10 Eylül 2011 Cumartesi

LİNÇÇİ Mustafa Demirkanlı kanıksanmış yayıncılığını sürdürüyor!

Bir Kaçışın Anatomisi ya da Büktel Fenomeni'nin Dramı...


Biliyorum, bu Site'nin de, diğer tiyatro sitelerinin okurları da Coşkun Büktel Fenomeni'nden çok sıkıldı, ancak her attığı adımı kötücüllük üzerine kuran, iftirayı ve hakareti var olma biçimi olarak kabul etmiş bu şahsı, somut verilerle bir kere daha aktarmak istiyorum. Sosyal medyada konuyu bilmeyenleri tek yanlı dezenformasyon bombardımanına tutarak, gerçekleri saklayıp, tartışma açıp, sonrasında kendisinin bile inanmadığı bahaneler bulup kaçarak, her türlü kirli yönteme başvuruyor. Bu şahsa inanan 3-5 kişi varsa, onlara da bu çirkin yüzü göstermek zorunda olduğum için tiyatrodergisi.com.tr sayfalarını kirletiyorum, okurlar bağışlasın. Bu fenomenle ilgili gelecek yorumlar da, sayfanın altına eklenecek.

"İnsanları suç belgesi göstermeden ya da suç belgesinin orijinal kaynağını belirtmeden (orijinal kaynağa link vermeden) suçlayacak kadar alçak değilim."diyerek, ilk yanıltma cümlesini sitesinin başına koyan Büktel, bakalım doğru mu söylüyor yoksa yanıltmak için her yola başvuruyor mu?

Aşağıda belgelerini okuyacağınız yazışmalarda da göreceğiniz gibi sadece İFTİRA attıktan sonra tartışmadan kaçsaydı, bu yazı asla kaleme alınmayacaktı. Kaçtı ve hemen ardından şahsıma yeni İFTİRALAR üretti, belgelerini aşağıda göreceksiniz. Ben şu yanıtı verdim: "Büktel, gerekten kötü ruhlu bir inansın. Benimle tartışamadın, çeşitli bahaneler üretip çekildin, tıpkı daha önce yaptığın gibi, sen sadece tek kale maç yapar, sadece İFTİRA atarsın, karar senin, istediğini yaparsın ama tartışmadan kaçma ruh hali, suçluluk duygusu ile yine bana İFTİRA atıyorsun. Kendi adım dışında ne burada, ne senin mailine ne de bir başka yerde sana ya da bir başkasına -tek istisnası, 25 yıl önce CKK'de çıkarttığımız bülten de hep aynı isim olmasın diye ayrıca kullandığım mahlas isim dışında- mahlas kullandıysam, herhangi birini yönlendirdiysem dünyanın en şerefsiz insanıyım, bilmeden, sadece uydurarak bana İFTİRA atan ve suçlamasını kanıtlamayanların tamamı da KORKAK, İFTİRACI, AHLAKSIZ, REZİL, PESPAYE, İNSANLIK DIŞI YARATIKTIR. Attığın İFTİRAYI ispatlamazsan, ispatı ve sanıkların bulunması için savcılığa başvuruda bulunmazsan -savcıya verdiğim savunmada talep ettim deme-, doğrudan kendin savcılığa şikayette bulunman gerek, bu girişimde bulunmaz ve bana İFTİRA ATMAYA devam edersen, sen de bu tanımların içindesin. Ne biçim insanmışsın sen bee... Yanıt veremedin kaçtın ve anında İFTİRAYA başladın..."

Ne savcılığa başvuracak ne de takma isimli kişilerin bulunmasını isteyecek, onlar -kendi değilse- Coşkun'a kavga edecek figürler olarak, yaşamda tutunacak dallar oluyor, "kendi değilse" dedim, dedim çünkü ne zaman tartışmadan kaçsa, konuyu değiştirse anında takma isimli birileri devreye giriyor, tesadüfün bu kadarı... Muhtemelen Coşkun ya da yakın bir iki arkadaşından biri değildir, buna gerçekten inanmak istiyorum.

Bu şahıs, sadece kendinden menkul görüşleriyle ve kendini anlattığı gibi sanan bir fenomen. Büktel'in düşünceleri doğrudur, tartışmak isterseniz önce onun söylediklerini kabul etmek zorundasınızdır. Örnekleri aşağıda aktarılıyor. Bu fenomen Devlet Tiyatrosu'na ve İ. B.B. Şehir Tiyatroları'na yönetmen kadrosundan girmek ister, bu fenomen yönetmen mi? Hayır. Hiç oyun yönetmiş midir? Hayır. Oyuncu mudur? Hayır. Peki neden ister bu kadroyu? Theope adında -aslında iyi de olan bir oyun- yazmıştır. Tek gerekçesi budur? Bakın, olumsuz yanıt verenlere nasıl bir yanıt verir bu fenomen? "Büktel'den daha nitelikli yönetmenler bulurlar da, tarih önünde utanç verici bir duruma düşmezler." Cümleye bakar mısınız? Okuyan şöyle düşünür doğal olarak, bu adam demek ki yönetmen hem de iyi bir yönetmen, bu şahsa haksızlık yapılıyor. Bunu yazarken hiçbir zaman ben yönetmen değilim, hayatımda hiç oyun yönetmedim, oyuncu da değilim, herhangi bir tiyatro kurumundan da eğitim almadım, sadece "nitelikli" bir yönetmen olacağıma inanıyorum. Ben; bendeki cevheri görüyorum, görmeyenler utansın, yazmaz. Önemli olan soru sormayan okuru yanıltmak, kandırmak. Bir de birkaç müridini...

Bu fenomen utanmadan bana şu İFTİRAYI atabildi...

"...niye adliyedeki bir sürü duruşmanızda Hilmi Bulunmaz'ın karşısına bir kez çıkabilecek yürekliliği gösteremedin. Adam aylardır, tüm linççilere niye mahkemeye gelmiyor, karşıma çıkmıyorsunuz diye kamera önünde bağırıp duruyor. Siz linççiler, davaları kendiniz açtığınıza göre, (dava duruşmalarına Hilmi ya da benim gibi avukatsız çıkabilme cesareti göstermenize gerek olmadığını düşünsek bile) bari avukatınızın yanında çıkabilseniz... Ama nasıl çıkacaksınız? Değil linççilerin bizzat kendisi, bazı linççi avukatları bile (Hilmi'ye karşı kendileri dava açtıkları halde) artık duruşmalara çıkamıyormuş. Seninki çıkabiliyor mu, bilmiyorum, ama senin bir kez bile hakim önünde Hilmi'nin karşısına çıkamadığını biliyorum." diyebilecek kadar gözü dönmüş bir İFTİRACI, oysa benim Hilmi'yi savcılığa şikayet ettiğim, savcılığın dava açtığı duruşma başlamadı bile, ama Büktel "biliyormuş". Sonrasında akla ziyan açıklamalar yaptı; efendim Hilmi Makedonya'daymış, parasına kıyıp aramamakla hata yapmış, Hilmi'nin Makedonya'da olduğu bahanesine sığınmıyormuş, hata yaptığı için özür dilermiş. Adama sormazlar mı neden arayacaksın ki Hilmi'yi, zaten "biliyorsun", dedin, bildiğin bir şeyi neden soracaksın ki? Senin "biliyorum" dediklerine demek ki şüpheyle yaklaşacağız, birilerine sormayı unutmuş olabilirsin, yani "biliyorum" dediklerinin artık hiçbir hükmü kalmadı, başa dön Büktel... demedim kendi facebook sayfasında, bugün de demeyecektim, ta ki o iğrenç iftirasını tekrar atana kadar...

Büktel, önce bir İFTİRA'sını facebook sayfasında da yineledi, detay detay yanıtladım, onu geçti, tek kelime etmeden, başka İFTİRASI'sını tekrarladı ona da yanıt verdim, onu da geçti, tek keline yanıt veremeden, sonra yukarıda aktardığım ve suç üstü yakalandığı İFTİRA'sından sonra tartışmaya yanaşır gibi yaptı, 6 soru sordu, 6 yanıt verdim, verdiğim hiçbir yanıta tek satır yazamayacağı için, şartlar öne sürdü, "Evet" ya da "Hayır" de, neden iki sözcüğe sıkıştırılmış yanıt istiyor, "Evet" dersem tartışacakmış. "Evet" seni onaylıyorum, şimdi tartışalım demek. Böyle bir tartışma olur mu? Fenomen önce kendisinin haklı olduğunu söylememi istiyor, sonra tartışacakmışız... anlamak gerçekten mümkün değil, tartışma varsa farklı düşünen taraflar vardır , tartışma burada başlar... Büktel'e göre öyle değil, o haklı, sen onun haklılığını kabul edeceksin ki seninle tartışmaya başlayacak... Peki ne tartışılacak, tartışma başlamadan fenomen'i onaylamak zorunda olduğunuz bir tartışma...

"EVET" ya da "HAYIR" yanıtı istediği Özdemir Hoca'ya iftiracı dediği konu, oysa bu yıllar önce belgeleriyle, bilimsel bir araştırma sonucu Ö. Faruk Kurhan tarafından araştırıldı ve çok net belgelerle ikinci bir Theope bulundu ve Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nde yayımlandı. Bunun üzerine daha önce yazdığım bir yazıyı buraya da aktarıyorum.

Öncesinde "kaçmak" için ürettiklerine verdiğim yanıtları burada da sıralayayım, yazışmaların bütününde de var...

Mustafa Demirkanlı: Devam edebilirsin Büktel, bu yazışmalarda kullandığın sözcüklerden herhangi birine, hoşuma gitmese de, küfür ya da hakaret sözcükleri oldukları nedeniyle itiraz etmeyeceğim, bu yazışmalar süresince sineye çekeceğim. Ben kullanmayacağım. Verdiğin hanımanne örneği denk düşmemiş ama önemli değil, istediğin üslupla konuşabilir, yazabilirsin, bu nedenle kesmeyelim tartışmayı... Demirkanlı üslubumu bahane etti kaçtı demeyesin, hazır karşılıklı olarak konuşabilme becerisi gösterebilmişken devam edelim Büktel...
04.09.2011

Mustafa Demirkanlı: Büktel, "hanımanne" alınganlığı ile "orospu çocuğu" arasındaki fark anlamında denk düşmemiş demiştim, peki hepsini geri alıyorum, bir önce yazdıklarımı yok say, istediğin gibi konuşabilir, yazabilirsin, bu yazışma dizisinde itiraz etmeyeceğim, üslubu bahane ederek tartışmadan çekilmeyeceğim. Sen madde madde sormuştun, ben de madde madde yanıtladım, oradan devam edelim, istediğin üslupla... İstiyorsan...
05.09.2011

Mustafa Demirkanlı: Büktel, artık ne yazacağımı şaşırmış durumdayım. Ne istiyorsan "peki"... Madde madde soru sordun ben de üşenmeden yanıtladım, tartışmaya devam edeceksen edelim, etmeyeceksen yorulmaya gerek yok... Sürekli bir gerekçe yaratıyorsun, hepsine peki diyorum, peki geri aldım diyorum, yine olmuyor. Önce yazdığım 2 mesajda seni kıran ne varsa "ÖZÜR DİLİYORUM". İstediğin üslupta yaz, istediğin gibi ifade et kendini, bırak allasen, bırak bu kayıkçı kavgasını, konuya geleceksen gel, vazgeçtim diyorsan da onu de... Ne kadar uzattın, istediğin üslupta yaz dedim, daha napayım, madde madde sorduğun sorulara madde madde verdiğim yanıta, yanıt vermen için ne yapmamı istiyorsan söyle, onu da yapayım... Gerçekten beni de, sanırım seni takip edenleri de şaşırtıyorsun... Yeni gelinin; yenim dar, yenim darını da geçtin... Konuya gel Büktel...

05.09.2011

Mustafa Demirkanlı: Bir ek daha yapayım, şöyle demişsin: " Mustafa, devam edebilmem için "evet" ya da "hayır" demen yeterliydi" Yanıtım EVET. Devem edelim mi? Yoksa devam edebilmemiz için "HAYIR" mı demem gerekiyordu, eğer yanıtımın bu olması gerekiyorsa onu da diyeyim: "HAYIR". Aman ha sakın yanlış anlaşılmasın yeni kayıkçı kavgası olmasın diye sen hangi yanıtı istiyorsan onu veriyorum... Evet ve Hayır, ben anlamadım ama ikisini de yazıyorum, madde madde sorduğun sorulara madde madde verdiğim yanıtlara bizi hangisi döndürecekse onu dedim, kabul ediyorum... Hadi artık konuya gelelim mi, yoksa yeni şartların var mı? Varsa nolur söyle, onları da bilmeden kabul ettiğimi şimdiden deklare ediyorum, tüm şartlarını kabul ediyorum. Yeter ki konuya gelebilelim...
05.09.2011

Büktel'in "EVET" ya da "HAYIR" istediği konu için, daha önce yanıt verildi, geç demedim, tek başlık altında tartışalım dedim, "Geri zekalıların bile anlayacağı" açıklıktaki bilimsel araştırma varken, seninle uğraşamam demedim, sonra tek başlıkta detay detay tartışalım dedim, ama Büktel tartışmadan çekildi, sonrasında da yine eski yöntemine dönerek "İFTİRA" ve "HAKARETLERİNE" devam etmeye başladı.

Büktel'in HİÇBİR ZAMAN YANITLAYAMADIĞI Ö. Faruk Kurhan'ın bilimsel araştırmasından alınan bölümlerle yazılmış açıklama...

Prévost’un Théophé’sini Bilmiyorum Diyorsa, Büktel’in Beyanına İnanmak Zorundayız…

Özdemir Nutku, kesinlik içermeyen ifadelerle bir başka Theope’den bahsetmiş, suçlamadığını da ayrıca ifade etmişti, yıllarca “iftiracı” suçlamasına maruz kaldı. Ömer F. Kurhan, Théophé’yi buldu, bilimsel bir inceleme ile konunun tüm yanlarını iki Theope arasındaki benzeşmeleri ortaya koyarak, Büktel’in beyanına inanmak gerektiğini vurguladı.

“Aristocu dramaturjiyi temel alacaksak -ki benim tavrım bu yöndedir- iki eser arasında benzerliğin güçlü yanlar içerip içermediğini olay örgülerine ve hikâyelere bakarak tespit etmemiz gerekir. İsim, nitelik, tema ve hatta sorunsallaştırma açısından, iki eser arasında güçlü bir benzerlik iddiası ortaya atmak spekülatif ve anlamsızdır. Özetlerden anlaşılabileceği gibi, Büktel’in somut olay örgüsü ya da hikâye bakımından Prévost’un romanıyla bir alışverişi olmamıştır. Bununla birlikte, Özdemir Nutku’nun iki eser arasında karşılaştırma yapılması ve varsa benzerliklerin tespit edilmesi önerisinin yanlış olduğu söylenemez. Gerçekten de çeşitli benzerlikler vardır; fakat basit bir karşılaştırma yapıldığında bu benzerliklerin “Theope”nin özgünlüğü bakımından önem taşımadığı görülmektedir.” Ömer F. Kurhan

Theope: “Bu sırada Menokieus, zamanında köle pazarından satın aldığı, ama taparcasına sevdiği, kaçırıldığı için uzak düştüğü, yıllar sonra tekrar bulduğu Theope’nin bir heykelini yapmaktadır. Theope’ye karşı duyduğu cinsel arzuyu tatmin etmeyi de ertelemiş ve kendisini bu heykelin yapımına adamıştır.”

Théophé: “Fransız diplomat, Osmanlı Türkiye'sinde, İstanbul’da bir haremde köle hayatı süren genç Théophé’nin kurtulmalığını ödeyerek onu himayesi altına alır… Bir yandan Théophé’ye hayranlık beslerken, diğer yandan onu şiddetle arzulamayı sürdürür.”


“İki hikâye karşılaştırıldığında, daha önce belirttiğim gibi, çeşitli benzerliklerin kurulması mümkündür. Theope ve Théophé’nin isim benzerliği ve köle geçmişlerinin ötesinde, her iki kahramanın da jestleri erdem ve aşk bakımından sorunsallaştırılmaktadır. Bu durumda, Büktel’in en fazla Prévost’un romanından esinlendiği ve oradaki bazı unsurları başka bir bağlamda yeniden işlediği iddia edilebilir -ki bu da bir yerde anlamsız olacaktır. Çünkü Büktel’in “Theope”yi yazarken bilinçli olarak ve aynı zamanda Prévost’un romanından esinlendiğine dair bir beyanatı olmadığı gibi, başka bir Théophé’yi hiç tanımadığını vurgulamıştır.” Ömer F. Kurhan

Biz, Büktel’in beyanını esas alıyoruz, umarız okurlar da benzerliklerin, etkileşimlerin tesadüfi olduğunu kabul eder, etmelidir.

Prévost’un Théophé’sini Bilmiyorum Diyorsa, Büktel’in Beyanına İnanmak Zorundayız…

Ama, Özdemir Nutku’nun araştırılsın demesini bir kenara atarak “iftiracı” yaftası yapıştırılmasına da karşı çıkmalıyız. Evet, ikinci bir Théophé var, benzeşmeler de var ama Büktel’in, Prévost’un Théophé’sinden esinlenmediğini de ��"zımnen söylemiş olsa da- kabul etmek zorundayız. Artık Büktel de, Özdemir Nutku’nun ikinci bir Theope’den durup dururken bahsetmediğini, “iftira” atmadığını, başka bir şey ararken karşılaştığını ve karşılaştırılmasını istediğini kabul etse “hakaret” ve “küfürlerden” vazgeçse ne kadar iyi olur.

Önyargısız, bir yazara yaraşır üslupla… Ama, illa da “Theope” isimli oyun arıyorsa ve yok diye “küfretmeye” devam edecekse, bu onun üslubudur, karışamayız.

Sayın Nutku, şüphesini kamuya açık bir alanda ifade etmedi, konuyu kamuoyuna Büktel taşıdı ve sonuçta Prévost’un Théophé’si bulundu, benzeşmeler ortaya kondu, sonuçta Büktel’in herhangi bir intihali olmadığı anlaşıldı, -zaten bugüne kadar kimse, Sayın Nutku da dahil- böyle bir iddiada bulunmadı. Sayın Nutku da sadece araştırılmasını talep etmişti, olmayan bir “Théophé”den bahsetmemiş, yani uydurmamıştı.

Büktel, eğer hâlâ, ikinci bir Theope’nin olmadığını, etkileşim gibi algılanacak benzeşmelerin olmadığını düşünüyorsa, bu konudaki yanıtını “küfretmeden” verirse, bu sitede de yayımlanır.

Not: Ama şu da bir gerçek ki, Büktel zaten yönetmen tiyatrosuna karşı ve de bu oyunu sahneleyecek düzeyde zekaya sahip yönetmen olmadığını düşünüyor, bunun için hayaletler yaratıp onlarla savaşacağına, Bulunmaz Tiyatro’da, sahibinin çok övündüğü tiyatro dışı gelirleriyle, kendisinin dizi yazarlığından kazandıklarını birleştirerek bu oyunu sahneleyebilirler hem Bulunmaz Tiyatro “Türk Tiyatrosu’nun Everest’i diye nitelediği bir oyunu sahnelemiş olur hem de Büktel kimseye emanet etmeden kendi oyununu kendi istediği gibi sahnelemiş olur, bizler de yılardır spekülasyonlarından bıktığımız oyunu sahnede izler, görürüz. Sahne üstüne çıkacak bu oyunu eleştirecek düzeyde eleştirmen de olmadığı için (!), herkes görüşlerini kendine saklar, izleyici de “bu oyuna yıllardır yazık edilmiş” der veya “bu muydu bu kadar gürültü kopartılan oyun?” der, olur biter.

Yeri gelmişken bir dip not daha: Eleştirmek kolaydır, üretmek zordur. Tiyatro Oyun’un 8 nci sayısını gördüğümde, benim gördüğümü Büktel de gördü mü acaba? Sadece Dergi çalışanlarının oyun denemeleriyle doldurulmuş (şişirilmiş) bir dergi midir aranan, özlenen dergi?.. Sosyalist olmak bu kadar mı bireysel bir şeydir? Ama zaten Büktel: “Ben bu Oyun’da yokum.” demişti.

Bu fenomen'i kendi belirleyeceği, bütün izleyicileri kendi belirleyeceği hatta istiyorsa Hilmi'yi, Erbil Göktaş'ı da masasında taze kuvvet olarak bulundurabileceği bir tartışmaya davet ettim, tek şartım vardı, yanımda bir kameraman olacak ve tüm tartışmayı videoya kaydedecek ve sitede tamamını yayımlayacağım, bundan da kaçtı... Ama "küfür" ve "hakaretlerinden" geri adım atmadı, her canlının sözünün bittiği yerde başvurduğu "küfür" ve "hakarete" sığındı, yıllardır yaptığı gibi, Prévost’un Théophé’sini araştırmadı, araştırma sonuçlarına inanmadı, belgeleri yok saydı, “Theope” adlı bir oyun (ya da roman, hikâye, opera, bale, vb)” varsa dediğini çoktan unuttu.

Mustafa Demirkanlı

(Yazını uzunluğu nedeniyle tek parçada girilmiyor, onun için yazışmaları ayrı sayfada veriyoruz)

Facebook yazışmaları-1
Facebook yazışmaları-2


......................................................Haber Giriş Tarihi: 10 Eylül 2011


***


Facebook Yazışmaları-1

Bölüm:1

(Tek seferde uzunluktan dolayı facebook kabul etmediği için, parçalıyorum.)

"Sormak aklıma elbette geldiği halde, Makedonya'da olduğu için Hilmi'yi arayıp sorma şansım olmamıştı.", Büktel ben bunun üzerine gitmedim, sen "biliyorum" dedin, sormana gerek yok, zaten "biliyorum" dedin diyerek üzerine gitmedim, sadece "Önemli değil Coşkun, hata insana mahsustur..." dedim, gerek yoktu ucuz suçlamalara, polemiklere. Bir düşünsene, ben aynı hatayı yapsam, nelerle karşı karşıya kalırdım, kaldım. İnsan hata yapar, bunu anlamak çok zor değil, tersi ise kötülük... Ben anladım ve "Önemli değil Coşkun, hata insana mahsustur..." dedim, gerçek de buydu, önemli değildi...

BÜKTEL'İN ELİNDEN GELDİĞİNCE İYİ NİYETLİ BİR CEVABINA, İYİ NİYETLİ BİR CEVAP

Büktel, anlaşılması kolay olsun diye, senin sorularını da alarak yanıtlarımı veriyorum.

1. Benim "eski karım sayesinde" DT'ye girmeye çalışmış olmam konusunda yanılmış olduğunu yıllar önce nerede, hangi yazınla ifade ettin? Ben hatırlamıyorum. Kaynağına link ver.

YANIT: Büktel, yazdığım şuydu: "Senin DT'ye girme konunda da yanılmış olduğumu, yıllar önce de ifade ettim, nedenini de geçenlerde uzun uzun açıkladım kimin zamanında DT'ye girmen konusunda nasıl yanıldığımı" benim orada anlattığım, "yanılmış" olduğum: Dilligil-Bilgin dönemi konusundaki yanılmış olmam, sence de öyle okunmuyor mu yukarıdaki açıklamam? Nalan'ın DT'ye girmen için -belki de senin bilgin dışında-verdiği katkılar ya da uğraşlar konusunda değil yanılmış olmam, bilmiyorum bu konuda bir itirazın var mı? Bunu suçlama olarak da yapmadım, gereksiz bir konuydu diyebilirsin, buna katılırım, bir anlamda özele girerek kırdıysam da hem senden hem de Nalan'dan özür dilerim, hassas ve de özeli de içeren bir konu, daha titiz olmalıydım diyebilirim.

2. Bence asıl konu, Rahmi Dilligil'in kelepçeli bir fotoğrafının yer aldığı bir haberin altında, benim "Rahmi Dilligil zamanında" DT'ye girmeye çalıştığımı söylemendi. DT'ye girmeye çalışmam, ne eski karım sayesinde, ne de Rahmi Dilligil zamanında olmuştu. Oysa sen, iki tire içine alarak, -Rahmi Dilligil zamanında- girmeye çalıştığımı, zaman belirtmen gerekmediği halde -özellikle- belirtiyordun. Bunu kasıtlı olarak yapıyordun. Ben insanları suçlamadan önce konuyu araştırır emin olmak isterim. Bunun tek istisnasını dün yaşadım. Hilmi'nin Makedonya'da olması nedeniyle, aklıma geldiği halde, pahalı bir görüşme yapıp onay almaktan kaçındım ve pahalı bir hata yaparak, sana asılsız bir suçlama yönelttim. "senin bu hatanı dilime dolayıp 'itira attı' da 'iftir attı' diyecek halim yok," diyorsun. İstersen diline dola! Acıklı bir hale düşersin. Ben, tatmin edici biçimde özürü dilenmiş hiçbir iftirayı dilime dolamam, dolamadım. Hep söylemişimdir: Özdemir Nutku, iftiranın ertesi günü özür dileseydi, bugün o iftirayı ben dahil hiç kimse hatırlamıyor olurdu.

YANIT: Büktel, yanılma sürecimi senin facebook sayfanda anlattım, Van'da otelin roof'unda yaptığımız konuşma, yine aynı dönemde Nalan'la yaptığımız sohbet ve ayrı olarak Erhan Gökgücü (O sırada Başrejisör) ile yaptığım konuşma. O sırada Genel Müdür Dilligil olduğu için başvurunun daha önce olduğunu algılayamamışım ya da ne zaman başvurdu diye sormayı akıl edememişim ama bu konuda yanılmış olduğumu daha önce de ifade ettim, yazdım şimdi tekrar zamanı karıştırmış olduğum için özür dilerim. Ama asıl konu bu değildi... Bir sonraki maddende o konuya geleceğimiz için, burada ele almıyorum. Senin de ifade ettiğin gibi: "yönetim değişikliğinde tekrar tekrar dilekçe vermekten bıktım, DT ve İBBŞT'ye yönetmen olarak alınma talebim, ölünceye kadar baki kalacak." Dilligil döneminde de başvurabilirdin demek ki, başvurmanda da herhangi bir sakınca tabii ki yok. Dilligil'in kelepçeli fotosunu kullanmam o sırada senin itirazına sebep olmuş ama geçenlerde; Dilligil döneminde ilan alamadın (mealen yazıyorum) yorumunla birlikte kullanılsa sanırım saha şık olurdu, buna da bir itirazın olur muydu? Yeri gelmişken bu konuda iki kelam etmeme izin ver. Sen ve de Bulunmaz zaman zaman Dilligil'e atıf yapıyorsunuz. Bulunmaz, beni savcılığa yaptığı şikayette de dile getirmiş, "o dönemin dergilerine bakın" diye. Bulunmaz'a bir lafım yok, aklına ne geliyorsa yapabilir ama sana gerçekten yakıştıramıyorum. Dilligil, benim ortaya çıkarttığım, basında "1. Perde Operasyonu" olarak adlandırılan yargılama süreci sonunda ceza aldı, arkadaşları şu anda cezaevinde, kendisi ise "hükmün ileri bıraktırılması" yasasından dolayı içeride değil ama suçlu bulundu ve caza aldı sadece içeride değil, andığım yasadan dolayı, 5 yıl süreyle bir suç işlemezse de -cezaevinde yattığı süreden kalan zamanı- cezaevinde tamamlamayacak, ama suçu sabit görüldü ve ceza aldı. Zaman zaman dile getiriyorsun Dilligil tarafından mahkum edilmemi. Doğru, 3 ay hapis cezası aldım ve de 7.000 TL tazminat ödedim ama yukarıdaki konudan değil, intihal olayından. Şu hatayı yapmıştım: "Hırsızlık iddiası ayyuka çıkan Genel Müdürünü savunan Bakan" olması gereken cümlemde, "iddia" sözcüğünü eklememiştim, eğer gerçekten merak ediyorsan -o sırada dergide de yayımlanmıştı-, belgeleri adresine gönderebilirim. Bana açtığı davanın karar duruşmasında Bursa'daki mahkemede karar verilmiş, Hakim'le aramızda şu konuşma geçmişti:

- Sayın Hakim, beni mahkum edeceksiniz ama Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesi kararını verdi ve Dilligil'i suçlu buldu, burada benim suçum ne?

- Doğrudur, ama önce biz (Yargı) sözümüzü söyleyeceğiz, sonra siz (gazeteciler) söyleyeceksiniz, yasalar böyle diyor, senin haklı olduğunu bilsem de ceza vermek durumundayım, biz yasalarla bağlı kararlar vermek zorundayız. (Mealen aktarıldı.)

Haklıydı, geçerli yargı sistemi böyle diyordu, dediğim gibi hatam "iddia" sözcüğünü eklememekti, cezamı da aldım, 7.000 TL'yi de paşa paşa ödedim. Demem şu ki, Dilligil'e atıf yaparak beni suçlaman sana yakışmıyor, Dilligil'e sığınmadan da beni suçlayabilirsin, tartışabilirsin. Beni rahatsız ediyor mu? Hayır, sadece sana yakıştıramıyorum; yazarsın ve suçlanan şahıs (Dilligil) intihal iddiasıyla suçlanıyordu, senin esas hassas olman gereken konunun bu olması gerektiğini düşünüyorum. Sana yakışan da bana düşman olduğun için Dilligil'i savunmak değil, onun intihal yaptığı iddiasına vakıf olarak tavır alman olmamalı mıydı? "İntihal", bir yazarın bence en hassas konusu olmalı, aslında sen de böyle düşünüyorsundur ama öfkene yenilip, hiç savunmayacağın bir şeyi savunuyor duruma düşüyorsun. Hilmi'yi hiç önemsemiyorum, o "düşmanımın düşmanı dostumdur" der, yeni bir durum değil. Senin "Shakespeare'siz Adamlar"a prova başlatır, sonra Tolstoy'u keşfeder, Sahakespeare'e düşman olur, yarın da bir başka kitap okur, Tolstoy'u asar, önemli değil, ciddiye alınacak bir durum da değil.

Bölüm:2

3. Diyorsun ki "orada asıl konu kimin zamanın değildi, yönetmen kadrosu istemendi, sen o konuyu atlayıp, Dilligil zamanı değil Bilgin zamanıydı, yalan söylüyorsun diye, esas konu bir kenarda kaldı, kayıkçı kavgasına dönüştü." Ben "kayıkçı kavgası değil", iftiracı bir profesörün, iftirası DT videosuyla yakalandığı ve iftira suçunu örtbas edebilmek için bana yazdığı cevap yazısında daha bir sürü yalan söylediği somut olarak belgelendiği halde özür dilemeye tenezzül etmemesine karşı onurlu bir kavga yürütüyorum. İftiraya karşı bu kavgamda yanımda üç-beş kişiden fazla insan bulamazken, karşımda iftirayı ve iftiracıyı sahiplenen ve her türlü iğrenç yöntemi kullanmaktan kaçınmayan 1100 kişi buluyorum. Bu, bence, en ünlü Profumuz Nutku'nun iftirasından bile çok daha vahim, çok daha iğrenç bir olgu... Türk tiyatrosunun vandallarca kuşatıldığını ve geleceğinden hiçbir umudumuz olamayacağını belgeleyen bir olgu... Ben ve benim gibi düşündükleri için pantolon paçalarının kirlenmesini göze alabilen üç-beş "dürüst" insan, bu Türk tiyatrosunun soluğunu tıkayan bu iğrenç olguya (vandalizme) karşı mücadele vermenin "kayıkçı kavgası" (ya da "it dalaşı" veya "kan davası") olduğu yolundaki, linççi ya da pasif entelektüel propagandalara elbette aldırmıyor; o propagandalarla da mücadele ediyoruz. "Kayıkçı kavgası" kavramını ilk kullanan Semih Çelenk'le (asla linççi olmamış olmasına rağmen) yaptığım tartışmalar, internette bulunup okunmalıdır.

YANIT: Büktel, izninle Nutku meselesini ayrı bir başlığa bırakalım, buraya sığmayacak kadar çok konuşacağımızı düşündüğüm için, arada sıkışıp kalmasın. Asla yok saymıyor, bunu geçelim demiyorum, sadece ayrı bir başlık altında tek başına ele alıp konuşalım diyorum. Umarım sana da daha doğru gelir.

4. Gelelim, senin "asıl konu" ya da "esas konu" dediğin meseleye: "orada asıl konu kimin zamanın değildi, yönetmen kadrosu istemendi, sen o konuyu atlayıp, Dilligil zamanı değil Bilgin zamanıydı, yalan söylüyorsun diye, esas konu bir kenarda kaldı," diyorsun ya, hadi kenarda kalmasın, buyur anlat: Neymiş, benim "yönetmen kadrosu istememi" esas konu yapan şey? Hâlâ da istiyorum. Buradan ilan ediyorum: Her yönetim değişikliğinde tekrar tekrar dilekçe vermekten bıktım, DT ve İBBŞT'ye yönetmen olarak alınma talebim, ölünceye kadar baki kalacak. Ben bu talebi açıklamaktan hiçbir zaman utanmadım, umarım birtakım bürokratik gerekçelerin ardına sığınarak bu talebimin gereğini yapmayı reddeden bürokratlar da, Büktel'den daha nitelikli yönetmenler bulurlar da, tarih önünde utanç verici bir duruma düşmezler. Ben yönetmen kadrosunu gizlice istiyor değilim ki; bu talebimle ilgili DT'ye ve İstanbul Şehir Tiyatrosu'na verdiğim dilekçeleri, on beş yıldır, yazılarımda ve kitaplarımda tekrar tekrar yayınlıyorum zaten. Tabii, bu talebime hayır diyen bürokratların cevap yazılarını da yayınlıyorum. Tarih, benim yönetmen olarak bu kurumlara kabul edilmeyişimi bir gün elbette yargılayacak da, sen, benim DT'den yönetmen kadrosu istememi ne hakla suçlama konusu yapıyorsun, hadi onu bir anlat bakalım. Bürokratlar, isteseler kolayca aşabilecekleri birtakım bürokratik gerekçelerin ardına sığınarak yönetmenliğimi kabul etmiyorlar ve ben bu konuda onların gerekçelerini de açıklamışım zaten. Peki senin derdin ne? Sen yönetmenliğime değil, yönetmen kadrosu istememe bile karşı çıkıyorsun. Asıl konu "yönetmen kadrosu istemendi" diyorsun. İstememde ne yanlışlık var? Her vatandaş, her konuda dilekçe vererek, devletten talepte bulunmak hakkına sahip. Theope yazarının, açıkça, mertçe, Türkçe dilekçe verip yönetmenlik kadrosu istemesinde, beni yıllarca suçlamanı gerektiren ve "esas konu" dediğin sebep nedir, buyur açıkla!

Konuları saptırmadan, yalan söylemeden, iftira atmadan, iftiracıya destek vermeden, linç kampanyası düzenlemeden, "adam gibi" konuşmayı başarırsan, benden adam gibi cevap alırsın. Ama eski tavrını sürdürürsen, ben sana karşılık olarak yalan söyleyemeyeceğime, iftira atamayacağıma, iftirama destek için linç kampanyası başlatamayacağıma (ve mahkemelerde vakit harcayamayacağıma) göre, sana karşı elimde tek yaptırım gücüm var: Dil. Ben, Türkçe'nin yaşayan en büyük ustalarından biriyim. Kimseden (hele de linççilerden) dili nasıl kullanmam gerektiği hakkında tavsiye veya uyarı alamam. Bu ülkede, dili nasıl kullanacağıma dair bana fikir verebilecek bir otorite yok. O nedenle, bana "küfürlü konuşma, hakaret etme" gibi talimatlar vermekten öncelikle vazgeçeceksin! Herkes benim dilimden ancak hak ettiğini alır/almıştır. Sen ise, hak ettiğinden çok daha azını aldın.

YANIT: Büktel, buraya kadar iyi gittin ama yine hiddetlenmişsin. Küfre, hakarete sığınmadan da düşüncelerini aktarabilirsin -sakın burada da daha önce kullandığın Yaşar Kemal örneğini verme lütfen, Yaşar Kemal küfredip kesmiş, sen sürdürüyorsun, küfredersen karşındaki sürdürmez, kimse kendisine küfreden biriyle tartışmaz, istersen yeni başlayan bu tartışmamızda küfre başvurma ya da "Sen ise, hak ettiğinden çok daha azını aldın." diye sopa gösterme, küfürsüz, hakaretsiz tartışmaya çalışalım, hiç değilse bir kere, ne dersin?

Konuya dönersek, benim itirazım senin dilekçe vermene değil, verdiğin dilekçeye hayır denmesini verdiğin tepkiye, reddeden insanlara olan tavrına. Coşkun, empati yaparak algılamaya çalış. Bir oyun yazmışsın, her zaman dile getirdim gibi iyi de bir oyun... Bir oyun, iyi bir oyun yazdığın için DT'ye ya da İBBŞT'ye yönetmen kadrosundan kabulünü istiyorsun, istemen de bir sakınca yok ama sorun reddedildiğindeki tavrında. İki şey istiyorsun. Bu güne kadar hiçbir oyun yönetmemiş olmana, reji bölümlerinde okumamış olmana rağmen, bir oyun yazdığın için rejisör kadrosu istiyorsun. Bu kurumlar sevsek de sevmesek de, onaylasak da onaylamasak da kendi yasalarına bağlı kalmak zorundalar. Kendi yasalarında kadroların özellikleri belirtilmiş. Şimdi sen diyorsun ki: "Büktel'den daha nitelikli yönetmenler bulurlar da, tarih önünde utanç verici bir duruma düşmezler." Peki, Büktel yönetmen mi, yoksa "nitelikli yönetmen" olacağını mı iddia ediyor? Bu iddiası doğruysa bile, kim, hangi yasaya, yönetmeliğe dayanarak buna evet diyebilir? Sen, kendi "niteliğini" onaylıyorsun, birçok oyun yönetmiş Bulunmaz da aynı talepte bulunabilir (Bulunmayacak olması önemli değil, canlı bir örnek olduğu için veriyorum.), onlarca oyun yazmış ve oyunları DT dahil birçok tiyatroda sahnelenmiş Cücenoğlu da isteyebilir, karar verecekler sadece senin sübjektif özgüvenine göre mi karar vermeliler? Örneğin DT'de yıllarını oynayarak ve oyun yöneterek geçirmiş biri bile 10 reji yapmadan, yönetmen kadrosuna geçemezken, kim, hangi gerekçeyle seni yönetmen kadrosuyla kuruma alabilir?

İkinci istediğin şey: Bürokratik engeller aşılabilir derken, şahsına özel uygulama yapılmasını talep ediyorsun, bir anlamda kendine ayrıcalık istiyorsun, yanılıyor muyum? Çünkü tek dayanağın çok iyi bir oyun yazmış olman... Bunun gerçekten bir mantığı var mı ya da sen nasıl bir mantık geliştiriyorsun, dayanakların ne ki? Talebin doğrultusunda, bürokratik engellerin nasıl çözülmesini, aşılmasını beklediği de açıklarsan aydınlatıcı olursun, bilmediğim bir konuya da vakıf olmuş olurum.

Bölüm:3

5. Seninle videoya filan çıkmam. Yıllar önce görüşme talebini kabul edip geldiğimde, olayı insanlara yansıtma biçimin hiç hoşuma gitmedi. Bu konuya girmek istemiyorum, çünkü ikimiz arasında yaşanmış, ikimizin de belgeleyemeyeceği bir konu. Bu konuya girip de havanda su döğmeye gerek yok. Ertuğrul Timur'un birkaç yıl önceki "çık karşıma" davetini tartışabiliriz, onun belgeleri var. Ama sonuçta, o Ertuğrul, sen Mustafa'sın... Linççi sıfatınız sizi benzer kılsa da... Her neyse, şu anda, benim seninle ya da herhangi bir linççiyle video filan çekmek asla içimden gelmiyor. İşime de gelmiyor. Çünkü Özdemir Nutku iftirasının tartışma götürür en küçük bir yanı yok... İftirayı tartışmam. Onu tartışanları bağışlamam. Çünkü video kaydıyla apaçık, somut biçimde kanıtlanmış bir olaya karşı, ancak laf kalabalığı yapılabilir. Ben laf kalabalığıyla, Atatürk'ün aslında Bolivyalı olduğunu bile herkesten çok daha inandırıcı bir eda ve üslupla tartışabilirim. Ama sonuç değişmez. Tarih yargıyı verir ve benim zavallı bir demagog olduğuma hükmeder.

YANIT: Doğru söylüyorsun, ikimiz arasında yaşanmış ve ikimizin de belgeleyemeyeceği bir konu, haklısın ama bu konuda aynı şeyleri söylemekle birlikte, şunu da talep ettim: "Hayır, Demirkanlı'nın aktardıkları tamamen yalandır." diyebilirsin, öyle düşünüyorsan lütfen de, kanıtım yok, sadece senin ve benim tanık olduğum olay karşısındaki tavrını, sadece ben öğrenmiş olurum, bu da bana yeter. O konuda, "Demirkanlı Yalanları" demeniz en azından benim için yerini bulmuş olur, bırakalım başkaları benim yalan söylediğimi düşünsün, hiç önemli değil. Lütfen; düşün, hatırlamaya çalış ve "tamamen yalan ya da kısmen şunlar yalan" de... Sen "yalan" de ben kabul edeceğim, en azından bu konuda tek laf etmeyerek... Sen yadırgıyorsun ama ben konuştuğum insanların namusuna güvenirim, gerektiğinde de o inandığım namusu tanık gösteririm, karşımdaki beni yalanlarsa da, susarım... yapacağım bir şey olmadığı için... Video talebim de kayıt altında olmasındandı, fark etmez burada da kayda almış oluyoruz.

6. Diyorsun ki: "Benim hatam varsa ben özür dileyeyim senin varsa sen özür dile ama aşağılamadan, hakaret etmeden. Burada da konuşuruz, videoya kaydedeceğimiz bir ortamda da, hiç fark etmez. Ben her ikisini de kabul ederim..." Senin hatan çok ve hepsi de belgeli olarak yıllardır kitaplarımda ve internet yazılarımda mevcut. Eğer hakareti hak etmeyen, adam gibi, yalansız ve çarpıtmasız bir yaklaşımla, Özdemir Nutku iftirasından başlayarak özür dilersen, buradan konuşuruz. Özür dilemeye gerek duymuyor ve yalnızca tartışmak istiyorsan, o da olur. Benim "LİNÇÇİ GERİ ZEKÂLILAR İÇİN ALFABE DÜZEYİNDE ÖZDEMİR NUTKU SKANDALI REHBERİ" başlıklı yazımda yer alan hususları, tek tek alıntılayıp, tek tek cevaplamakla işe başlayabilirsin. Bakalım benim yanıldığım bir nokta var mıymış. Ben o yazıları o netlikte yazmak için zamanında çok mesai harcadım. Ama sen, bunlarla uğraşamam, bu yorgunluğa katlanamam, diyorsan, kestirmeden özür dilersin. Ya da laf salatasına devam edersin. Ama o zaman alacağın karşılık, korkarım ki, kaçınılmaz olarak, yine, senin "küfür" saydığın niteleme sıfatlarıyla dolu olur.

YANIT: Büktel, "korkarım ki, kaçınılmaz olarak, yine, senin "küfür" saydığın niteleme sıfatlarıyla dolu olur."Büktel, bunları sadece ben "küfür" saymıyorum, bunlar küfür, ben küfürsüz konuşabileceksek konuşalım diyorum. Senin küfür ve hakaretlerini yargıya taşımak zorunda kaldım -o süreç devam edecek, bizim burada konuşabilmemizle bir ilgisi yok- başka çare bırakmadığın için, ama ne senin ne de Bulunmaz'ın yazılarının kaldırılmasını talep etmedim, etmeyeceğim anlamına gelmez, küfrü temel alan bir yaklaşımla devam edersen, kendimi koruyacağım başka bir alan bırakmıyorsun demektir.

Yukarıda da ifade ettiğim gibi Nutku meselesini ayrı bir başlıkta ele almamız daha doğru, burada araya sıkıştırmayalım. Şöyle yapalım mı? "Demirkanlı Yalanları"nı, sanırım 29 adetti, tek tek ele alalım, onları sonuçlandıralım, sonra Nutku'ya, Temiz Yayıncılığa gelelim, sonra da izin verirsen Bulunmaz'a ve Bulunmaz'la ilişkine gelelim, tarihsel sıra takip edelim derim, ne dersin? Önce bir yöntem belirleyelim, öyle devam edelim. Ben istiyorum... Sen de istiyorsan devam ederiz...

Tercih senin.

YANIT: Tercih senin.

04.09.2011

Bir Kaçışın Anatomisi ya da Büktel Fenomeni'nin Dramı...

Facebook Yazışmaları-2

Haber Giriş Tarihi: 10 Eylül 2011


***


Facebook Yazışmaları-2

Coşkun Büktel:
Mustafa, daha önce de yazdım, bir insan o kadar kibar, o kadar kibar olabilir ki; "ıspanak" sözcüğünü bile kaba bulduğu için, "afedersiniz, ıspanak" diyebilir ve buna hakkı vardır. Bu insan diyelim ki bir yaşlı kadın olsun, bu kadın, alışveriş ettiği bir esnafın kendisine "hanımanne!" diye hitap etmesini bile küfür sayabilir ve bence buna hakkı vardır. Ama senin ve linççilerin böyle bir hakkı olamaz. Sizler kibar insanlar değilsiniz. Nedenlerini burada tekrarlamak istemiyorum. Bu yazıyı buraya kadar okumak zahmetine katlanacak kadar ilgili her okur, nedenlerini biliyor. Tekrar edeyim, ben Theope yazarıyım ve kime nasıl hitap edileceğini en iyi bilen otoritelerden biriyim. Bu konuda bana tavsiye ya da talimat vermeye kalkmaman konusunda seni uyarmıştım. Ama sen, hâlâ öğretmen edalarında karşıma geçip, öyle konuşma böyle konuş diye benim üslubumu belirleme küstahlığına devam edersen, ve "ben küfürsüz konuşabileceksek konuşalım diyorum." gibi şartlar öne sürerek, bu konuşmayı talep eden sanki sen kendin değilmişsin de benmişim gibi bir izlenim yaratmaya kalkışmak gibi kurnazlıklar yaparsan, konuşmayız, olur biter. Bu küfür meselesini öncelikle halledebiliyorsak, yani birbirimizin üslubunu değerlendirmeyi okurlara bırakmayı ikimiz de kabul ediyorsak, "evet" de ve devam edeyim. (Buna "evet" demiyorsan, devam etmeme gerek yok.)

04.09.2011

**

Mustafa Demirkanlı:
Devam edebilirsin Büktel, bu yazışmalarda kullandığın sözcüklerden herhangi birine, hoşuma gitmese de, küfür ya da hakaret sözcükleri oldukları nedeniyle itiraz etmeyeceğim, bu yazışmalar süresince sineye çekeceğim.Ben kullanmayacağım. Verdiğin hanımanne örneği denk düşmemiş ama önemli değil, istediğin üslupla konuşabilir, yazabilirsin, bu nedenle kesmeyelim tartışmayı... Demirkanlı üslubumu bahane etti kaçtı demeyesin, hazır karşılıklı olarak konuşabilme becerisi gösterebilmişken devam edelim Büktel...
04.09.2011

***

Coşkun Büktel: Mustafa, devam edebilmem için "evet" ya da "hayır" demen yeterliydi. Ama sen bunu tercih etmiyorsun, " Verdiğin hanımanne örneği denk düşmemiş ama önemli değil," diyerek, "sineye çekeceğim" diyerek, hâlâ kendini sütten çıkmış nazik ve kibar beyefendi, beni ise küfürlerini şimdilik "sineye çekeceğin" bir küfürbaz gibi göstermeye çalışıyorsun. Bunun doğru olmadığını ikimiz de biliyoruz. Hiçbir şeyi sineye çekme!

Diyorsun ki, "Büktel, bunları sadece ben "küfür" saymıyorum, bunlar küfür," Ben de diyorum ki, olabilir, "hanımanne" de küfürdür. Ama sizin, daha beter küfürler etmiş, daha da beterlerini mazur görüp hakkında kampanya açmamış kişiler olarak, kasten iftira ettiğiniz Büktel'in tepkilerini küfür saymaya hakkınız yok. O kibar bayanın "hanımanne"yi küfür saymaya hakkı var, ama sizin "orospu çocuğunu" yani "hinoğluhin ve kalleş"i küfür saymaya hakkınız yok. Önce bunu kabul edeceksin!

Benim yazdıklarıma "küfür" gibi, insanına göre değişen öznel kavramlarla cevap vermeni kabul edemem. Çünkü "küfür" suçlamasının bir sınırı yok. Herkes her şeyi küfür sayabilir ve ben söylediklerimin küfür olmadığını kanıtlamakla uğraşamam. Belgeleyebiliyorsan "yalan" de, "iftira" de! Yalan ya da iftiranın belirli, somut ölçütleri vardır. Bunlara kızmam, sadece belgelerle cevap veririm. Ama bu küfür demagojisine ebediyen son vermek niyetinde değilsen, "elimin altında bulunsun, daha sonra kullanmak üzere yedekte tutayım" kurnazlığını terk etmeyeceksen, tekrar söylüyorum, seninle konuşmakta yarar görmüyorum. Ben seninle, kimin söyledikleri daha çok küfür, kiminki daha az küfür şeklinde bir kör döğüşüne giremem. Ben, ifadelerin küfür olup olmadıklarını tartışmayı değil (çünkü bu herkese göre değişen ve laf kalabalığına müsait bir tartışmadır) yalan ya da iftira olup olmamalarını tartışabilirim.

Başa dönersek: " Verdiğin hanımanne örneği denk dümemiş ama önemli değil" lafıyla madem ki, çamuru sinsice attın, bence artık önemli: Anlat bakalım, neymiş denk düşmeyen?

05.09.2011


***

Mustafa Demirkanlı: Büktel, "hanımanne" alınganlığı ile "orospu çocuğu" arasındaki fark anlamında denk düşmemiş demiştim, peki hepsini geri alıyorum, bir önce yazdıklarımı yok say, istediğin gibi konuşabilir, yazabilirsin, bu yazışma dizisinde itiraz etmeyeceğim, üslubu bahane ederek tartışmadan çekilmeyeceğim. Sen madde madde sormuştun, ben de madde madde yanıtladım, oradan devam edelim, istediğin üslupla... İstiyorsan...
05.09.2011

***

Coşkun Büktel Büktel: "hanımanne" alınganlığı ile "orospu çocuğu" arasındaki fark anlamında denk düşmemiş demiştim

Ne demeye çalışıyorsun, Mustafa? "Hanımanne" ile "orospu çocuğu" arasında fark yok mu dedim sanki ben? Kibar kadın ile iftiracı linççiler denk olmadığı için "küfür" diye alındıkları şeyler de denk olmayacak elbette... Laf sokup da ardından "önemi yok" deyip geçmek, fazlasıyla ilkel bir kurnazlık biçimi... Önemi var, anlat deyince de, yine aynı tavır.

Siz DT video kaydı ile apaçık belgelenmiş bir iftirayı sahiplenir ve iftiraya maruz kalan insana karşı kampanya açarsanız, bana "hakaret etmeden konuş" diye talimat vermeye hakkınız kalmaz! Hele takma isimli bir sapık bu olaydan sonra benim fotoğrafımı bir penis üstüne yapıştırmışsa ve sen bu sapığa teşekkür edip, onun korsan sitesine yazı yazarak destek vermişsen, bütün bunların üstüne "Coşkun hakaret etmeden, konuş!" diye bana talimat vermene, "denk düşmedi ama önemi yok" gibi cümlelerle beni mazur görüyormuş gibi yanılsamalar yaratmana izin veremem. Çünkü mazur gören sen değilsin; sıraladığım tüm o ağır suçlarına rağmen seni mazur görüp, senin diyalog teklifine razı olan benim.

Senin "küfür" diye nitelemen, benim sıraladığım o ağır suçlamalarıma cevap olmuyor. O suçlamaların haksız, tutarsız, yanlış olduğunu belgelemek yerine, o suçlamaların küfür olduğunu söylemek, yalnızca demagojidir. Yapman gereken şey, küfür diye üfürükten demagojilerle laf kalabalığı etmek yerine; benim suçlamalarımı ve ortaya koyduğum belgeleri (benim tanıklığımı dilenmeksizin, benim namusuma güvenmeksizin) çürütmektir. Bu konuda anlaşıyorsak, "evet" de ve devam edeyim

05.09.2011

***

Mustafa Demirkanlı: Büktel, artık ne yazacağımı şaşırmış durumdayım. Ne istiyorsan "peki"... Madde madde soru sordun ben de üşenmeden yanıtladım, tartışmaya devam edeceksen edelim, etmeyeceksen yorulmaya gerek yok... Sürekli bir gerekçe yaratıyorsun, hepsine peki diyorum, peki geri aldım diyorum, yine olmuyor. Önce yazdığım 2 mesajda seni kıran ne varsa "ÖZÜR DİLİYORUM". İstediğin üslupta yaz, istediğin gibi ifade et kendini, bırak allasen, bırak bu kayıkçı kavgasını, konuya geleceksen gel, vazgeçtim diyorsan da onu de... Ne kadar uzattın, istediğin üslupta yaz dedim, daha napayım, madde madde sorduğun sorulara madde madde verdiğim yanıta, yanıt vermen için ne yapmamı istiyorsan söyle, onu da yapayım... Gerçekten beni de, sanırım seni takip edenleri de şaşırtıyorsun... Yeni gelinin; yenim dar, yenim darını da geçtin... Konuya gel Büktel...
05.09.2011

***

Mustafa Demirkanlı: Bir ek daha yapayım, şöyle demişsin: " Mustafa, devam edebilmem için "evet" ya da "hayır" demen yeterliydi" Yanıtım EVET. Devem edelim mi? Yoksa devam edebilmemiz için "HAYIR" mı demem gerekiyordu, eğer yanıtımın bu olması gerekiyorsa onu da diyeyim: "HAYIR". Aman ha sakın yanlış anlaşılmasın yeni kayıkçı kavgası olmasın diye sen hangi yanıtı istiyorsan onu veriyorum... Evet ve Hayır, ben anlamadım ama ikisini de yazıyıyorum, madde madde sorduğun sorulara madde madde verdiğim yanıtlara bizi hangisi döndürecekse onu dedim, kabul ediyorum... Hadi artık konuya gelelim mi, yoksa yeni şartların var mı? Varsa nolur söyle, onları da bilmeden kabul ettiğimi şimdiden deklare ediyorum, tüm şartlarını kabul ediyorum. Yeter ki konuya gelebilelim...
05.09.2011

***

Mustafa Demirkanlı: Umarım Toros Bey'de bu yazışmaları takip ediyordur, Toros Bey'i anmamın nedeni Büktel'in her yazdığına" beğen" butonuna bastığı için.. Yoksa başka bir nedenim yok, belki de ilk kez Büktel'in yazdıklarını beğenmiyordur, olabilir... Belki de bu aralar internete girmiyordur, yazarsa öğreniriz, Büktel'in gerekçelerini beğenip beğenmediğini...

***

Coşkun Büktel: Mustafa, ben sana iki kezdir, yalnızca "evet" de, devam edelim diyorum. Sense iki kezdir yalnızca "evet" demek yerine, benim itirazıma neden olan ifadelerle lafı uzatıyor, asıl konuya gelmemizi engelliyorsun.

Bunu ilkinde "iyi niyetli adam" imajını (kuzu postunu) terk etmeden, sinsice yapmıştın. Baktın ki, sinsice de olsa "yemiyorum" ve net olmakta ısrar edip, laf kalabalığına, belirsizliğe ve demagojiye izin vermiyorum, şimdi iyi "niyetli adam" imajını (koyun postunu) bir yana atıp, yine laf kalabalığına ve açık demagojiye geçerek, bildiğimiz hilekâr Mustafa'nın asla ıslah olmayacağını gösterdin. İtiraz edemediğin haklı taleplerime "net bir evet" demeyi de kabul etmeyerek, taleplerimin haklılığını örtbas etmek için lafı başka noktalara çekerek, (netlikten nefret eden ve yakalanmamak için mürekkep salarak "sisleme" yapmayı doğası/yaratılışı/tabiatı gereği "mecburen" sürdürmek zorunda olan mürekkep balığı gibi) belirsizlikten medet umarak, konuşmayı kendin talep ettiğin halde bu konuşmadan sıkılmış gibi havalara girerek, lafı uzatan bizzat kendin olduğun halde, beni lafı uzatmakla suçladın.

Ayrıca yenimin dar olduğu gibi yeni yeni kışkırtma ve tartışma konuları çıkararak, taleplerimin haklılığını gözden kaçırmaya, saptırmaya ve unutturmaya kalkışıp, asıl konuya gelmeye ve demagojiden vazgeçmeye yanaşmayacağını açıkça ortaya koydun. (Asıl konunun zaten tartışılacak yanı olmadığını, DT'nin video kaydındaki görüntüleri, hiç kimsenin kendini ahmak durumuna düşürmeksizin, yalanlayamayacağını herkes gibi aslında zaten sen de biliyordun.) Bu tartışmanın tek yararı da, senin, laf kalabalığı etmeden, iyi niyetle ve net konuşarak tartışmaya asla yanaşmayacağını, netlik dayattığımda çamura yatıp işi laf kalabalığına vuracağını ve mürekkep balığı gibi sisleme yaparak kaçacağını, ortaya koymuş olmasıdır. (Evet, taleplerime net bir cevap vermek yerine çamura yatıp demagoji yapmak, tartışmadan "kaçmaktır".) Ben senin "adabıyla" tartışmaya asla yanaşmayacağını, bunun tabiatına (yaratılışına, doğana) aykırı olduğunu zaten biliyor ve söylüyordum ama okurlar somut olarak da görsün istedim.

Bu sayfanın başlığı altındaki esas yazımın son satırlarında demiştim ki:

Eğer hakareti hak etmeyen, adam gibi, yalansız ve çarpıtmasız bir yaklaşımla, Özdemir Nutku iftirasından başlayarak özür dilersen, buradan konuşuruz. Özür dilemeye gerek duymuyor ve yalnızca tartışmak istiyorsan, o da olur. Benim "LİNÇÇİ GERİ ZEKÂLILAR İÇİN ALFABE DÜZEYİNDE ÖZDEMİR NUTKU SKANDALI REHBERİ" başlıklı yazımda yer alan hususları, tek tek alıntılayıp, tek tek cevaplamakla işe başlayabilirsin. Bakalım benim yanıldığım bir nokta var mıymış. Ben o yazıları o netlikte yazmak için zamanında çok mesai harcadım. Ama sen, bunlarla uğraşamam, bu yorgunluğa katlanamam, diyorsan, kestirmeden özür dilersin. Ya da laf salatasına devam edersin.

Sen, netliğe yanaşmaksızın, alıştığın ve bildiğin, "tabiatına uygun" tek yöntemi "mecburen" seçtin: Laf salatasını... Ben bu yöntemle tartışmayı da senden iyi beceririm ama "oyuna" harcayacak vaktim yok. Seninle geyik yapamam. O yüzden, sana yönelik eleştirilerimi, yine eskisi gibi, ciddi belgeler ve ciddi kanıtlarla ve mümkün olduğunca seni muhatap almadan, (senin sisleme, saptırma ve çarpıtma çabalarına vakit harcamadan) başka başlıklarda sürdürmeye devam edeceğim.

Sen de laf salatasına gömerek örtbas etmek için, konuları sislemeye, saptırmaya, çarpıtmaya ve bunlarla okurları yanıltıp sana mesai harcamam için beni kışkırtmaya, "sıfır sansür" ilkesinin garantisine sahip bu özgür sayfalarımda istediğin kadar devam edebilirsin.

***

Coşkun Büktel: İKİ KERE İKİNİN DÖRT OLDUĞUNU NET BİR "EVET" DİYEREK KABUL ETMEYE YANAŞMAYAN BİR KİMSEYLE TARTIŞMAYA DEVAM EDİP ONA SEKİZ KERE SEKİZİN ALTMIŞ DÖRT OLDUĞUNU KABUL ETTİRMEYİ UMMAK, SALAKLIK OLUR.

***

Mustafa Demirkanlı: Büktel, gerçekten yakışmadı. Soru sordun, yanıt verdim. O andan itibaren sürekli yokuşa sürdün, sonunda kararını verdin, bu adamla tartışılmaz, dedin. Sen tartışma istemiyorsun ki. Sen, "Önce, benim söylediklerim kabul et, sonra tartışalım" diyorsun. Başından beri gerekçe yaratan, laf salatası yapan olmana rağmen, bunu da bana yıkarak sıyrılmak istiyorsun. Ne dediysen "peki" dedim, hakaretamiz konuşmalarına bile bu yazışma dizisinde ses etmeyeceğim, dedim, yeter ki tartışalım, diye. İlk kez umutlanmış, tartışabileceğimizi sanmıştım, senin bahanelerin de benim yanıtlarımda duruyor, okuyan bir iki kişi varsa, kendi kararlarını versinler. İki kere iki dört mü eder yoksa senin hesabınla beş mi edere karar versinler.

6 soru sordun, 6 yanıt verdim, yukarıda duruyor, vereceğin bir yanıtın varsa başka bahanelere sığınmadan başla, yanıtlamak istemiyorsan/yanıtlayamıyorsan da hiç kafa karıştırmaya kalkma, bu kadar yazışmaya bile gerek yoktu, yanıt verebilsen 1) der başlardın. Bir de netlikten, hakikatten bahsediyorsun ki bu tavrınla hiç ama hiç örtüşmüyor.

***

Coşkun Büktel: BU ARADA, BU SAYFAYA DA KAYDEDELİM: HAKAN URCU VE LEVENT ÇAĞLAYAN'A BU SAYFADA GAZ VERMİŞ OLAN "KEMALİN ASKERİ" TAKMA ADLI SAPIK (Çağlayan'ın ifadesiyle: "Kemalim'in Askeri!) DEFALARCA ÖNGÖREREK BELİRTTİĞİM ÜZERE, TIPKI DİĞER TAKMA ADLI SAPIKLAR GİBİ, BU SAYFADAKİ VE TÜM SAYFALARIMDAKİ YORUMLARINI SİLEREK "TÜYDÜ"...

***

Mustafa Demirkanlı: Büktel, gerekten kötü ruhlu bir inansın. Benimle tartışamadın, çeşitli bahaneler üretip çekildin, tıpkı daha önce yaptığın gibi, sen sadece tek kale maç yapar, sadece İFTİRA atarsın, karar senin, istediğini yaparsın ama tartışmadan kaçma ruh hali, suçluluk duygusu ile yine bana İFTİRA atıyorsun. Kendi adım dışında ne burada, ne senin mailine ne de bir başka yerde sana ya da bir başkasına -tek istisnası, 25 yıl önce CKK'de çıkarttığımız bülten de hep aynı isim olmasın diye ayrıca kullandığım mahlas isim dışında- mahlas kullandıysam, herhangi birini yönlendirdiysem dünyanın en şerefsiz insanıyım, bilmeden, sadece uydurarak bana İFTİRA atan ve suçlamasını kanıtlamayanların tamamı da KORKAK, İFTİRACI, AHLAKSIZ, REZİL, PESPAYE, İNSANLIK DIŞI YARATIKTIR. Attığın İFTİRAYI ispatlamazsan, ispatı ve sanıkların bulunması için savcılığa başvuruda bulunmazsan -savcıya verdiğim savunmada talep ettim deme-, doğrudan kendin savcılığa şikayette bulunman gerek, bu girişimde bulunmaz ve bana İFTİRA ATMAYA devam edersen, sen de bu tanımların içindesin. Ne biçim insanmışsın sen bee... Yanıt veremedin kaçtın ve anında İFTİRAYA başladın...

***

Mustafa Demirkanlı: Büktel, seni ve Bulunmaz'ı www. tiyatrodergisi.com.tr de haber dışında anmayacağımı, yer vermeyeceğimi söylemiştim, bunu, bu son yaptıklarından sonra şimdilik geri alıyorum, şu son yazışmaları ve senin tavrını sadece buradan takip eden 3-5 kişinin dışında binlerce kişinin de bilme hakkı var, onlar da seni daha yakından tanısın, hâlâ tanımayan kaldıysa tabi. Gelecek yorumları ve görüşleri de sayfaya ekleyeceğim, siz de görüşlerinizi aktarabilirsiniz, tek şartım var; küfür ve hakaret olmamalı, fikrinizi -varsa tabii- aktarabilirsiniz. Adres: tiyatrodergisi@gmail.com Senin sayfana da yazdığım son yorumum. Sahte isimli şahısların bulunması için, -kendinden ve yakın arkadaşlarından bir kuşkun olmadığına göre- eminim ki savcılığa suç duyurusunda bulunuyorsundur. Bulunmuyorsan da zaten sanıklar belli demektir. 2 kere 2, 4'mü, yoksa senin için 5'mi? Göreceğiz... İFTİRA atmak dışında da hayatın olduğunu öğrenme yaşını geçtin ama umut kesilmez...

***

Yukarıda da değindim, Büktel ya da yakın arkadaşlarından gelecek mailler buraya eklenecek, küfürsüz olma şartımı da bu yazışma dizisinde göz ardı edeceğim, sadece küfürlü sözcüklerin üzeri bantla kapatılacak, sanırım bu kadarını da çok görmezler, "küfür" ve "hakaretleri" bu sayfalarda yer alamaz.

Bir Kaçışın Anatomisi ya da Büktel Fenomeni'nin Dramı...

Facebook Yazışmaları-1


Haber Giriş Tarihi: 10 Eylül 2011