Tiyatro alanında, dileyen, dilediği konuda tartışma başlatabilir yada başlatılmış bir tartışmaya eklemlenebilir. Tartışmak, her zaman için, tartışmamaktan çok daha sağlıklı bir durumdur.
Ancak...
Bizce, Türkiye tiyatrosunun sabıka kaydını net bir biçimde okurların önüne serebilecek en önemli tartışma; LİNÇ KAMPANYASI sürecinde yapılmıştır. Bu süreç, henüz tamamlanmadığına göre, önemini korumayı sürdürmektedir.
Başta, "1992 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Kulübünde Tiyatro Yönetmenliği yapmış" LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan olmak üzere, 1100 kişilik kişiliksiz kişinin başlattığı LİNÇ KAMPANYASI, Coşkun Büktel'le Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imhâ etmeyi hedeflemiştir.
LİNÇ KAMPANYASI sürecinin, LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan ve yoldaşlarının aleyhine seyretmeye başlamasıyla birlikte, LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan, kiralık avukatı Uğur Demirci kanalıyla, bizden tam tamına 25.000,00 TL isteyebilme cüretinde bulunmuştur. LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan, bu eylemiyle, Internet ortamında LİNÇ edemediği Hilmi Bulunmaz'ı HUKUKSAL LİNÇ KAMPANYASI ile LİNÇ etme gayreti içerisine girmiştir.
Hilmi Bulunmaz'ın sert hukuksal savunmaları karşısında ne yapacağını şaşıran LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan'ın kiralık avukatı Uğur Demirci, müvekkilini savunmakta zorlanınca, hukuksul sürecin yavaşlaması yönünde tavır geliştirmeye başlamıştır.
Çok daha ayrıntılı bir dille yazabileceğimiz bu konuyu izlemek isteyenler, Google'da bu konu hakkında yeterince bilgi edinebilirler.
Bütün bunlar olurken...
Biz, dangalak yazar LİNÇÇİ Yaşam Kaya'nın başlattığı ve dangalak yazar LİNÇÇİ Yaşam Kaya'nın tiyatral olarak mahkûm edilmesi gereken bu tartışma sonuçlanmadan, Melih Anık'ın yaptığı şu öneriyi pek doğru bulmuyoruz:
"Bir kahve içelim ve Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları anılarımızı paylaşalım..."
Çünkü...
Türkiye tiyatrosu, sadece LİNÇÇİ Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları'nın anılarını paylaşmak için yaptıkları tartışmalarla oyalanacak kadar dünyadan habersiz ve kötürüm bir tiyatro olamaz!
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
Keşanlı Ali Destanı - Yanıta Yanıtın Yanıtı (YYY) - Ömer F. Kurhan
Melih Anık
8 Ekim 2011
"Keşanlı Ali Destanı- Ömer F. Kurhan’ın Yorumu Üzerine" başlıklı yazıma, Ömer F.Kurhan, "Keşanlı Ali Destanı”nda Oto Sansür Olgusu ve Melih Anık’ın Bir Yanıtına Yanıt" başlığı ile yanıt vermiş. (Mimesis - 6 Ekim 2011) Benim “yanıtın yanıtına” yanıtım aşağıda:
Haldun Taner Tiyatrosu üzerine kitap yazmış olan Prof.Dr. Ayşegül Yüksel , Keşanli Ali Destanı oyunu kariyerlerinde önemli köşe taşları olan sanatçıların sessizliği sürerken benim bu konuda yorumlar yapmamı, yazılar yazmamı doğrusu tuhaf bulmaya başladım. Bir ikinci tuhaflık da konu senle bana (yani iki büo’luya) kaldı, Kaya bile ortalarda yok.
Konu ile ilgili yazılarımdan birkaç alıntıyı tekrarlamak istiyorum.
"Yazarlarımızın, sanatçılarımızın mahkûm edildikleri bir dünyanın kabahatini onlara yüklemek haksız geliyor bana. Üzüntüm, sağduyu ile düşünmeden ortaya atılan iddiaların beslenebileceği, hazır bir ortamın olmasıdır. Traji komik olan ise Haldun Taner hayatta olsaydı kimse bu iddiayı yapamazdı. Onun yokluğunda yapmak da Fırat Güllü’nün “Böyle bir hazırlığı var mı?” dediği birine düştü."
Sanırım dikkatle seçtiğim kelimelerle kurduğum cümleler, içerikteki ifadeyi gizlemiyor. İleri sürülen “tarihsel gerçekler” açıklanırken Haldun Taner hayatta mıydı bilmiyorum. Eğer hayatta idiyse mutlaka bir şeyler söylemiştir değil mi?
Kaya’nın yazısındaki :
"'… konusu, karakterleri, diyalogları ve tüm yapısıyla Ankara’nın ünlü kabadayılarından Kürt Cemali’yle arkadaşlarını işlediği ve bu özelliğinden dolayı ‘Kürt Cemali Destanı’ diye yazılması gerekirken, ‘Keşanlı Ali Destanı’ olarak ‘Beyaz Türkler’ tarafından yazılarak, bir kez daha tarihe ihanet edilmiştir.’
‘1988 yılında Genco Erkal tarafından TRT’ye müzikli dizi olarak uyarlanan oyun; Gülriz Sururi, Mehmet Akan, Genco Erkal ve Meral Çetinkaya gibi dönemin ‘sol’ görüşlü tiyatro sanatçıları tarafından ete kemiğe bürünmüştü. Fakat o kadar ‘sol’ görünüşlü aydın sanatçı nedense sıraladığımız tüm gerçekleri bir kenara iterek ‘Kürt Cemali’yi görmezden gelmişti.’
‘Haldun Taner’in tarihe mal olmuş bir oyunu yazarken yaptığı bilinçli yanlışlık artık yerine iade edilmeli.’
gibi yazanın çizmesini aşan kesin hüküm cümleleri kullanılamaz. Bu ifadeler çıkış noktası muğlak olan bir konunun, ulaşılması mümkün olan sonuçlarından olamaz, sayılamaz. Hiç bir kimse “bilinçli yanlışlık” iddiasıyla bir eserin kahramanının değiştirilmesini öneremez. Sahneye koyanlar belli koşullar çerçevesinde istediklerini yapar.. (Yapmıyorlar mı!)”
‘Tarihe ihanet etmek’, ‘sol görünüşlü sanatçılar’, ‘görmezden gelme’ ‘bilinçli yanlışlık yapan Beyaz Türk’ gibi amacını; ‘yanlışlık yerine iade edilmelidir’ gibi çizmesini aşan ifadeler, Fırat Güllü’yü haklı çıkarmaktadır. Dikkatine sunmak isterim ve yukarıdaki satırları okuyunca bir kere daha anlıyorum ki sonradan yazılan yorum ve yazıların, konuyu, açanın üslubundan ve de niyetinden(?) çok farklı bir mecraya getirmesi, Kaya’nın şansı olmuştur, zira tartışma ‘değerlenmiştir’. Ama takdir edeceğini umarak söylemem gerekir ki yürütülen bu tartışma ‘bazılarını’ suçlayarak ‘bazılarına’ özgürlük arayışı gibi savrulmaya başladığı için yamaçtan düşen, gideceği yeri bilmez kaya gibi. Yani bazılarının dokunulmazlıklarına dokunarak kendi dokunulmazını yaratmak gibi bir çukurun içine yuvarlandı kaya. Başlangıçta dikkate ve ciddiye almadığım yazı, sizlerin(senin, Fırat’ın, İlker’in, Ergün Işıldar’ın, Feridun Çetinkaya’nın) tartışmaya katılmaları ile değer kazandı, ilginçleşti. Ama bu arada bir türlü yerinde duramayan kaya, çarpılmak için yola düştü. Konu ve kişiler hakkındaki görüşlerimi
http://melihanik.blogcu.com/yazinin-ustunde-uyumak-ve-yasamin-kayalari/11253081 adresindeki yazımda dile getirmeye çalıştım.
Dikkatten kaçırmamamız gereken ve tehlikeli bulduğum hususu “… “Beyaz Türk”e getirerek Haldun Taner üzerinden Mc Carthy’cilik mi oynayacağız? Bu anlayışla ebediyete göçmüş yazarlarımızı sorgulamak, tiyatromuzun çınarlarına dil uzatmak ne kadar vicdanîdir? Sırada hangi yazar ve karakteri var? Bu bakış açısını resmileştirmenin bugünün ve yarının yazarları için nasıl bir atmosfer oluşturduğunun farkında mıyız acaba? Öte yandan eline aldığı oyunu istediği gibi yorumlayan tiyatrocularımızın elini kolunu bağlayan mı var? Yap bir Kürt Ali, Laz Ali, Çerkes Ali” şeklinde ifade ettim. Zira Keşanlı Ali’yi Kürt Cemali yapmak yerine Kürt Cemali’nin hikâyesini yazmak daha doğru olmaz mı? Engel mi var? Hem bu dramaturgi açısından kendi içinde tutarlı olmaz mı! Keşanlı Ali Destanı’na sahnede verilecek estetik ve akıllı bir yanıt daha tiyatral, etkili ve kalıcı olmaz mı?
Yazımda da belirttiğim gibi benim tarihe bakışım biraz da mesleğimin alışkanlıkları etkisindedir. Son yıllarda yaptığım seyahatler ve okumalarım, tarihin, dönemsel dalgalanmalardan en çok etkilenen, en kaygan zemin olduğuna inanmamın ve kuşkumun nedenidir. Tarihte bulunan her “yeni” tarihi baştan yeniden yazar; tarihin salt bir bölümünü “yeni”leyemezsin, önüne arkasına yeniden bakmak ve yazmak gerekir. Bu nedenle belgesiz tarihin ve ilk ağızdan belgeli olmayanın tarihsel değeri ile ilgili kuşkular taşıyorum ve bu salt bu olaya ait değil. Sanat eseri de ortamlardan payını almıştır. Çok ünlü bir besteci (yanılmıyorsam Stravinsky) uzun yıllar yaşadığı dönemin ‘şakşakçısı’ sayılmış ama ölümünden çok yıllar sonra bestecinin eserlerinin içinde baskıcı rejimi protesto/alay ettiğine dair bulgulardan konuşulmaya başlanmıştır. Bunun değişen “paradigma”nın marifeti olduğu ve bir aklama çabası olduğu da söylenebilir elbet ama bu bile zeminin kayganlığına verilebilecek onlarca örnekten biridir. Ben dönemlerin gel geç paradigmaları ile (özellikle sanatta) gündem yaratmayı doğru bulmuyorum. (Hatta çirkin buluyorum) Zira bu noktada asıl eleştirilmesi gereken eser ve yazarı değil, gel geç paradigmalar ve yaratıcılarıdır. Ama maalesef ülkemde "medyatik" olan duyuluyor. Bunun nedeni de sanatın yaralı olmasıdır.
Yazımda da belirttiğim gibi tarihi bir yönden okursan “ben zırvalayan bir yazar” olarak görüneceğim ya da senin beni anladığın gibi “Haldun Taner’e dokunulmazlık isteyen biri” olarak. Açıkça beyan etmezsem ilerde seni okuyan biri senin değerlendirmelerini tarihin bir tanıklığı olarak gösterecek ve ben “Haldun Taner’e dokunulmazlık isteyen biri” olarak tarihe kaydolacağım. Onun için, “Tüm bunların Haldun Taner için dokunulmazlık talebi olmadığını açıkça belirtmem gerekiyor ki yıllar sonra “tarihçiler” Ömer F. Kurhan’ın yazdığına bakarak benim hakkımda yanlış bir algıya düşmesinler” diye belirtmem gerekti.
Öte yandan Keşanlı Ali Destanı oyunu ile ilgili başlatılan tartışma, bugün için gerekli midir sormadan edemiyorum(kendime) Zira şimdi senin vurguladığın bu tartışmanın kalbindeki “otosansür” konusu ülkem için sır değildir, yüzlerce örnek verilebilir. Ancak herkesin bildiği “oto sansür”ü konuşmak için seçilen örneğin Haldun Taner ve Keşanlı Ali Destanı olmasındaki nedenleri de –hem de bu üslupla- düşünmek gerekir.
Post modern zaman, yıkarak ilerleyen bir tarih yazmaktadır ama benim inancım yaparak ilerlemenin daha doğru olacağı yolundadır. Eşitler arasında “herkese” dokunamayacaksan, “dokundukların” ile övünmemelisin. Zamanımızın “kahraman”ı kolay yolu seçmekte ve “ayna”ya da bakmıyor anlaşılan.
Bu tartışmada Türk Tiyatrosu’nun çınar isimlerine “hafif” sayılabilecek bir üslup kullanılarak saldırmanın bedeli, özür dilemek olmalıdır.
Açılan tartışmanın bir etkisi de yazarlara olduğu kadar bundan sonra bu oyunu sahneleyecek olan yönetmenlere yapacağı baskıdır. Zira oyunu Kürt Cemali yapmayan yönetmen hain ilân edilecektir. Tiyatro, düşmanlığa neden olmamalıdır. Herhalde senin istediğin de bu değildir.
Dileğim, gerçekleri hasır altı etmek değil akıl ve zekâ ile tiyatronun halklar arasında uzlaşma ve barışa katkı sağlamasıdır. Bu da kontrol edemeyeceğimiz kayayı tepeden aşağı salıvermekle olmaz. Ancak korkarım bu tartışma bunu sağlayacak bir düzlemde başlamamıştır ve bu aşamadan sonra devam ettirmenin de yararı yoktur. Benim YYY (Yanıta Yanıtın Yanıtı), sen yazarsan YYYY olacak. Tartışmaya katılanların isim ve sayısına baktığımızda bu konunun tiyatrocuları ve de toplumu çok da ilgilendirmediğini görerek, madem kimselerin umurunda değil, istersen gel bir kahve içelim ve büo anılarımızı paylaşalım.
(Kaynak: Günlük)