Neredeyse hemen hemen her yıl Devlet Tiyatroları'nda bir yada birkaç oyunu oynanan familyagillerden (Haldun Taner, Orhan Asena, Recep Bilginer, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, Turgut Özakman, Yaşar Kemal) biri olan Refik Erduran, kendisine ün kazandıran "Nâzım Hikmet'i yurtdışına kaçıran adam!" ikonu olmanın ötesine gidebilecek en küçük bir yeteneği bile olmamasına karşın, Amerikan Kız Koleji mezunu Şirin Devrim "ablası" gibi, kendisi de bir "başka" Amerikan Koleji; Robert'ta (şimdiki Boğaziçi Üniversitesi) okumanın verdiği rahatlıkla, Devlet Tiyatroları'ndaki egemenliğini sürdürdü, sürdürüyor, sürdürecek!
Refik Erduran, hemen hiçbir konuda derinlemesine bilgi sahibi olmamasına karşın, "kalemi iyi lâf yapan adam" görüntüsüyle, vasat bir yazar olmasını kolaylıkla gizleyebiliyor. Toplumsal duyarlılığa zerre kadar bile sahip olmamasına karşın, "Nâzım Hikmet'i yurtdışına kaçıran adam mirası!"nı tepe tepe kullanan Refik Erduran, aşağıdaki yazısında da bu düzeysizliğini kanıtlıyor...
Sınıflar çatışkısını, cinsel çelişkileri, egemen kültürün emekçiler üzerindeki rıza yönetimini ayrımsayabilme duyarlılığına sahip olmayan Refik Erduran, sırtını Devlet Tiyatroları'na yaslama becerisi gösteremeseydi, şimdiye dek değil oyun yazmak, yolda yürümeye bile zorlanabilirdi.
Ne var ki...
Bizim ülkemiz çok garip bir ülke ve göbeğinden Amerikan Emperyalizmi'ne bağlı ve bağımlı olduğu için, nerede bir Amerikan Koleji, Robert Koleji, Boğaziçi Üniversitesi mezunu varsa, tüm yeteneksizliklerine karşın, bu düzeysiz adamları suyun başına yerleştiriveriyor!!!
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
Gerçekçi öğüt
Refik Erduran
r.erduran@superonline.com.tr
11 Eylül 2011
İltifat amaçlı her yaklaşım olumlu karşılanmaz.
Sayısına oranla içinden en çok dâhi çıkarmış kavim Yahudilerdir. Einstein da, Freud da, Marx da Yahudidir. Ama bir Yahudi dostunuz ya da sevgilinizle konuşurken bu gerçeğe değinirseniz tepkisi ne olur, bilir misiniz?
Belli etmemeye çalışsa bile, kızar. "Bizi ayrı görüyor" diye bozulur. Yani bir tür ırkçılık sayar.
Aynı durum kadın- erkek ilişkilerinde de geçerlidir. Akıllı çapkın güzel bir kadını pohpohlamak isterse zekâsından, giyim stilinden, çocuğunun ya da köpeğinin şirinliğinden söz eder. "Ah ne güzelsin" demez. Öyle derse, o tür laflara karnı tok olan kadın "Bu avanak bende başka özellik göremiyor, aklı fikri bir an önce fiziğimden yararlanmakta" diye düşünebilir.
Her yılın 8 Mart gününü serenatlarla kutlayan erkek korosunu dinlerken gerçekten zekâ sahibi kadınların tepkisini merak ederim. Övgülerin yanaktan makas alma gibi ince bir küçümseme de içerebileceği acaba akıllarından geçer mi hiç?
Erkekler Günü yokken Kadınlar Günü'nün kutlanmasını "korunma" ihtiyacına bağlamayı kendilerine yedirirler mi? Erkek ya da kadın bütün güçsüzlerin korunacağı bir dünya için çalışmanın en doğru yol olduğu tezine katılmazlar mı?
***
Çünkü efendim, çoğu erkeği maganda, çoğu kadını melek görmek de cinsiyetçilik sapkınlığıdır. Üstelik kadın gaddarlığı yumuşak bir görüntüyle perdelenince daha tehlikeli olabiliyor.
Bakın, Fransa'da ırkçılık önderliği babadan kızına geçince partinin oyları arttı, iktidar ortağı olma şansı belirdi; özgürlük beşiği sayılan ülkenin zıvanadan çıkarak usul usul Hitler çizgisine yaklaşması hızlandı. Bir zamanların cici perisi Brigitte Bardot da hayvanseverlik propagandası yaparken kendininkinden farklı dinden olan insanları hayvan yerine koyuyor.
Kadınlar Günü'nde dile getirilen tezlerin çoğu tartışılamayacak kadar doğru elbette. Erkeklerin kas gücüyle onlara karşı şiddet kullanmasına hayvanlık bile diyemem; çünkü erkek köpek dişi köpeği ısırmaz. Ama aklıma takılan başka bir şey var.
Namus cinayeti denen korkunç ilkelliklere karar verilirken aile meclislerinde anneler, anneanneler, kız kardeşler, teyzeler, halalar bulunabiliyor. Nasıl katılırlar o kanlı pisliğe?
Standart yanıtı biliyorum: "Erkekler tarafından şartlanmış ve baskılanmış oluyorlar." Doğru da, o erkekleri büyütürken şartlandıranların en etkilisi anne değil mi?
Çözemediğim başka bir bilmece de var. Kadınları döven erkekler onların yabancısı değil genellikle. Çoğu kocası ya da sevgilisi. İlişki kadının rızası olmadan, aile baskısıyla kurulmuşsa diyeceğim yok. Ama adamı kendi seçmişse? Niçin, nasıl seçiyor? Hiç mi fark etmiyor canavarın teki olduğunu?
Dünya karışık. Sokaklardan başka hiçbir şey tek yönlü değil.
***
Şirin Devrim öldü. Aynı okula gitmiştik. Benden iki sınıf büyüktü ama paylaştığımız tiyatro merakı nedeniyle yollarımız kesişirdi boyuna.
Her bireyinden ayrı yetenek fışkıran çok ilginç bir ailenin ürünüydü. Kendi de cin gibi, rengârenk kişilikli, deli dolu bir kızdı. Büyüyünce acayip yetenekli, deli dolu bir kadın oldu.
Başkalarının sırları açıklanmaz. Ama Şirin'in sırrı yoktu. Her şeyini, gerçekten her şeyini herkese açıklardı rahatça. Onun için, boşboğazlık değil şimdi yazacağım.
Bir gün bana aşklarını anlatırken görüntüsünü felaket bulduğum birinin adını verdi.
Düşünmeden "Hay senin zevkine!" diye bağırdım. "Çok itici..."
Tatlı tatlı gülümseyerek "Sen nasıl yazarsın?" dedi. "İnsan ruhunu anlamaya çalış. İtici şeyler de çekici olabilir."
O sözünü hiç unutmadım çok yönlü dostumun. Toplumlardaki kimi bağlantı ve tutkuları anlamaya çalışırken kafamda anahtar oldu.
(Kaynak: habervaktim.com)