2 Ağustos 2011 Salı

Devrimci şair Oğuzcan Önver'in yürüttüğü "şiir işliği" çalışmalarına tinsel ve imgesel katkıda bulunan Pablo Neruda'nın umutlu dünyasını hemen okuyun!

SAHİP OLDUĞUM HERŞEY HALKIN MÜCADELESİ İÇİN


Ceren Şehirlioğlu
30 Ocak 2010


Dünyanın en güzel aşk şiirlerinden bazıları onun el yazısıyla yazıldı. Pablo Neruda, yürekli bir komünist, tutkulu bir aşık, hayatı ve ülkesini seven bir Şililiydi.

"Hayatımı, şiir ve politika arasında bölünmüş olarak görmüyorum” demişti Pablo Neruda, 30 Eylül 1969 tarihinde Şili Komünist Partisi’nin başkan adayı olarak yaptığı konuşmasında. "Ben ulusal varlığımızın yıllardır çektiği zorlukları ve başına gelen talihsizlikleri bilen bir Şililiyim. Ben bunların yabancısı değilim; bu topraklardan geliyorum, bu halkın bir parçasıyım. İşçi sınıfı bir ailenin çocuğuyum... Hiçbir zaman yönetimdekilerle birlik olmadım; her zaman amacımın Şili halkına eylemlerim ve şiirimle hizmet etmek olduğunu hissettim. Bunu duyurarak ve savunarak yaşadım."

Dört ay süren yoğun seçim kampanyasından sonra Neruda bölünmüş Sol yüzünden adaylığını geri çekti ve Popüler Birlik partisinin adayını desteklemeye başladı. Bu röportaj Isla Negra’da evinde, 1970 yılının ocak ayında, şair istifasını vermeden hemen önce yapılmıştır.

Santiago ve Valparaiso’da başka evleri olmasına karşın Neruda Isla Negra’da adına birçok aşk şiiri yazdığı ilham perisi ‘Patoja’ lakabını taktığı, üçüncü karısı Matilde ile birlikte yaşıyor. Öğleden sonraları, şair günlük öğlen şekerlemesini yaptıktan sonra, denize bakan terastaki taş banka oturduk. Neruda kayıt cihazına bağlı mikrofonu elinde tutarak konuştu sesine arka plan olarak denizinki eklenerek...

Neden isminizi değiştirdiniz ve neden ‘Pablo Neruda’yı seçtiniz?

Hatırlamıyorum. Sadece 13 veya 14 yaşındaydım. Yazmak istememin babamı çok rahatsız ettiğini hatırlıyorum. Tüm iyi niyetiyle yazı yazmamın ailemizi ve kendimi yıkabileceğine, özellikle de beni tamamıyla işe yaramaz bir hayata sürükleyeceğine inanıyordu. Böyle düşünmek için ailevi nedenleri vardı; bu nedenlerse beni hiç ilgilendirmiyordu. İsmimi değiştirmek edindiğim ilk savunma mekanizmalardan birisiydi.

Şili Başkanı olarak seçilirseniz yazmaya devam edecek misiniz?

Benim için yazmak nefes almak gibidir. Nefes almadan yaşayamam, dolayısıyla yazmadan da yaşayamam.

Şili başkanlığı ve sık sık aday gösterildiğiniz Nobel Ödülü arasında bir seçim yapmanız gerekseydi, hangisini seçerdiniz?

Böyle hayali meselelerde karar vermek gibi bir durum söz konusu olamaz.

Ya eğer başkanlığı ve Nobel ödülünüzü şimdi buraya, önünüze koysalardı?

Eğer önüme masaya koysalar kalkıp gider başka masaya otururdum.

Nobel Ödülü’nün Samuel Beckett’e verilmesi adil bir karar mıydı sizce?

Evet, bence öyle. Beckett kısa fakat nefis şeyler yazıyor. Nobel Ödülü kime giderse gitsin edebiyat açısından bir onurdur. Ben ödül doğru insana gitti mi gitmedi mi diye tartışanlardan değilim. Bu ödülün önemi eğer varsa tabii- verildiği yazara saygı kazandırmasıdır. Önemli olan şey budur.

Öne çıkan hatıralarınız hangileridir?

Bilmiyorum. En iz bırakan anılarım muhtemelen İspanya’da büyük şairlerin kardeşliği arasında geçirdiğim günlerdir. Daha sonraları bu arkadaşlık cumhuriyetinin sivil savaş tarafından nasıl yok edildiğine şahit olmak çok korkunçtu. Faşizmin baskısının ürkütücü gerçeğini gösterdi bu. Arkadaşlarım dört bir yana dağıldılar; hatta bazıları hemen orada infaz edildi. Garcia Lorca ve Miguel Hernandez gibi... Diğerleri sürgünde öldü; bazıları hâlâ sürgünde yaşıyor. Hayatımın o dönemi etkinliklerle, yoğun duygularla dolu geçti ve yaşamımın gidişatını tamamen değiştirdi.

Her şeyi hep el yazınızla mı kaleme alırsınız?

Parmağımı kırıp yaklaşık birkaç ay boyunca daktilo kullanamadığı dönemde gençliğimdeki adetlerime geri döndüm ve elle yazmaya başladım. Sonra parmağım iyileşip daktiloya döndüğüm zaman fark ettim ki elle yazdığım şiirler daha duyarlı ve hassas olmuşlar; daha kolay şekle girip değiştirilebiliyorlar. Bir röportajında Robert Graves, kişinin düşünebilmesi için etrafında el yapımı olmayan mümkün olduğunca az şey bulunması gerektiğini söylemişti. Buna şiirin elle yazılması gerektiğini de ekleyebilirdi.

Çalışma saatleriniz neler?

Belirli bir programım yok fakat tercihim sabahları yazmaktır. Yani siz burada benim zamanımı (ve kendi zamanınızı) harcıyor olmasaydınız yazıyor olacaktım.

Küçük burjuva kıskançlıkları

Yaşam tarzınız ve ekonomik koşullarınız yüzünden eleştiriliyorsunuz.

Genel olarak bu tamamıyla bir mit. Belli bir açıdan bakıldığında vatandaşlarının öne çıkmasına veya her hangi bir alanda başarılı olmasına dayanamayan İspanya’dan oldukça kötü bir miras aldık. Kristof Kolomb’u İspanya dönüşünde zincire vurdular örneğin. Bunun kaynağı her zaman başkalarının sahip olduğu ve kendilerinde ‘olmayan’ şeyler üzerinde düşünen kıskanç ‘petite bourgeoisie’dir (küçük burjuvazi). Bana gelince, ben hayatımı insanların yaşamlarının iyileştirilmesine adadım ve evimdeki şeyler kitaplarım- kendi çalışmamın sonucudur. Şu çok tuhaf. Benim aldığım tepki asla doğuştan zengin yazarlara verilmiyor. Tam tersine bu tepkiler bana arkasında elli yıllık bir çalışmayı taşıyan adama yöneliyor. Hep diyorlar: “Bak nasıl yaşıyor. Denize bakan bir evi var. İyi şaraplar içiyor.” Ne saçmalık. Bir kere Şili’de kötü şarap içmek çok zordur çünkü Şili’nin hemen hemen tüm şarapları iyidir. Bu bir açıdan ülkemizin geri kalmışlığını kısaca vasatlığımızı - yansıtan bir durum.

Komünist Parti üyesi olduğunuz için size yöneltilen suçlamalar daha fazla olabilir mi?

Kesinlikle. Birçok defa söylendiği gibi, hiçbir şeyi olmayan bir adamın zincirlerinden başka kaybedecek şeyi yoktur. Ben her anımda hayatımı, kişiliğimi, sahip olduğum her şeyi, yani evimi ve kitaplarımı riske atıyorum. Evim yakıldı, işkence gördüm, birçok defa alıkonuldum, sürgüne gönderildim, hücre hapsinde tutuldum, peşime binlerce polis takıldı. Peki o zaman. Ben de sahip olduklarımdan rahatsızım dedim. Sahip olduğum her şeyi halkın mücadelesi için sundum; içinde bulunduğum bu ev yirmi yıldır Komünist Parti’ye aittir; mahkeme kararıyla devrettim. Hadi bakalım beni suçlayanlar da aynı şeyi yapsınlar.

Hangi kitapları okursunuz?

Tarihe çok meraklıyımdır, özellikle de ülkemin eski tarihine. Şili’nin sıra dışı bir geçmişi vardır. Bu ülkeye bir anlam vermeye çalışırken çok güzel vakit geçiriyorum; bu ülke herkesten o kadar uzakta ki. Tepeleri çok soğuk, çok ıssız... Kuzeydeki çorak bozkırları, sık ormanları, bol karlı Andes’leri, görkemli sahilleriyle burası benim ülkem, Şili. Ben daima Şilili olacaklardanım; başka yerlerde bana ne kadar iyi davranırlarsa davransınlar ben hep ülkeme dönerim. Avrupa’nın büyük şehirlerini çok seviyorum, Arno Vadisi’ne, Kopenhag ve Stockholm’un bazı caddelerine, elbette Paris, Paris, Paris’e bayılıyorum fakat yine de Şili’ye dönmeliyim.

Genç şairlere ne gibi öğütler verirsiniz?

Ah, genç şairlere verilecek hiçbir öğüt olamaz! Kendi yollarını çizmeliler; ifade tarzlarındaki sorunları kendileri bulmalı ve çözmeliler. Onlara asla yapmayın diyeceğim tek şey siyasi şiirlerle başlamamalarıdır. Siyasi şiirler en az aşk şiirleri kadar yoğun duygular içerir ve zorlamayla yazılmaz; yazılırsa kaba ve kabul edilemez olur. Politik bir şair olmak için önce diğer türlerde uzmanlaşmak gerekir. Siyasetle uğraşan bir şair sansür edilmeye de hazır olmalıdır şiirine mi ihanet edecek yoksa savunduğu edebiyata mı, bu zor bir karar. Ayrıca siyasi şiirlerde öylesine bir içerik ve öz olmalı, entelektüel ve duygusal zenginlik taşımalı ki her şeyi küçümseyebilsin. Bu çok nadir elde edilen bir başarıdır.

Şiirlerinizde birçok sembol var. Güvercin ve gitar neyi temsil ediyor?

Güvercin güvercini, gitar da gitar adı verilen bir müzik aletini temsil ediyor!

Yani diyorsunuz ki şiirlerinizi analiz edenler...

Ben bir güvercin gördüğümde ona güvercin derim. Güvercin var olsun olmasın benim için belli bir formu vardır, bu form öznel veya nesnel olabilir. Fakat güvercin olmanın ötesine geçmez.

(Kaynak: kenthaber.com)