8 Ekim 2011 Cumartesi

LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan, tuttuğu nabza göre şerbet veriyor!

Meğer Taner'in Keşanlı Ali'si Kürt Cemali'ymiş -Ömer F. Kurhan


Ömer F. Kurhan
5 Ekim 2011


İstanbul - Haldun Taner’in Türk tiyatrosunun en büyük eserleri arasında sayılan “Keşanlı Ali Destanı”, Yaşam Kaya’nın Birgün gazetesinde yayınlanan “Keşanlı Ali Ne Zaman Kürt Cemali Olacak?” adlı yazısıyla, etnik ayrımcılık ve Kürt meselesini yakından ilgilendiren bir tartışmanın konusu haline geldi. Yaşam Kaya’nın yazıyı yazmasına vesile olan olay, oyunun Çağan Irmak’ın yönetiminde bir televizyon dizisi olarak çekilecek olması.

Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı” adlı oyununu Ankara’nın ünlü kabadayılarından Kürt Cemali’den esinlenerek yazdığı, oyundaki Keşanlı Ali’nin konuşma, hal ve tavırlarıyla bir Kürt kabadayısını ima edecek şekilde çizildiği biliniyor. Bu konuda gazeteci ve yazar Mehmed Kemal’in, eski DEP Genel Başkanı ve yazar Yaşar Kaya’nın, tarihçi Mehmet Bayrak’ın ve tarihçi Ayşe Hür’ün çeşitli açıklama ve yorumları var. Soru şu: Niçin Haldun Taner Ankara’daki yerleşik Kürt cemaatinin bir üyesi ve “Kürt” lakaplı bir kabadayının “Keşanlı” lakabı almasını uygun görüyor?

Haldun Taner’in oyuna isim verirken bir oto sansür eylemi gerçekleştirdiği açık. Oyunu “Kürt” kelimesinin geçtiği bir adlandırmayla afişe etmeyi uygun görmemiş. Bunun oyunun oynanmasını tehlikeye atacağını düşünmüş “Bizden bir oyun” yazmak isterken, söz konusu “biz” ne yazık ki “Kürt” lakabına tahammülsüz olabilmiş. Başka bir deyişle: 1960’larda solunan görece özgür hava Kürtler’e pek faydalı olamamış.

Kürt insanının ‘Doğu şivesiyle’ ve Kürtlük telaffuz edilmeden sanatsal temsili, Türkçe tiyatronun belirgin bir karakteristiği olarak bugüne kadar devam etmiştir. Türkçe tiyatro kendisini Türkün tiyatrosu olarak inşa etmeye çalışırken, Kürtlüğü ve Kürt dilini örtme, Kürtlüğü şive farkıyla ima ederek Kürtleri de içine alacak bir Türklüğün inşasına yönelmiştir. Bu nedenle Türk tiyatrosunda ‘Doğu şivesi’ yalnızca Kürtlerin kendilerini Türkçede ifade etme biçimi olarak kalmamış, Türkleştirmenin bir aracı olarak işlev görmüştür.

Asimilasyon denkleminin tersine çevrilmesi, esas olarak 1990’ların başında patlayan kitlesel Kürt isyanı ve bu isyanın kurumsal bir çerçeve kazanmasıyla olanaklı hale gelmiştir. Kürtler kendilerini Türkçe ifade ettikleri gibi, Kürtlüğün ve Kürtçenin sanatsal temsilde yer bulması dâhil çok yönlü bir kültür örgütlenmesine yönelmişlerdir. Bu anlamda, bir Kürt rönesanssı yaşandığına kuşku yoktur.

Bu olgu karşısında, Türkçe tiyatro bölgesinin verdiği iki tepkiden söz edilebilir: Birincisi, hiçbir şey olmamış gibi, geleneksel Türk tiyatro paradigmasını muhafaza ve hatta müdafaa etmek; ikincisi, Kürt ve Kürtçe gerçekliğini bir oto sansür konusu olmaktan çıkarmaya çalışmak, ifşa etmektir. Bu ikinci tepkinin yaygın olmadığını, hali hazırda istisnai kaldığını tespit etmek gerekir. Daha da kötüsü, birçok tiyatrocunun Kürt meselesine değmemeye özen göstermesi, ama iş bir hayli çeşitlenebilecek oryantalist rant mekanizmalarından pay elde etmeye gelince, Kürt dostu kesilmesidir.

En çarpıcı örnek, Cevat Fehmi Başkut’un “Buzlar Çözülmeden” adlı eserinin Kürtçeye çevrilerek ve müzikal bir uyarlamayla, Haldun Dormen’in yönetmenliğinde Diyarbakır Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenmesidir (2010). Nedim Saban’ın 31 Mart 2010 tarihli “Diyarbakır’dan Kürtçe Tiyatro İzlenimleri” adlı yazısından bir bölüm, neyin sorun olduğuna açıklık getirmektedir:

“Başkut’un oyununun… Kemalist söylemleri barındırması üzerine, Haldun Dormen’e ‘Atatürk’ü hatırlatacak’ dedim! Kendisinden, ‘tekrar hatırlatacak’ gibi bir vurgulu yanıtla karşılaştım.

Malum, Başkut, ‘Buzlar Çözülmeden’i, 27 Mayıs ihtilalinin ardından yazmış. Oyunun Kürtçe versiyonunda yanlış anlama olmasın diye ihtilal sözüne yer verilmiyor ama CHP’nin neredeyse hiç olmadığı bir kentte, Kürtçe altı ok nasıl karşılanacak, merak içindeyim.”

Aslında pek merak edilecek bir şey yok. Diyarbakır Şehir Tiyatrosu, hem de Kürtçe üzerinden bir çeşit oryantalist operasyona maruz kalmış. Daha önce bir yazıda belirttiğim gibi, Türk tiyatrosu asimilasyoncu geçmişi ve bugünüyle yüzleşmediği, Kürt tiyatrosu da dışarıdan ve içerden oryantalizme zemin oluşturmayı bırakmadığı sürece, bu tip manzaraların ortaya çıkması doğal.

Kabul etmek gerekir ki, Diyarbakır’da Başkut’un “Buzlar Çözülmeden” oyunu yerine Taner’in “Keşanlı Ali Destanı” sahnelenseydi, oryantalist bir operasyonun bu kadar abartılı bir şekilde hayata geçirilmesi olasılığı hayli azalırdı. İsim değişikliği içerecek şekilde bir uyarlama (mutlaka isminin “Kürt Cemali Destanı” ve tamamının Kürtçe olması da gerekmez), pekâlâ ve vurgulu bir şekilde halkların kardeşliği bakış açısını da içerecek bir sahnelemeyi olanaklı kılabilirdi. Çünkü eser her ne kadar bir oto sansür süzgecinden geçmişse de, bu bakış açısının vurgulanmasına kapalı değil.

Öte yandan, “Meğer Haldun Taner’in Keşanlı Ali’si Kürt Cemali’ymiş” gibi bir hatırlatma yapıldığında, Haldun Taner’in anısına ve eserine saygısızlık yapılıyor, eserin evrenselliği bir ayrıntıya kurban edilmek isteniyor ya da (post modern bir geyik olarak) yazarın sübjektif olarak eserini yapılandırma hakkı inkâr ediliyor şeklinde çeşitli suçlamalarla karşılaşmak şaşırtıcı değil. Bu suçlamalar, geleneksel Türk tiyatro paradigmasını muhafaza ve hatta müdafaa etme gayretindeki eğilimin dışavurumlarıdır.

En komik savunmalardan birisi de oyunda Kürt kelimesinin geçtiğine dair belirlemedir. Gerçekten de oyunda,“Kürdü, Lazı, Çerkezi…” şeklinde sıkça işittiğimiz ve uzayıp giden nakarata benzer bir bölüm vardır. Sorun şu ki, bu çok uzun zamandır resmileşmiş bir nakarattır ve Kürde kötek atıldıktan sonra yatıştırma amaçlı söylenir. Ayrıca bu nakarat içinde gayrimüslim vatandaşlara yer verilmemesi oldukça dikkat çekicidir. Yani nakarat “Kürdü, Rumu, Yahudisi…” biçimi almaz hiçbir zaman. Bu sözde kardeşlik nakaratında dahi dinsel ayrımcılık her daim muhafaza edilir.

Türkiye’de Türklük bir yandan ırkçı baskıyla, diğer yandan yatıştırıcı önlemlerle kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Yatıştırma, etnik çeşitliliğin alt kültür evrenine hapsedilmesi yoluyla uygulanır. Yatıştırma ihalesi, Türklüğün merkezde kalması şartıyla ümmet vurgusuna sahip İslamcı kesimlere ve / veya halkların kardeşliği vurgusuna sahip sol kesimlere verilir.

Çizgi romanlardan aklımda kalan gülünç bir sahne vardır. Sahip bir sopanın ucuna bir havuç asar ve havucu üstüne bindiği eşek yada atın biraz önünde tutar. Eşek yada at biraz önünde sallanan havuca yetişmek için koşturur durur. Asla havuca yetişemez, ama bu arada sahibini taşıma işini yapmış olur. Türkiye’de dillere pelesenk olan “Kürdü, Lazı, Çerkezi…” nakaratı da buna benzer.

Olur da birileri “Ben ne at ne de eşeğim!” demeye kalkarsa, sopanın kötek atmak için kullanılacağı kesindir. Öyle ki, atılacak kötekten havuç ihalesini alanlar da nasibini alabilir. Nitekim Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı” oyunu da, içinde Kürt kelimesi geçtiği için sakıncalı görüldüğü, “Kürt” kelimesinin sansür edildiği zamanları yaşamıştır.

Bir oyun yazarı olarak Haldun Taner’in yarım asır önce yaşadığı endişe ve korkular bir yerde mazur görülebilir. İyi niyetli ve naif bir bakış açısıyla, belki oyunun adının yazıldığı afişte değil, ama oyun içinde bir yerlerde Kürt kelimesine yer verilmesi takdir bile edilebilir. Alenen Kürt ve Kürtçe gerçekliğini tanıma adına yola çıkıldığında neler olabilirdi? Olabilecekleri İsmail Beşikçi’nin başına gelenler pek güzel göstermedi mi?

Bugünlere gelindiğinde ise şunu iddia etmek zor değil: Devletin bile Kürt ve Kürtçe gerçekliğini tanıdığı, hatta kendine göre bu gerçekliği nasıl düzenleyebilirim kaygısıyla hareket ettiği 2000’li yıllarda dahi, Türk tiyatrosu sansürcü ve asimilasyoncu geçmişiyle yüzleşmeyip işi yokuşa sürmektedir.

Türk tiyatro camiasının yakın geçmişindeki en önemli siyasi eyleminin bayrak mitinglerine paralel ve biraz gecikmiş olarak Taksim meydanına yürüyüş seferberliği (2009) olduğu unutulmamalı. Ve ne tesadüf ki, o yürüyüşün önde gelenleri arasında Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı”nı 1964’de ilk defa sahneleyen kadrodan sanatçılar da (Engin Cezzar, Genco Erkal, Gülriz Sururi) yer alıyordu. Hatta zamanında oyundaki Zilha rolüyle büyük sükse yapmış Gülriz Sururi yürüyüşün manevi önderi olarak kabul edilmişti. Yürüyüş bildirisinde Türk ordusuna dönük rencide edici davranışlar protesto edilmiş, laik ve çağdaş bir Türkiye’nin canlandırılması adına Atatürk’ün ruhu çağrılmıştı.

Fakat zaman çabuk akabiliyor. Ordu destekli CHP-MHP koalisyonunu iktidara getirme projesinin rafa kaldırıldığını, Kılıçdaroğlu başkanlığındaki CHP’nin Baykal’la birlikte Türk tiyatro camiasının önemli desteğini alan bayrak mitinglerini de maziye gömdüğünü, artık MHP ile iç içe durmayı bırakıp AKP’nin peşi sıra Kürt ve Kürtçe gerçekliğini düzenleme projesine katıldığını görmek gerekiyor. Dolayısıyla Türk tiyatrosunun burnunun dibindeki gerçekliğe karşı direnişinde önemli gedikler açılacaktır, demek yanlış olmaz.

Türk tiyatrosunu asimilasyoncu siyasete olur veren asırlık tavrıyla yüzleşmeye çağırmak, Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı”nı da içeren tartışmaları ciddiye almayı gerektiriyor. Bu tartışmalar yapılırken Kürt tiyatrosunu temsil ediyoruz diyenlerin nerede olduğunu da sormak gerekiyor elbette. Belli ki ortada yoklar. Bu ortada olmama durumu, Türkiye’deki Kürt tiyatro çevrelerinin karakteristik bir özelliği haline gelmiş durumda. Yaklaşık yirmi yıldır devam eden, 2000’li yıllarda da aşılamayan bu karakteristik özelliğin Kürt tiyatrosuna karakter kazandırma önünde ciddi bir engel oluşturduğunu anlamamakta direniyorlar. Bu direnişleriyle Türk tiyatrosunun asimilasyoncu tavrıyla yüzleşmeme direncine katkı ve hizmet sunduklarını da anlamıyorlar.

“Meğer Haldun Taner’in Keşanlı Ali’si Kürt Cemali’ymiş.” Evet, ne yazık ki böyle bir gerçek var. Bu gerçek de ancak bir doktora tezinin konusu olabilecek çok kapsamlı bir çalışmada ele alınması gereken örneklerden sadece birisi. Tezin başlığı şu olabilir: Türk Tiyatrosunda Türlü Çeşit Bastırılan ve Asimile Edilen Kürtlük. Bu konuda tez çalışması yapacak bir kişi, çalışmanın bugünü de içine aldığından şüphe duymamalıdır

------------------------------------------------------------------------------------------

* Konuyla ilgili tartışmaları izlemek isteyen okuyucular “Mimesis”adlı sahne sanatları sitesinde yayınlanan yazılara bakabilir

ANF NEWS AGENCY

(Kaynak: firatnews.ws)