Türkiye’de Oyunculuk Eğitimi
Mehmet Zeki Giritli
Türkiye’de tiyatro eğitimini irdelemeden önce, genel olarak oyunculuk eğitiminin artıları ve eksileri üzerinde durmanın daha yararlı olacağı düşüncesindeyim. İyi oyunculuk için eğitimin bir ön şart olup olmadığı uzun zamandır tartışılagelmiş bir konu. Gözlemlediğim kadarıyla da tiyatroyla ve oyunculukla doğrudan ilgili olmayan kişiler tarafından oyunculuk eğitiminin pek de gerekli olmadığı, oyunculuğun eğitimden ziyade yetenekle ve fırsat bulmakla alakalı bir durum olduğu kanaati benimsenmiş. Buna dayanak olarak da Türk sinemasında olsun, Türk tiyatrosunda olsun formal bir eğitim almadan çok başarılı olmuş isimler ve hatta ülkenin en iyi oyuncuları olarak lanse edilen isimler örnek olarak gösteriliyor. Bunun karşısında ise, konservatuar mezunu olup dikiş tutturamayan çok büyük bir oyuncu adayı kitlesinin mevcut olduğu belirtiliyor. Oyunculuk eğitiminin olmazsa olmaz bir gereksinim olduğunu savunanlar ise genellikle bu işin içinde olan insanlar.
Şahsi kanaatim şudur ki, tiyatronun gelişimini, oyunculuğun tarihini, oynadığı oyunun türünü ve gereksinimlerini bilmeden oynayan bir oyuncu, Allah vergisi yeteneğiyle çok iyi bir oyunculuk sergileyebilse bile, neyi niye yaptığını bilmeyeceğinden, sergilemiş olduğu oyunculuk belli temellere dayanmayacak ve bir başka prodüksiyonda kişiyi yarı yolda bırakabilecektir. Bu nedenle, iyi bir oyuncu adayının en azından çok iyi bir tiyatro tarihi bilgisine vakıf olması gerektiği kanaatindeyim. Bunun da yolu bu alanda eğitim görmekten geçiyor. Fakat ülkemizdeki tiyatro ve oyunculuk eğitiminin ne derece başarılı olduğu konusunda ciddi şüphelerim var.
Her şeyden evvel, ülkemizde konservatuarlar kendilerini tanıtma, ülkenin ücra köşelerindeki yeteneklere de ulaşmaya yönelik en ufak bir çaba sergilememektedir ve bunun sonucunda da konservatuara gitme şansını elde etmiş oyuncu adayları, büyük çoğunlukla, büyük şehirlerde yaşama fırsatına sahip olmuş, nispeten bilinçli ailelere sahip küçük bir gruptan ibaret olmaktadır. Kendi hayatımdan örnek verecek olursam, Ankara’nın merkez ilçelerinden bir tanesinde büyümüş olmama rağmen, bundan 6-7 sene evvel sokaktan geçen insana “konservatuar nedir? Oyuncu olmak isteyenler ne yapmalı?” diye sorduğunuzda hiçbir cevap alamazdınız. Şu anda da durumda pek bir değişiklik olduğunu sanmıyorum. O yüzden, o dönemde oyunculuğa ciddi anlamda kafa yoran pek çok genç insan, kendilerini yönlendiren hiç kimse olmadığı için, istemedikleri bölümlerde eğitim görmek zorunda kaldılar. Küçük yerlerde yaşayan kişilere bu kadar uzakta olan konservatuarlar, bir de üzerine, yaş sınırı denilen, bana göre dünyanın en saçma kurallarından birini uygulamaktan beis duymuyorlar. Bu şekilde, yukarıda belirttiğim nedenlerden 18 yaşında konservatuara gitme şansı olmamış insanlar, üniversiteden mezun olduktan sonra, bir kez daha şanslarını denemek istediklerinde, yaş sınırı engeliyle karşılaşıyorlar ve devlet konservatuarlarına başvuramıyorlar. Yani, devlet konservatuarı hocalarına göre insan 23 yaşına gelmişse ondan oyuncu falan olmaz. Oyuncu olmalarını bırakın, oyunculuk eğitimi bile almaya hakları olmamalıdır. Bu anlamda, konservatuarlar, sadece kendi küçük çevrelerine hitap edebilen sözde sanatsal eğitim kurumlarından başka bir şey olamamakta.
Diğer taraftan her gün yenileri açılan oyunculuk kurslarından da bahsetmek gerekiyor. Konservatuar fırsatını kaçırmış olan kişiler için ikinci bir fırsat, bir umut kapısı gibi görülüyorlar ilk bakışta. Fakat içlerine girdiğinizde, çoğunun ticarethaneden farkı olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyorsunuz. Mesela ilk görüşmede size şöyle söyleniyor: “Kurumumuzda çok iyi bir eğitim alacaksınız ama size bir yerde oynamanız için fırsat tanıyamayız.” Türkçesi şu aslında “buraya gelip zaman geçireceksiniz, arkadaş edineceksiniz, biz de para kazanacağız, ama bu yaştan sonra oyunculuk yapmayı falan ummayın”. Konservatuardan kazık yemiş olan oyuncu adayları, ikinci kazıklarını da özel kurslardan yemiş oluyorlar. Böyle olmayan kurs yok mu diyeceksiniz. Tabii ki var. Bu alanda, Şahika Tekand’ın ülkede bir çığır açtığını rahatlıkla söyleyebilirim. Tekand, insanların yaşlarına, deneyimlerine bakmadan, sadece oyunculuk istekleriyle bir yerlere gelinebileceğini gösteren ender örneklerden. Yetiştirdiği öğrencilerin çoğunluğu, çok önemli projelerde yer alabiliyor ve kendi kurumunun çatısı altında da öğrencilerine oyunculuk yapma fırsatı tanıyor. Bu anlamda, Türk tiyatrosu için çok önemli bir işin altına imzasını atıyor ve devlet konservatuarlarının köhnemiş yapısı ve anlayışına da tek başına meydan okuyor.
Benim de mezunu olduğum ve Yıldız Kenter ve ekibi tarafından eğitim verilen Akademi Kenter (2009 senesinde ne yazık ki kapatıldı) de iyi niyetli kurumlara verebileceğim ikinci örneğim. Fakat şöyle bir gerçek var ki Akademi Kenter de, mezun olan öğrencilerine pek bir oyunculuk imkanı tanıyamayan bir kurumdu. Bunun yanında genel olarak hocaların şöyle bir düşüncesiyle karşı karşıyaydık “oyunculuk yapmasanız bile iyi bir izleyici olacaksınız bu eğitimin sonunda”. Şimdi burada gözden kaçırılmaması gereken bir gerçek var. Hiç kimsenin iyi bir seyirci olmak için oyunculuk eğitimi aldığına inanmıyorum o yüzden bu görüşün de altında yatan şeyin, “aslında artık oyuncu olmanız zor, ama siz yine de eğitim alın” demek olduğunu düşünüyorum ki bu da Akademi Kenter yaklaşımının en büyük eksisiydi. Eğitim yılımızın sonuna doğru da ne yazık ki kurum, yetişkinlere oyunculuk eğitimi veren bir kurumdan ziyade, konservatuara girmek isteyen lise öğrencilerine hazırlık kursu haline gelmişti. Oysa devamı gelseydi, çok iyi oyuncular yetiştirebilecek bir kurum haline gelebilirdi.
Özetle, Türkiye’de oyunculuk ne yazık ki yıllardır belli bir kesimin hegemonyası altında tutuldu ve de tutulmaya devam ediyor. Bu yüzden de, genel olarak “oyunculuk” mesleğini iyi bir şekilde icra edebilmek için eğitimin şart olduğunu vurgulamak gerekiyorsa da, Türkiye’de oyunculuğun eğitimden ziyade geniş bir çevre yapmak ve bağlantılar kurmakla alakalı olduğunun da altını çizmek gerekiyor.
(Kaynak: Mimesis)