6 Ekim 2011 Perşembe

Yalnızlık duygusu yada vitrin mankenine dönüşen ruhsuz insanlar!

Adam, her sabah kalktığı saatte kalktı. Her sabah ne yapıyorsa onları yaptı. Aynanın karşısına geçip, dakikalarca yüzünü inceledi. Her geçen gün hızla değişen yüzünü, tanımakta zorlanmaya başlamıştı. Yüzündeki insancıl çizgiler silinip, anlamsız mimikler yüzüne hücum etmeye başlayan adam, içindeki coşkunun azalmasıyla birlikte, kendisini bir insandan çok bir makineye, bir zaman öldürme makinesine benzetiyordu.

Adam, çalıştığı bürodaki arkadaşlarının en yakıcı sorunlarına bile büyük bir hızla yabancılaşıyordu. Mırıltı hâlinde yapılan sohbetler, adamı canından bezdirmiş ve kendisinin sorunları dışındaki sorunları görmez olmaya başlamıştı. Hattâ, size garip gelecek ama, adam, kendi sorunlarının çözümleri konusunda bile kafa yormaya üşeniyordu.

Adam, hayatındaki en anlamlı gün olan bugün, kendisine kahvaltı etmeme cezası vermeyi planladıktan sonra, hızla apartmanın merdivenlerini arşınladı ve kendisini bir an önce sokağın serinliğine fırlattı. Kedilerin ve köpeklerin dışında, bir de serçelerin cirit attığı, neredeyse yarı karanlık sokaklarda âdeta suç işlemiş bir insanın sinik kişiliğiyle yürüdü.

Adam, büronun kapısına dayanır dayanmaz, arkadaşlarının hiçbirinin işe gelmediğini, büyük bir yalnızlık duygusu içerisine yuvarlanarak algılamaya başlarken, gözlerini yumdu ve yarım kalan düşlerini tamamlamak için kendini zorlamaya başladı. Homurtulu bir gariplik duyumsayınca, gözlerini ağır ağır açıp çevreyi gözlemlemeye başlayan adam, mesai arkadaşlarının tümünü, birer vitrin mankeni olarak gördüğü yanılsamasına tutsak oldu.

Adam, bağırmak istedi; bağıramadı.

Adam, dinlemek istedi; dinleyemedi.

Adam, gülmek istedi; gülemedi.

Adam, onca kara renkli vitrin mankeni içerisindeki tek ak renkli vitrin mankeni olmanın farklı mutsuzluğuyla donup kaldı!

Fotoğraf ve öykü: Hilmi Bulunmaz