19 Ekim 2011 Çarşamba

Coşkun Büktel'le Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imhâ etmek için LİNÇ KAMPANYASI başlatıp, tiyatroyu magazinleştiren Ö. Kurhan üfürüyor!

LİNÇÇİ yazar Ömer Faruk Kurhan, (her ne kadar tersini kanıtlamak için kalem oynatsa da) tiyatro sanatını sevmeyen biri.

LİNÇÇİ yazar Ömer Faruk Kurhan, estetiğin "e"sinden, sanatın "s"sinden ve tiyatronun "t"sinden zerre kadar bile anlamamasına karşın, çevresine topladığı çapulcu kılıklı LİNÇ KAMPANYASI imzacıları sayesinde, kendisine estet, sanatçı ve tiyatrocu süsü vermeyi başarabilen biri.

LİNÇÇİ yazar Ömer Faruk Kurhan, Coşkun Büktel'le Hilmi Bulunmaz'ın LİNÇ edilmesi için her türlü aracı kullanmakla birlikte, sırtını yasladığı LİNÇÇİ Ahmet Ertuğrul Timur ve LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın katkılarıyla, tiyatro sanatının magazin kuyusuna düşmesine neden olan başrol oyuncularından biri.

LİNÇÇİ yazar Ömer Faruk Kurhan, gölgesinde yapay bir yaşam sürdüğü Boğaziçi Üniversitesi sayesinde "adam" yerine konuldukça, tiyatro sanatını karartmaya devam edeceğini, aşağıdaki yazıda da çok net bir biçimde belli eden biri.

Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz


***


Haluk Bilginer Söyleşisi ve Magazin Yayıncılığı


Ömer F. Kurhan


Milliyet Sanat Dergisi’nin Ekim 2011 sayısında, Asu Maro’nun Haluk Bilginer’le yaptığı söyleşi, tiyatro sitelerinde ve gazete köşelerinde sert bir şekilde eleştirildi. Bu eleştirilerden Mimesis’te yayınlanan iki tanesi, Melih Anık’ın "Haluk Bilginer’e Açık Mektup" ve Nedim Saban’ın "Bir Derginin Çöküşü" yazıları. Ayrıca, Tiyatro Dünyası’nda yayınlanan başka yazılar da var.

Benim bu yazıda üzerinde durmak istediğim, meselenin yayın politikası ile ilgili bölümü. Haluk Bilginer’le yapılan söyleşi, magazinleşme olgusunun basılı sanat dergilerini içine alacak şekilde yayıldığını gösteriyor. Yani bazı tiyatrocuların “internete düşmek” dediği olguyu aşıyor. Magazin sunumu bir kenara bırakıldığında, Haluk Bilginer’in söylediklerinin ciddiye alınması, tartışılması gerektiği açıktır. Fakat tam da sunum magazinel olduğu için, tiyatromuz üzerine verimli bir tartışmayı tetikleme şansı yoktur.

Magazinleşme, hiç kuşkusuz bir yayın politikası tercihi. Bu anlamda, Nedim Saban’ın Haluk Bilginer’i değil de Milliyet Sanat’ın yayın politikasını merkeze alan eleştiriler geliştirmesi önemli. Çünkü bir söyleşinin sunumunun nasıl yapılacağı ve biçim alacağı, sadece söyleşi yapılanın değil, söyleşi yapan ve yayınlayanın da tercihleriyle ilgilidir. Haluk Bilginer söyleşisinde tercihin magazin yönünde yapıldığı çok açık. Dolayısıyla, yayın politikası tercihini atlayıp doğrudan Haluk Bilginer’i muhatap almak, magazin yazınını beslemek ve bu çerçeveye mahkûm olmak anlamına gelebilir.

Milliyet Sanat’ın çizgi değişikliğinde tiraj yapma kaygısının rol oynadığına kuşku yoktur. Ne kadar magazin o kadar tiraj ya da reyting. Herkesin bildiği sihirli formül budur. Televizyonlarda hayati pek çok meselenin magazin çerçevesine sıkıştırıldığını, reyting yapmak üzere çarpıcı mizansenlerin hazırlandığını vs. biliyoruz. Nedim Saban’a göre, Milliyet Sanat bu çerçeveye itilmiş durumda ve sanki geri dönüşü olmayan bir yola girmiş gibi.

Tiyatro yayıncılığının magazinleştirilmesi, internet ortamında ciddi bir sorun haline geldiğinde, Temiz Tiyatro Temiz Yayıncılık kampanyası ve o dönemde yaşanan bazı tartışmalar sayesinde ciddi bir önlem alınmıştı. Bu kampanya, kurumsal yayıncılık kaygısına sahip çevreler tarafından önemli bir asgari müşterekin inşa edilmesi anlamına geliyordu. En azından kurumsal yayıncılık yapma iddiasındaki öznelerin magazin yayıncılığı ile arasına mesafe koyması gibi bir eğilimin güç kazanmasına hizmet etmişti. Fakat bu tip çıkışlar, nihayetinde tarihe mal olur ve nitekim öyle olmuştur. Ciddi bir fırsat yaratmakla birlikte, belirleyici jestlerin yapılacağı garantisini veremez.

Belirleyici jestlerden birincisi, üretkenlikle ilgilidir. Kültür sanat yayınlarını besleyebilecek bir entelektüel çeşitlilik ve canlılıktan söz etmek mümkün mü? En azından tiyatro alanına baktığımızda, durumun bu olmadığını görüyoruz. Yayıncısıyla, editörüyle, yazarıyla sınırlı sayıda insanın çabasıyla sürdürülen bir yayıncılıktan söz edebiliyoruz.

İkincisi, özelde tiyatro yayıncılığının ve bu alanı aşacak şekilde kültür sanat yayıncılığının örgütlü bir çerçeve kazanması ile ilgilidir. Tiyatro alanında, Tiyatro Yayıncıları Birliği (TİYAB) deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanması, özellikle internet alanında yaşanan kirlenme ve keyfiliğin geriletilmesi anlamında, ciddi bir boşluk meydana getirmiştir.

Hiç kuşkusuz magazinleşme olgusu, bir magazin hukuku yaratma sorunu da yaratmış ve sınırlarının nasıl tayin edilebileceği, belli sınır çizgileri geçildiğinde neler yapılabileceği Basın Konseyi gibi yapılar tarafından yorumlanmaktadır. Bu anlamda, Milliyet Sanat’taki Haluk Bilginer söyleşisinin oldukça masum kaldığını iddia etmek kolaydır.

Fakat her aklı başında insan bilir ki, magazin yayıncılığı, eşyanın tabiatı gereği aydınlatıcı değil, karartıcıdır. Çünkü ancak enformasyon malzemesi ya da kaynağı olarak değerlendirilebilecek unsurları, enformasyonun kendisiymiş gibi sunar. Akıl yürütme ve etik ölçüler oluşturma kaygısı ortadan kalkar. Uç noktada, kendisini sanatsalmış gibi sunan pornografiye doğru evrim geçirir. Kurumsallaşıp toplumu manipüle etme gücüne eriştiğinde ise, belirgin bir şekilde o toplumu dejenere etme işlevi üstlenir.

Magazin kültürünün kurumsal biçimler alarak var edilmesinin faydalı yönleri de vardır kuşkusuz. Yukarıda tiyatro alanına ilişkin sözünü etmiş olduğum boşluklara işaret eder. Milliyet Sanat’ta Haluk Bilginer söyleşisini okuduğumda, Devlet Tiyatroları’nın geleceğinden mevcut tiyatro ortamının hallerine nasıl bir çözümleme ve perspektif sunumuna ihtiyaç olduğu, tiyatro camiasının örgütsel zafiyetlerinin nasıl giderilebileceği üzerine yeniden düşünmek zorunda kalırsınız –eğer dert magazin kulvarı dışına çıkmaksa.

Bir sonraki yazımda, Haluk Bilginer söyleşisinin magazinel sunumu bir kenara bırakıldığında, aslında hangi konuların tartışmaya açılabileceğini göstermeye çalışacağım.

(Kaynak: Mimesis)