30 Ekim 2011 Pazar

İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı YANIK, yüreğimize damla su serpmedi!

Bulunmaz Tiyatro Genel Sanat Yönetmeni Sosyalist Sanatçı YANIK'ı incelerken!...

Hilmi Bulunmaz
29 Ekim 2011

Önemli not: Oyun yazarı(!) Coşkun Büktel de daha sonra LİNÇÇİ oldu!

Sahneye çıkan her oyuncunun LİNÇÇİ Oyun Atölyesi'nin sahibi, LİNÇÇİ Kemal Aydoğan'ın patronu Nihat Haluk Bilginer'den çok üstün olduğu, sâdece LİNÇÇİ ve hantal oyuncu Murat Karasu'nun tempoyu elinden geldiği kadar düşürdüğü, çevre tasarımı ve giysi tasarımının konuya yakınlaşmamızı değil, uzaklaşmamızı sağladığı gibi, YANIK oyununun dramaturjisi ve rejisi kötü sözcüğünü aratacak kadar anlamsız ve saçma!

Türkiye tiyatrosu, sürekli olarak yapısal sorunlarla karşı karşıya olduğu için, hemen her zaman büyük sancılar çekmeye mahkûm. Ancak, Türkiye'deki tiyatro eleştirmenliği müessesesi cılız, hattâ yok denecek kadar cılız ve üstüne üstlük LİNÇÇİ olduğu için, bu yapısal sorunlar, tiyatro kamuoyunun gündemine rahatlıkla gelemiyor. Tiyatronun yapısal sorunlarını gündeme getirenler de, ne yapıp edip susturuluyor. Neyse ki, Coşkun Büktel'le Hilmi Bulunmaz'ın Türkiye tiyatrosunun yapısal sorunlarına neşter vurma alışkanlıkları var da, hiç olmazsa, yaprak bile kımıldamayan Türkiye tiyatrosunda, meltem rüzgârı gücündeki bir etkiyle de olsa, yaprak da kımıldıyor.

Türkiye tiyatrosu, alttan gelen dalgayla değil de, üstten verilen emirle kurulan tiyatro kurumlarına sahip olduğu için, üsteki yapısal çürümeler sonucu, burjuvazi, kendi kurduğu kurumlara dahi sahip çıkmakta zorlanıyor, bu kurumlara sahip çıkmamak için âdeta ayak diriyor. Neyse ki, Coşkun Büktel'le Hilmi Bulunmaz, kendi durdukları koordinatlara göre, burjuvazinin ite kaka kurduğu kurumları da savunmak zorunda kalıyorlar. Hem de, bu kurumları yöneten ilkel kapitalist mantığa tutsak olmuş kişilere karşın...

Türkiye tiyatrosunu hızla, hem de şimşek hızıyla çürütenler, sâdece kendi tiyatro anlayışlarını kurtarmanın peşinde olmayan Coşkun Büktel'le Hilmi Bulunmaz'ı susturmak için, çok değişik entrikalar çevirip, çok farklı aforoz tezgâhları kurdular. Bu iki tiyatro savunucusunu susturamayacaklarını anladıklarında ise, ilk önce orospu çocuğu Burak Caney'in sanal imzâsını taklit ederek bir LİNÇ KAMPANYASI başlattılar. Binlerce düşkün insanı etkisi altına alan bu orospu çocuğu Burak Caney, Büktel'le Bulunmaz'ın pes etmeyeceklerini anladığında, başlattığı işi, asıl "kahraman" kişilere, LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı ve yoldaşlarına teslim etti. Başta LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı ve LİNÇÇİ yayıncı Ahmet Ertuğrul Timur (nâm-ı diğer 3. Abdülhamid) olmak üzere, 1100 kişilik kişiliksiz kişi tarafından başlatılan LİNÇ KAMPANYASI da, Büktel ve Bulunmaz tarafından tarumar edilince, bu kez, HUKUKSAL LİNÇ KAMPANYASI süreci başlatıldı.

Türkiye tiyatrosunu hızla, hem de şimşek hızıyla çürütenler, şimdilik kaydıyla, HUKUKSAL LİNÇ KAMPANYASI süreciyle avunarak, kendilerini savunmayı sürdürüyorlar...

***

Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği başta olmak üzere, resmî yada gayrî resmî tiyatroların yaptıkları işleri de, genel olarak Büktel'le Bulunmaz, bilimsel ve estetik ölçütlerle eleştiriyorlar. Zâten, Büktel ile Bulunmaz'ın bunca "zulüm" görmelerinin başat nedenlerinden biri de bu: Eleştiriyi, sahnedeki insanların adlarını saymak ve sahnedeki insanların "çok hoş" yada "çok güzel" olmalarını dile getirmek sanan dangalak ve LİNÇÇİ eleştirmenlere asla ve kesinlikle benzemeyen Büktel ile Bulunmaz, kendi dünya görüşlerine göre, estetik bir bilinç ışığında tiyatro sahnelerindeki işleyişi eleştirmeye devam ediyorlar hâlâ.

***

27 Ekim 2011 Perşembe günü LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın kiralık avukatı ve "kuklacı" Burhan Gün'e güvenerek başlattığı savcılığa suç duyurusu süreci sonucu yargılanmaya başlandım. İlk duruşmada, her zaman olduğu gibi, avukatsız yaptığım savunmada gayet net ve oldukça sert sözler söyleyince, LİNÇÇİ yayıncı Mustafa Şükrü Demirkanlı ve acemî avukatı ve "kuklacı" Burhan Gün, son derecede rahatsız oldular ve benim savunmamın hemen ardından söyledikleri sözlerin anlaşılması için, seslerine konan titremeleri temizlemek gerekiyordu.

Yargılandığım günün akşamı, İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı "Yanık" oyununu izlemek için, hiç de tiyatral olmayan Cevahir Salonu'na gittim. Salonun elverişsizliği nedeniyle, her ne kadar ayaklarım geri geri gitmeye başlamış olsa da, en azından kendime söz verdiğim için bu oyunu izlemem gerekiyordu. Özellikle hiçbir ön bilgi edinmeden gittiğim oyunun birinci perdesinden, neredeyse hiçbir şey anlamadım. Çünkü, oyunun birinci perdesi hiçbir şey anlatmıyordu. İkinci perdesinde ise, galiba bir savaş süreci yaşandığını ve bu süreçte bazı acılar yaşandığını duyumsadım. Ne var ki, "Kurtlar Vadisi" dizisinin mantığını pek aşamayan "Yanık", izleyicilere açıkça bir gösteride bulunmuyor. Tabiri caizse, oyunun teması, konuyu gösterir gibi yapmasına karşın, izleyiciye gerçek anlamda hiçbir estetik tat vermiyor.

Oyunun hiçbir estetik tat vermemesinin birçok nedeni var. Tatsızlık, yazardan başlıyor. Yazar, kendi gerçekliğine değil, "estetik efendilerinin gerçekliğine" yaslanarak bir metin oluşturmuş. Lübnan'da doğan oyunun yazarı Wajdi Mouawad, her ne kadar kendi istenciyle olmasa da, ilk önce kendisini Fransa'da ve ardından Kanada'da mülteci ve "yabancı" olarak bulmuş. Fransa'dan ve Kanada'dan bir bakış atarak yazdığı metinle, Lübnanlı, Filistinli, Kürt, Türk, Libyalı kitlelere söyleyecek bir söz, izlenecek bir oyun kurgulayamayan yazar, âdeta bir Fransız, bir Kanadalı yazar gözüyle, yâni oldukça uzaktan, sanki teleskopla baktığı bir savaşı anlatır gibi yapmış. Bence, ciddî biçimde herhangi bir "şey" anlatmaya da pek niyetlenmemiş. Atari oyunlarındaki savaş eğlencesinin dışında bir duyarlılık oluşturamayan oyun, bir de Türkiye'deki bir dramaturgun elindeki neşterden nasibini aldığı, bence kısaltılmış ve deforme edilmiş olduğu için, iyice anlaşılmaz bir boyut kazanmış.

Hele, Cem Emüler'in çevirisi ve rejisi, oyunun, ancak uzaylılar tarafından anlaşılabileceği izlenimi oluşturmuş.

Her şeye karşın, oyundaki hemen hemen tüm oyuncular (LİNÇÇİ Murat Karasu hariç), oldukça iyi bir canlılık içerisindeydiler. Umarım, bu canlılık, sadece prömiyer olduğu için ortaya konmamış olsun. Oyuncuların çoğu, "oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle" deme terbiyesizliğinde bulunmakla birlikte, Devlet Tiyatroları'nın kapısına kilit vuracağını söyleyen LİNÇÇİ Oyun Atölyesi sahibi ve LİNÇÇİ Kemal Aydoğan'ın patronu Nihat Haluk Bilginer'den çok değil, çok çok üstünler. Oyuncuların gayreti dışındaki hiçbir ögeyi olumlu bulmadığımı bir kez daha yinelemek isterim.