3 Ağustos 2011 Çarşamba

TUTKAL romanı yazarı Oğuzcan Önver, roman piyasasını izliyor!

Elif Şafak'ın İskender'i çalıntı mı?


Elif Şafak'ın yeni romanı biraz fazla "tanıdık"

Elif Şafak’ın çok beklenen yeni romanı “İskender” yoğun talep üzerine, planlanan tarihten önce raflardaki yerini aldı. Biz de nihayet kendisi gelmeden halkla ilişkiler kampanyası gelen bu kitabı okuma fırsatı bulduk.

Şafak’ın son dönem romanları düşünüldüğünde “İskender”de ne dil ne de içerik açısından çok yeni bir şey var denilebilir. Zişan üzerinden küçük bir Sufilik göndermesi, bolca göçmenlik/ait olma/ait olamama/kimliği sorgulama dramı.

Hatta bölümlerin başlıklarındaki “Ö”, “Ş” gibi Türkçe karakterlerin farklı fontla yazılması (hani Photoshop’ta bazen bazı fontlar Türkçe karakterleri kabul etmez ya, aynı öyle) akıllara “Araf”ın erkek kahramanı ÖMER ÖZSİPAHİOĞLU’nun adının ABD’deki yıllarında OMER OZSIPAHIOGLU şeklinde yazılması üzerinden yaşadığı “Ben buraya ait değilim” krizini hatırlatıyor.

İNGİLTERE'DEKİ GÖÇMENLERİN HİKAYELERİ BİRBİRİNE NE KADAR BENZER?

Ancak “İskender”i üzerinde kalem oynatmaya değer kılan asıl şey bu değil. Mesele şu ki Şafak bu kitabında çok tanınmış bir başka romandan esinlenmiş gibi geliyor bana. Hatta belki de intihal tartışmalarına yol açacak kadar esinlenmiş olabilir.

İngiliz yazar Zadie Smith’in, ülkesinde yayımlandığı 2000 yılında The Guardian Çıkış Romanı Ödülü’nden Orange Ödülü’ne kadar birçok yarışmadan başarıyla ayrılan, Türkiye’de de “İnci Gibi Dişler” başlığıyla 2001’de piyasaya çıkan kitabı “White Teeth”ten bahsediyorum.

Elbette İngiltere’ye göçen ve Brick Lane ya da Lavender Street gibi yerlerde yaşayan Müslümanların deneyimlerinde benzerlikler olmasından daha doğal bir şey yok ancak Smith’in romanındaki Jones, Bowden ve İkbal aileleri birbirine karışıp Şafak’ın Toprak ailesini oluşturmuş sanki.

Öncelikle Şafak’ın karakterlerinin üç kuşak geriye gidişi, Smith’in “diş kökleri” metaforunu fena halde hatırlatmakta.

Dahası birbirine tıpatıp benzeyen, çektikleri acılar bile eş zamanlı olan ikizler de her iki romanın da kalbinde bulunan öğelerden. Nasıl ki Smith’in Macit’le Millat’ı dünyanın iki farklı ucunda aynı anda ölüm tehlikeleri atlatıyorlarsa, Şafak’ın da Pembe’si kuduz iğnesi olurken Cemile’sinin canı yanıyor.

IRIE'DEN ESMA'YA MILLAT'TAN İSKENDER'E

Karakterler arasındaki benzerlikler de muazzam. Örneğin Şafak’ın Esma’sı, boyundan büyük aklı, uzun dili, gözü pekliği ve ataerkil ailenin çapına büyük gelen entelektüel, feminist kızı halleriyle Smith’in Irie’sine çok benziyor.

Hem Irie hem de Esma kitapların ilgili yerlerinde bol pantolonları ve renkli üstleriyle benzer şekilde tasvir ediliyor. Esma’nın bedenine kafayı takıp kendisini banyoya kilitleyerek ayna karşısında kendisini süzdüğü uzun dakikalar da Irie’nin şişmanlığını ve Afro saçlarını kendine dert edindiği zamanlarda aynaya bakıp “Neden daha güzel değilim?” diye düşündüğü saatleri hatırlatıyor. Dahası her şeyin sonunda bütün arbedelerden en sağ salim çıkıp, en düzenli hayatları kuranlar da Irie ve Esma elbette.

İskender ise tam bir Millat. İkisi de doğal birer karizma, arkadaşlarının arasında doğal birer lider, yakışıklılıklarıyla göz dolduran, dikkat çekici tipler olarak tasvir ediliyor.

Hem İskender hem de Millat İngiliz kızlarla takılıyor ama aileleri bu durumu pek hoş karşılamıyor. İkisi de yerli mi, göçmen mi nereli olduğuna bir türlü karar veremiyor. Bangladeş asıllı Millat anadilini ve arkadaşlarının ana dillerinin argo kelimelerini komik bir Cockney aksanlı İngilizceyle birleştirdiği tuhaf bir dil konuşurken, İskender de yetersiz Türkçe kelime dağarcığının yanına, Cockney İngilizcesini katıyor.

Dahası İskender’in Hatip vasıtasıyla dazlaklara karşı savaşan koyu Müslüman sokak çetelerine yaklaşması da Millat’ın Hifan’la tanıştıktan sonra KEVIN’e katılmasıyla neredeyse birebir uyumlu.

BABALAR VE KOMŞULAR

Yan karakterlerin benzerlikleri de muazzam. Örneğin içine doğduğu siyasetten kaçmak için bambaşka bir alan seçip moleküler biyolojiye yönelen naif Nadir, Macit ve en yakın dostu Marcus’un birleşimi gibi görünüyor.

Baba Adem Toprak da mutsuz evliliği ve yanlış gönül maceralarıyla bir hayli Samet İkbal gibi sanki. Toprakların yan evinde yaşayan komün de Clara ve Archie'nin tanıştığı işgal evindeki Petronia, Wan-Si, Clive, Leo ve diğerlerinden oluşan grubun biraz daha punk hali olsa gerek.

PENCERE ÖNÜ HAYALLERİ

Ancak benzerlikler bununla da sınırlı değil. Bodrum katında bulunan ve her yağmur yağdığında su basan evlerinin pencerelerinin önüne oturup geçenlerin ayaklarına bakarak hikaye yazma oyunu var mesela ki hem Irie’nin annesi Clara hem de Esma-İskender-Pembe üçlüsü tarafından keyifle oynanıyor. Neredeyse aynı kelimelerle anlatıyor iki yazar da oyunun oyunculara hissettirdiklerini.

"Bowden’ın oturma odası yolun altında kalıyordu ve pencerelerinde parmaklıklar vardı, bu yüzden bütün görüntüler kısmiydi. Clara genelde ayaklar, tekerlekler, egzoz boruları ve sallanan şemsiyeler görürdü. Böyle anlık görüntüler çok şey anlatırdı: Canlı bir hayal gücü, yıpranmış bir dantelden, yamalı bir çoraptan, yere yakın sallanan ve daha iyi günler görmüş bir çantadan bir sürü duygulu öykü çıkarabilirdi." (İnci Gibi Dişler, s. 30, Everest Yayınları)

"Oturma odasındaki halının üstünde bağdaş kurup oturur, tavana yakın küçük pencerelere bakardı ağzı açık. Dışarıda sağa sola akıp duran çılgın bir bacak trafiği olurdu. İşe giden, alışverişten dönen ya da yürüyüş yapan yayalar.

(…)

"Gelip geçenlerin ayaklarına bakıp onların hayatlarını tahmin etmeye çalışmak en sevdikleri oyunlardandı – üç kişiyle oynanan bir oyun: Esma, İskender ve Pembe. Mesela topuklarını takırdatarak, çevik ve acele adımlarla yürüyen, bilekten düzgünce bağlanmış parlak bir çift stiletto gördüler diyelim. ‘Galiba nişanlısıyla buluşmaya gidiyor’ derdi Pembe, bir hikaye uyduruverirdi. İskender de iyiydi bu oyunda. Yıpranmış, kirli bir çift mokasen görür, başlardı ayakkabıların sahibinin nasıl aylardır işsiz olduğunu, şimdi de köşedeki bankayı soymaya gittiğini anlatmaya." (İskender, s. 135, Doğan Kitap)

Üzerine bir de iki hikayenin de çözülme noktasının neredeyse aynı olması var ki bu kadar da rastlantı olur mu dedirtiyor insana.

Elbette “İskender”in İngilizcesi henüz piyasaya çıkmadığı için metinlerin orijinalleri üzerinden bir karşılaştırma yapamıyoruz. Ancak iki çeviri üzerinden yapılan biraz titizce bir okuma akıllarda çok büyük soru işaretleri yaratıyor.

Umuyorum benim zihnimin bana bir oyunudur bu. Aksi takdirde iyi bir Elif Şafak okuru olarak çok üzülebilirim.

Özgün kaynak: Fikir Mahsulleri Ofisi

(Kaynak: Oğuzcan Önver)