2 Ağustos 2011 Salı

"Ellerinde içkileriyle, alanları açık hava barına dönüştüren sessiz kalabalığı"n sesi olurken alnındaki LİNÇ lekesini unutan Orhan Aydın yazı yazdı(?)

Oyun'un notu: LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Ahmet Ertuğrul Timur'un (nâm-ı diğer 3. Abdülhamid) kurduğu, LİNÇÇİ Orhan Aydın'ın yönettiği tiyatrohaber.net sitesinden alıp, olduğu gibi aşağıya aktardığımız yazıdaki LİNÇÇİ Orhan Aydın'ın bu sıfatını biz eklemekle birlikte, LİNÇÇİ Orhan Aydın'ın adını daha anlaşılır kılmak için, üzerini "maymungötürengi" ile biz belirgin hâle getirdik.

Ayrıca, yazıdaki bazı ilginç yerleri, "maymungötürengi" ile biz "boyadık"...


***


yalnızlığın hüznü

(...)

bilir misin
neden acı çekiyorum ben
etimden et koparıyorlar
beni her gün yeniden vuruyorlar
sanılmasın uzağım halkıma
bilirim halk yaşamaz beyoğlunda
benim yaşadığımı mı sanırsın
topluma döndüğüm için yüzümü
tek başıma yürürüm

(...)

hilmi bulunmaz
1999

(Kaynak: vimeo.com)


***


bira içen ruslar

(...)

gün yirmi dört saat bira içer ruslar
rusların çoğu bira içer moskova yollarında
faşizme kan kusturan yollarda bira içer ruslar
koca bir makineyi durduran
ve acımasız bir öç alan ruslar bira içer

(...)

hilmi bulunmaz
24 mayıs 2006



***


Dağılıp yıkılan "sosyalist ülkeler", siyasal ve ideolojik yanlışlar sonucu tarihin derin sularına gömülmüş olsalar da, bu ülkelere yaptığım gezilerde, bu sonucun oluşumuna en büyük "desteğin" alkolizm olduğunu çok net bir biçimde gördüm!

Özellikle Gürcüstan, Romanya, Rusya ve Ukrayna'ya yaptığım geziler sonucu, aşırı içki içmenin kitleleri uyuşturduğunu ve hattâ kitap okuma oranını bile düşürdüğünü gözlemledim. Rusya'nın o müthiş metrosunda, ellerinde bira ve votka şişeleri bulunan erkeklerin sayısı o denli yoğunlaşmaya başladı ki, bu ülkeye yaptığım her gezide, metrodaki bira ve votka şişelerinin rahatsız edici görüntüsü hızla, hem de şimşek hızıyla beni yoğun bir düşünce girdabına itmeye başladı. Neyse ki, hemen hemen bütün dünyada olduğu gibi, kadınlar, entelektüel inadı elden bırakmayıp, metroların en kalabalık olduğu saatlerde bile, üstüne üstlük ayakta seyahat etmelerine karşın, kitap okuma alışkanlığına devam ediyorlar hâlâ.

Beyoğlu İlçesi'nde uzun, çok uzun yıllar tiyatro "işletmeme" karşın, bu ilçedeki yaşantının buram buram alkol koktuğunu ve insanların büyük bir telaşla alkolizm bataklığına sürüklendiğini gözlemlemem, bende, müthiş derecede sıkıntı oluşturmuştu. Bugün, çok seyrek olarak Beyoğlu'na çıkmak zorunda kaldığımda da, hâlâ aynı iğrenç görüntüyle karşılaşmak beni çok üzüyor.

Ben, kapitalist demokrasi için inşa edilmiş bulunan parlamenter sistemi içselleştiremediğim için, istisnalar dışında, hemen hemen hiçbir zaman için oy kullanmadım. Benim için, Adalet ve Kalkınma Partisi neyse, Türkiye Komünist Partisi de aynıdır. Çünkü, her iki parti de, aynı anlayışla parlamento yollarını arşınlamak için mücadele ediyorlar:

Kapitalist demokrasiyi ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek!

Türkiye Komünist Partisi milletvekili adayı LİNÇÇİ Orhan Aydın'la Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın, bana göre, hiçbir, ama hiçbir farkı yok. Bunların her ikisi de, ellerindeki erki kullanarak, emekçilerin alın teriyle oluşan artı-değerden yararlanma kurnazlığı içerisindeler.

Bu ülkede yada dünyanın herhangi bir yerinde komünist bir mücadele verilecekse, özellikle "dağılan sosyalizm" durumunu göz önünde bulundurarak, öncelikle alkolizme karşı çıkmak gerekir. Her ne kadar yeşil renkli düşler için uygulanmış olsa bile, Beyoğlu Belediyesi'nin alkolizme karşı verdiği "mücadele" anlayışını (bize "gericilerle kol kola girmiş kişi" muamelesi yapan alçakların varlığını bilmemize karşın) destekliyoruz!

LİNÇÇİ Orhan Aydın'ın yazısını, şu sözleri aklınızdan çıkarmadan okuyunuz:

"Ellerinde içkileriyle, alanları açık hava barına dönüştüren sessiz kalabalığı görmezden gelmek de bir hüner olsa gerek."

Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz


***


Osmanlı zaptiyeleri


LİNÇÇİ Orhan Aydın


Beyoğlu, iki haftadır baskın üstüne baskın yiyor.

Kahvelerin, lokantaların önünde işgaliyeleri ödenmiş masa-sandalyelere karşı, adeta savaş açılmış durumda.

Sokaklar polis destekli zabıtalar tarafından işgal ediliyor ve gerekçe gösterilmeden mekânların önünde ne varsa toparlanıp, kamyonetlere yüklenip bir bilinmeze götürülüyor.

Ortada ne mahkeme kararı, ne de belediye meclisinin aldığı bir karar var.

Peki, sebep ne?

Mal sahiplerini ve o masa sandalyelerden yararlanan insanları hiçe saymak kimin aklı?

Esnaf emniyet müdürlüğüne gidiyor, “yetki bizde değil belediyede, bizden istenen görevi yapıyoruz” yanıtını alıyor.

Beyoğlu Eğlence Yerleri Derneği, belediyenin önünde binlerce insanla basın açıklaması yapıyor, muhatap yok.

Belediye Başkanı A. Misbah Demircan yazılı açıklamasında kem-küm edip, “yeni bir düzenleme yapılacak” diyerek, olayı geçiştiriyor.

Nedir kardeşim bu ‘yeni düzenleme’ dediğiniz şey, yurttaşlardan çatır-çatır işgaliye paralarını almışsınız, uygulama kaç yıldır sürüyor, durduk yerde ne oldu?

Gerçek gizleniyor.

“Recep Tayyip Erdoğan, Tünel’deki Mevlevihane’yi ziyaret ettiğinde, biralarını yudumlayan insanları görünce,‘kaldırın şu masaları’ emrini vermiş”

Ferman Padişah’ın olunca yasa, kural filan hak getire!

Belediye de salıvermiş Osmanlı zaptiyelerini sokaklara.

Olay yazılı basında irili-ufaklı haber oluyor, televizyonlar ise meseleyi geçiştiriyor.

İnsanlar paylaşım siteleri aracılığıyla veryansın ediyor.

Geçtiğimiz Cumartesi gecesi, Tünel Meydanı ve Mis Sokak tepkilerini gösteren binlerce insanla doluydu.

Ellerinde içkileriyle, alanları açık hava barına dönüştüren sessiz kalabalığı görmezden gelmek de bir hüner olsa gerek.

Süreç işliyor.

Zaptiyeler, kılıç-kalkan ekibi gibi her gün bir sokağa dalıyorlar.

Asmalımescit ve Nevizade tüm özelliğini yitirmiş durumda.

Uygulamaya itiraz eden yurttaşlar tartaklanıyor; mal sahipleri ‘kapatma’ cezalarıyla tehdit ediliyor.

Yaşananlar hiçbir yetkilinin umurunda değil.

Bu kentin valisi, emniyet müdürü ne işle meşguller acaba?

Ya yargıç beyler. Onlar da yurttaşın haklarının açıktan gasp edilmesine seyirci mi kalacaklar?

Evet, öyle olacak.

Yeni bir ferman yayınlanana kadar, zaptiyeler işlerini sürdürecekler.

“Atatürk Kültür Merkezi yıkılamaz!” diyen sanatçılar ortaya çıkarken yalnızdılar. Yanlarında İstiklal Caddesini dolduran kalabalıklardan kimsecikler yoktu. Hatta o yapının içinde etkinlikleri izleyen seyirciler bile korkularına yenik düşmüşlerdi.

“Emek Sineması yıkılamaz!” diyenler de yalnızlaştırıldılar.

Bin kişiyle yapılan eylemlerin sonuncusunda, yüz kişilik onurlu bir grup ortada kalakaldı.

Beyoğlu Belediye Başkanı, her iki konuda da emirlere boyun kırarak, nasıl ‘makbul bir başkan’ olduğunu dünya âleme kanıtladı.

Yetmiyormuş gibi, “Beyoğlu bir dünya sahnesidir” açıklamasını yapabiliyor.

Sormazlar mı adama, ‘ilçenizde kaç tiyatro-sinema-konser salonu, kaç opera-bale-sergi mekânı var, kaç müze barındırıyorsunuz, hangi kültürel mirasa sahip çıktınız, yıkmanın dışında ön ayak olup hayata kattığınız kaç kültürel değer var?’ diye.

Beyoğlu’nda yaşamlarını sürdüren sanat alanları-sanatçılar ve onların sorunlarıyla bir kez bile olsun yüzleşmek istemeyen kim acaba?

İstiklal Caddesi kaldırımlarını kaç kez adımladınız? Sizin de ayaklarınızın taş aralarına sıkıştığı oldu mu?

Hele yağmurlu havalarda, üstümüze sıçrayan çamurların sorumlusu kim?

Kaldırım taşı üreten bir yandaşınız yok mu? İhaleye filan gerek yok, işi verin söksün yapsın, olmadı Çin’den getirtsin!

Ya çöpler?

Beyoğlu semtinin görünen yüzünün dışında, sokaklarda, mahallelerde günün her saatinde çöp dağları oluşmuyor mu?

Bu pisliğin ve mikrop yuvalarının sorumlusu da çok çöp üreten Beyoğlu halkı olabilir mi?

Ranta açtığınız Tarlabaşı’nda insanların yaşam alanlarını terk etmeleri için tehdit edenler, zor kullanarak insanları kentin en ücra köşelerine sürenler kimler?

Mutlak itirazınız vardır ve mutlak Tarlabaşı’nda olup-biteni bir raporla açıklayan UNESCO külliyen yalancıdır!

Peki, sevgili okur şimdi ne olacak dersiniz?

“Masa-sandalye savaşı” denen Beyoğlu işgaline karşı eylemler sürecek ve sonunda bu baskıcı Osmanlı kafası çöpe mi atılacak, yoksa daha önceleri onlarca örneğini yaşadığımız gibi, yine teslim bayrağı mı çekilecek?

Birlikte göreceğiz.

Ama eğer yine teslim olunur ve yaşam alanlarımız bu kara akla esir düşürülürse; “kafasına kuş pisleyince piyango bileti almaya koşan, ağzına pisleyene de oy veren bir halk” olmaktan kurtulamayacağımız bir kez daha kanıtlanmış olacaktır.

oaydinoaydin@gmail.com