Biz, Devlet Tiyatroları'nın yapılanmasına, işleyişine, halkla ilişkilerine baştan beri karşı olsak da, bu kurumun, hiçbir nesnel eleştiri ölçütüne vurulmadan hoyratça eleştirilmesine ve önüne ot konulup sevilecek eşek biçiminde horlanmasına son derecede karşıyız.
Biz, benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle beslenen Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nü her olanakta eleştiri çemberine almamıza karşın, bu kurumu, bağımsızlaştırıcı değil esaret altına alıcı düşüncelere, konuşmalara, yazı kaleme almalara, panel düzenlemelere son derecede karşıyız.
Biz, bütün Türkiye tiyatrosunu olduğu gibi, Devlet Tiyatroları'nı da bağımsız ve özgür kılıcı muhalefetin örgütlenmesi için mücadele ederlerken, LİNÇ KAMPANYASI ile susturulmak istenen Coşkun Büktel'le Hilmi Bulunmaz'ın karşısındaki gerici, muhafazakâr, tutucu güçlerin farkındayız.
Biz, Boğaziçi Üniversitesi Gölgesinde Yetişen kitlenin emri altındaki LİNÇÇİ Mimesis sitesini yöneten sözüm ona editörlerin, nasıl bir yayıncılık politikası geliştirdiklerini, örnekse estetiğin "e"sinden, sanatın "s"sinden, tiyatronun "t"sinden hiç, ama hiç anlamayan Milliyet Gazetesi köşe yazarı Gülüm Dağlı'nın yazısına yer vermelerinin bir tek nedeni olduğunu biliyoruz: Genelde tiyatro sanatının, özelde Devlet Tiyatroları'nın hızla, hem de şimşek hızıyla çürümesine katkı sunmak.
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
Devlet Tiyatroları’nda Neler Oluyor?
Gülüm Dağlı’nın Milliyet Gazetesi’nde 23.10.2011 tarihinde yayımlanan köşe yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.
Kurum kendi içinde ne yaşıyor bilemem ama biz izleyiciler olarak DT ile ilgili pek de hoş anılar biriktirmiyoruz.
2003-2004 sezonunda İstanbul DT kapsamında sahnelenen oyunların tamamını izledim. Hatta iki muhteşem oyuncu, Çetin Tekindor ve Hakan Meriçliler’in rol aldığı ‘Müfettiş’i üç kere peş peşe izledim. Sumru Yavrucuk’un oynadığı ‘Leenane’nin Güzellik Kraliçesi’ni, Uğur Polat’ın efsane mertebesine ulaştığı ‘Ben Ruhi Bey Nasılım’ yorumunu asla unutamam… ‘DT’ bir markaydı o zamanlar. Kaliteli bir oyun izleyeceğinizden emin olurdunuz. Metnin gücünden, izleyiciye duyulan saygıdan, daha da önemlisi oyuncuların kendi işine duyduğu saygıdan, rejinin profesyonelliğinden sual etmeden girerdiniz içeri. Özel bir tiyatronun sağlayamayacağı güveni DT sağlardı. Bazıları ‘gelenekselcilik’le suçlardı ama 2000’li yılların başında Berkun Oya’nın ‘Yangın Duası’ oyununa sahne açan bir kurum gelenekselci olamaz. Fakat aynı şeyi şimdi düşünmüyorum. Artık DT’nin yerini, KREK ve DOT aldı gönlümde.
Ne değişti?
1- KOLTUK BULMA DERDİ ÇIKTI: Devlet Tiyatroları’nın peş peşe kapatılan (ya da ‘tadilata giren’, ‘taşınmaya çalışan’, adına her ne deniyorsa) salonlarından sonra, bugün İstanbul DT kapsamında yalnızca sekiz sahnede oyun izlenebiliyor. 13 milyon nüfuslu şehirde, DT sahnelerinin toplam koltuk kapasitesi 1782… Bu da kişi başına 7 bin 295 koltuk düşmesi demek.
2- BİLETLER PAHALANDI: Eğer devlete ödediğiniz vergilerle sahnelenen oyunları, o vergileri ödeyen kişi olarak izlemek istiyorsanız, ilk 1782 kişi arasına girip önce bir bilet ‘kapmanız’ gerek. Bu ciddi bir sorun. Eğer bilet bulabilirseniz, zaten vergi vererek parasını ödediğiniz oyunun üzerine, bir 6 TL daha vermeniz gerekiyor. Bu öğrenciler için geçerli fiyat… Tam biletse 10 TL.
3- SEÇME ŞANSIMIZ KALMADI: Açgözlülük yapıp, “Acaba hangi oyuna gitsem?” diye düşünmeyin. Herhangi bir oyuna bilet buldunuzsa halinize şükredin, yeterince şanslısınız demektir. Ve bilin ki; eğer elinizdeki bileti mybilet.com’a kamp kurmadan aldınızsa, yani çok rahat bulabildinizse, biri size hediye filan ettiyse; çok ama çok kötü bir oyun izleyeceksiniz! Bunu sakın unutmayın. Kimse DT’de sahnelenen iyi bir oyunun biletini size verecek kadar iyi bir insan olamaz. İyi oyunun biletleri ortalama 1 saniyede tükenir. Mesela bu sezon ‘Profesyonel’ oyununa bilet bulanlar, yalnızca ulviyete ermiş insanlar olacak… İzleyebilenleri ve izleyebilecek olanları şimdiden tebrik edelim.
4- KALİTE DÜŞTÜ: Gelelim oyunların kalitesine… Asla ‘yüzde 100’ emin olmayın. Ben diyeyim yüzde 50, siz deyin 60… Mesela geçen gün Küçük Sahne’de ‘Kırmızı’ diye bir oyuna gittim; izlerken aklıma, bu ay Milliyet Sanat’ta Asu Maro’ya röportaj veren Haluk Bilginer’in sözleri geldi. “Kötü oyunda fiziksel acı çekiyorum” demiş Haluk Bilginer, “Birisi kerpetenle etlerimi sıkıştırıyormuş gibi geliyor ve öfkeleniyorum. Öfkelenmemin birkaç sebebi var: Bir; ne cüretle bu kadar kötü tiyatro yapıyorsunuz? İki; sahneye çıkmak büyük iddia ister. Ben size diyorum ki; saat 8.30’da buluşacağız, ben sahneye çıkacağım, iki saat sizi eğlendireceğim, duygulandıracağım, değiştireceğim, dönüştüreceğim. Ama çıkıyorum, neredeyse seyirciyle dalga geçecek düzeyde bir müsamere sunuyorum. Bu ayıptır. Ben yuhalayarak çıkmak istiyorum. Sonunda niye alkışlayacağım sizi?”
‘Kırmızı’yı izlerken ne yazık ki Haluk Bilginer gibi fiziksel acı çektim. Sonunda da, izlediğini beğenmeyen sıradan bir tiyatro seyircisi olarak, son derece doğal bir davranışla, al-kış-la-ma-dan, dışarı çıktım. Kimse bu davranışımı hiç hoş karşılamadı; orası ayrı.
Bir tiyatro oyununu ne kadar beğenmese de, sıkıntıdan bitap düşse de, hep ayakta alkışlamaya alışmış tuhaf bir seyirci güruhu var. Asla anlayamayacağım birtakım gösteriş meraklıları… DT’nin bu hale gelmesinde onların da payı büyük.
Milliyet
(Kaynak: Mimesis)