermek terör müdür? Eğer bu alternatif okul doğru tarafa hizmet etmiyorsa artık ders vermek de terör eylemi oluyor.

Bir kitabı basmak, o kitabı okumak, o kitabın içinde yazanları birilerine öğretmek terörün uzantıları olarak görülüp cezalandırılıyorsa, o zaman aydınlanma faaliyetinin herhangi bir yerinde duran herkes yaptığının terör eylemi olup olmadığını incelemek durumunda. Yani biz sanatçılar ve sanat yayıncıları da otosansür filtrelerini tatkmak durumundayız. Evet, 90’lı yılları bir daha yaşamayacağımız için rahat bir nefes alabiliriz. Artık sansürden ziyade oto sansür işleyecek.

Tutuklanmalara karşı yazarlar birliğinin açıklaması, akademisyenlerin yürüttüğü imza kampanyası, uluslararası edebiyat ve yayıncılık dünyasından gelen tepki mesajları biraz olsun geleceğe dönük ümit veriyor. Ancak sanat camiasında konu ile ilgili örgütlü bir tepki henüz gelişmiş değil.

Köşe yazarı Yıldırım Türker’in şu sözlerle yaptığı çağrı oldukça çarpıcıydı: “KCK tutuklamalarına karşı can havliyle haykırmak durumundayız. Yoksa eli kulağında, ölüm kazanacak.”

(Kaynak: Mimesis)