31 Temmuz 2011 Pazar

Emperyalist Amerika'ya sığınmış LİNÇÇİ Fulya Peker üfürüyor!

Oyun'un notu: LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından Ahmet Ertuğrul Timur (nâm-ı diğer 3. Abdülhamid) tarafından kurulan LİNÇÇİ tiyatrom.com sitesinden alıp olduğu gibi aşağıya aktardığımız söyleşideki LİNÇÇİ kişilerin adlarını biz belirtmekle birlikte, bu LİNÇÇİ kişilerin adlarını "maymungötürengi" ile biz belirgin hâle getirdik!


***


"Ya abi ne vedası bu. Neden hayırdır ne oluyorrr... Ben LİNÇÇİ tiyatrom kapanıyor diye yazı mazı yazmam... tiyatrom kapanır mı yaa...!"

LİNÇÇİ Ertuğrul abinin bana LİNÇÇİ tiyatromu kapatıcağını ve veda yazısı yazmamı istediğindeki ilk tepkim buydu ve evet veda yazısı da yazmamıştım. Ama şimdi “hoşgeldin tiyatrom” , “hoşgeldik yazarlar ve biz gençler” ve “hoşgeldiniz okuyucular” demek geliyor içimden.

İşte yeni yayın dönemindeki ilk röportaj...

LİNÇÇİ EDA ATALAY
edaatalay@yahoo.com


LİNÇÇİ FULYA PEKER


Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nü bitirdikten sonra, ABD'ye kendini sürükleyen, bu sürüklenme içinde sabrı, gözlemleri ve çalışkanlığı ile ABD'de kendi istediği yeri edinmeye çoktan başlayan bir Türk oyuncu Fulya Peker.

New York Times'da köşe yazısına konu olabilen Türk kadın oyuncu. Çoğu Amerikan oyuncunun bile umutla beklediği bu durum LİNÇÇİ Fulya Peker'i daha da çok çalışmaya itmiş.

Kilometrelerce uzaktan sorulan sorular ve sorulmaya değer cevaplar....

"Hiçbir ülkeye kök salmış değilim"

Öncelikle Fulya Peker'i tanıyabilir miyiz?

Aslında zor geliyor kim olduğumu anlatmak. Sanki yaşamım kelimelerimin bir adım önünde gidiyor hep… Bu yüzden şiir yazıyorum belki, yaşamımı yakalayabilmek için… Ankara’da doğdum. İmgelem serüvenim küçük yaşta resim dersleri aldığım sanat galerisinin sahibinin şiirlerimi okuması ve bastırmak istemesiyle başladı. Sonra tiyatro ile bu şiirleri kanlı canlı hale getirmek isteği sardı içimi.

Ted Ankara Koleji’nde bu ilgimi destekleyen edebiyat öğretmenlerim oldu, sahneye ilk kez ortaokulda çıktım. Liseden hemen sonra Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’ne girdim. 2003 yılında konservatuvar eğitimimi bitirdim ve 2006 yılında New York’ta Brooklyn College, CUNY’de Tiyatro Tarih Edebiyat ve Eleştirisi programında yüksek lisansımı tamamladım.

Eğitiminiz sürerken bir yandan da çalışıyordunuz,,,

Program süresince özellikle yönetmenlik ve yazarlık alanında çalışmalarım oldu. Dramaturg olarak staj yaparken, çeviri, adaptasyon ve oyun editörlüğü konusunda deneyim kazandım. Bir yandan da dünyanın farklı yerlerinden New York’ a demir atmış olan Doğu Avrupalı, Güney Amerikalı ve Asyalı deneysel ve fiziksel tiyatro gruplarının oyunlarını takip ettim ve workshoplarına katıldım. Felsefe, görsel sanatlar ve dans gruplarıyla ortak projelerim oldu. Tiyatronun seyirci üzerindeki farklı etkilerini analiz etmek istediğimden, tezimi katharsis üzerine yazdım. Antik Yunan Tiyatrosu, Rituel Tiyatro, Absurd Tiyatro, Yoksul Tiyatro ve Vahşet Tiyatrosu üzerine yoğunlaştım. Klasik olandan kopmadan deneysel olanı kucaklamak zordur.

"Deneysel tiyatronun özünde bir isyan, bir karşı duruş, bir arayış yatar, ama ben değiştirmek yerine dönüştürmeyi seçtim hep, elemek yerine eklemeyi"

Neden?

Çünkü deneysel tiyatronun özünde bir isyan, bir karşı duruş, bir arayış yatar, ama ben değiştirmek yerine dönüştürmeyi seçtim hep, elemek yerine eklemeyi. Tiyatrosunda prodüksiyon stajı yaptığım ve New York’ta avant garde tiyatronun 60lı yıllardan bu yana maestrosu olarak tanınan Richard Foreman’ın teklifi üzerine iki yıl Ontological-Hysteric Theater’da oyuncu olarak görev aldım ve teoride özümsediklerimi pratikte deneyimleme şansını yakaladım. Aynı dönemde Japon Butoh Dansı ustalarından Katsura Kan ile çalıştım. Amacım estetik değeri yüksek, toprağa bağlı kalan, fiziksel, dışavurumcu ve varoluşçu bir tiyatro deneyi gerçekleştirmek; sorulması gereken soruları tiyatro ile sormaya devam etmek. Görsel sanatlara, fen bilimlerine ve felsefeye sıkıca sarılıyorum. Bu yöndeki teorik ve pratik çalışmalarım hızla sürüyor.

Peki Türkiye'yi özlüyor musunuz?

Kesinlikle… Kokusunu özlüyorum… Zaman zaman bir türkü, bir tat Türkiye’yi düşürüyor aklıma. Bir anda Proust’laşıyorum… Fırsat olursa Türkiye ziyaretlerimi arttırmayı düşünüyorum.

ABD'yi bırakarak Türkiye'de tiyatroya ya da yaşama yeniden başlamanız için nasıl bir sebep gerekir?

Aslında hiçbir ülkeye kök salmış değilim. Toprak bulduğum her yerde damarlarım dallara dönüşüveriyor. Tiyatronun evrenselliğine inanıyorum. Bunu deneyimle öğrendim. İnsanın ait olduğu toplumun dışına çıkması, uzaklaşması birçok şeyi gözlemleyebilmesine yardımcı oluyor. Uzaktan bakınca geneli görebiliyor insan, toplumsal kimliklerden soyunmuş insanı tanımaya başlıyorsunuz… Çıplak insanı… Ne yazık ki insan toplumsal kataraktın yarattığı bulanıklıktan ancak yabancı bir ülkede yaşadığında ve uzaklaştığında sıyrılabiliyor. Bunu yaparken başka toplumların kataraklarının ardından görmeye başlamamak için de elbette dikkatli olmak gerekiyor. Ben sanatsal değeri yüksek bir projeye, ne yapılmaya çalışıldığının bilincinde olarak gönül verildigini görürsem, hiç düşünmeden içinde olmak isterim… Dünyanın neresinde olursa olsun… En önemli bağlayıcı faktör ödenek sağlayabilmek. Ödenek ancak belirli bir alanda istikrarlı adımlarla uzunca bir süre yüründükten sonra kazanılabiliyor… Seyirciye amacınızı anlatmanız ve uygulamada bir süreklilik kazanmanız zaman alıyor. Şimdi NY’ta emeklerimin meyvelerini toplamaya başladım. Aslında imkanlar izin verse elimde bohçam bir ülkeden diğerine gitmek isterim durmadan…

New York Times'ta bir köşe yazısında bahsedilen bir Türk oyuncusunuz, bu size ayrı bir sorumluluk getirdi mi?

Evet… Birkaç sezon arka arkaya New York Times’da çıktıktan sonra taşıdığınız kimlikler ön plana çıkmaya başlıyor. Bırakın yabancı oyuncu olmayı, Amerikalı oyuncuların bile umutla beklediği bir durum New York Times da kendilerini görmek. Burada seyirciler tiyatro eleştirmenlerinin görüşlerine çok önem veriyor ve izleyecekleri oyunları bu görüşlere göre belirliyor. Gazetede çıkmakla bitmiyor iş elbette, çalışmaları daha da hızlandırmak ve devamlılık kazanmak gerekiyor. Ülkemizden çıkan tiyatro gönüllüleri, yabancı ülkelerde adlarından söz ettirdikten ve kendi çabalarıyla zor koşullar altında bir yerlere geldikten sonra, bu çabanın sonucuna ortaklar çıkmaya başlıyor; ama en ihtiyaç duyulan anda destek verenlerin sayısı oldukça sınırlı. Keşke böyle olmasa… Keşke daha çok farkında olsak, daha çok destek olsak… Ne yazık ki, cevap veremediğim bazı sorularla karşılaşıyorum: “Türk organizasyonlardan veya kuruluşlardan destek alıyorsunuzdur herhalde? Ülkenizde nasıl tepkiler yarattı bu başarınız? Vs…” Ne yazık ki Türkiye’de fazla duyulmadı buradaki çabalarım ve çalışmalarım. Ben de açıkçası sağa sola reklam vermeye çalışmadım, birkaç dostla paylaşmak dışında… Popüler kültüre hitab eden işler yapmadım fazla. Burada çalıştığım yabancı yönetmenlerle ve izleyicilerle ilginç diyaloglarım oldu… Acaba Fulya batılı Türkiye’den mi yoksa doğulu Türkiyeden mi?…

"ABD'de seyirciler tiyatro eleştirmenlerinin görüşlerine çok önem veriyor ve izleyecekleri oyunları bu görüşlere göre belirliyor"

Belki de ikisi birden...


Evet. Çok geçmeden ikisi birden oluşum ilgilerini çekti. Kimliğimde hem doğuyu hem batıyı barındırmam şaşırttı insanları… Ben de elimden geldiğince bu ikili yaşantının zenginliğini insanlara anlatmaya çalıştım… Ama bazen ikisi de olmak, ikisi de olmamakla aynı sınırda seyredebiliyor… O zaman insanlar, “ya batısın ya doğusun” gibi bir seçenekle çıkabiliyor karşınıza, özellikle karşıtlıkları ve başkalıkları kucaklamak yerine, onları durmadan birbirinden uzaklaştıran bir dünyada, bu kaçınılmaz. Türkiye’yi temsil etmek konusuna gelince şimdiye kadar yabancılarda hep iyi izlenimler yarattığıma inanıyorum. Başlarda “Türkiye güvenli bir yer mi?” sorusuyla karşılaşıyordum, şimdi “Bizi ne zaman Türkiye’ye götüreceksin?” diye soruyorlar.

Yeni ya da süren projelerinizden bahseder misiniz?

Şu sıralar birkaç projenin oluşumuyla ilgileniyorum. Yoğun bir dönem.

Birinci proje Modern Mythologies (Modern Mitolojiler): Görsel sanatlarla sahne sanatlarını bir araya getiren bir eğitsel performans çalışması. Farklı sanatçıları özne ve nesne olarak aynı anda gözlemleyebilmek amacıyla metne dayalı bir koreografi yaratmaya çalışıyorum. Bu yaz Fransa’da bu projenin ilki olan Hands of a Suicide (Bir İntiharın Elleri) performansını sahneleme şansım oldu.

İkinci proje Katharsis Performance Project (Katharsis Performans Projesi): Sanat, felsefe ve doğa bilimlerini ritüel ve dışavurumcu yollarla sahnede buluşturmayı amaçlayan, genellikle kendi yazdığım ve yönettiğim oyunlardan oluşan bir tiyatro çalışması. Bu projenin ilki Requiem Aeterna Deo (Tanrı’nın Sonsuz Ölümü) adlı bir oyundu, Nietzsche Circle adında bir felsefe ve sanat organizasyonu bu oyunun prodüksiyonunu üstlenmişti. Oldukça başarılı bulundu ve eleştirmenlerden cesaret verici tepkiler aldı. Bu projenin ikinci oyunu The Plague (Veba), us yürütme vebası üzerine dil ve beden kullanımını sorgulayan bir oyun olucak. Şu sıralar prodüksiyonuyla ilgileniyorum, ödenek bulma yolunda çalışıyorum.

Üçüncü proje Hybrid Stage Project (Melez Sahne Projesi): Aynı sahneyi paylaştığım İskoç asıllı Amerikalı dostlarımdan biriyle birlikte oluşturmaya çalıştığımız fizik ve kosmoloji bağlantılı bir deneysel tiyatro çalışması. Bu projenin ilki Alfred Kubin’in Diğer Taraf adlı romanından yola çıkarak yazdığımız ve birlikte rol alacağımız The Void (Boşluk) adlı bir oyun. 2010 yılı bitmeden perde demeyi düşünüyoruz. Dördüncü proje Moleküler Tiyatro: doktor bir dostum genetik bilim ve tiyatroyu birleştirme fikrini bana sundu, ben de bu fikre teatral bir sistem oluşturmaya ve projenin artistik sorumluluğunu üstlenmeye söz verdim. Bu projenin kırmızı kurdelesini de çok yakında kesmek istiyoruz. Yapacak çok iş var! Yeter ki yaşam desteği bulabilelim.

"Şiir algılarımızın müziğidir, şiir zihnin dansıdır, şiir yüreğin kaşıntısıdır…"

“Umuda Uyanmak” adlı bir şiir kitabınız da var. Ayrıca “Yüklem Kanaması” da yolda sanıyorum. Şiir ve tiyatro iç içe olması gereken alanlar mı? Ya da birbirini besleyen…

Kesinlikle. Ancak benim için bu bir gereklilik değildir, bir seçimdir. Şiir algılarımızın müziğidir, şiir zihnin dansıdır, şiir yüreğin kaşıntısıdır… Tiyatro şiire şahit olmaktır… Şiir yaşamı başka türlü duyumlamaktır, şiir topraktır, şiir çıplaklıktır… Tiyatro şiir toprağında yalın ayak yürümektir… Şiir öznenin cesur paylaşımıdır… Tiyatro bu cesur paylaşımın nesnelleşebilmesidir… Tiyatro şairin çoğullaşmasıdır, şiirin beden bulmasıdır…

“3 Nokta Oyucuları” ile ilgili de bilgi verebilir misiniz?

3 Nokta Oyuncuları yeni bir oluşum. Bir zamana damgasını vuran Genç Oyunculardan Manfred Bormann ve okullum, Ankara Devlet Konservatuvarı mezunu Cem Baza ile birlikte iki yıldır üzerinde çalıştığımız bir proje bu. Paylaştığımız coğrafyalardan ve ortak sancılarımızdan yola çıkarak buradaki seyirciye Türkçe tiyatro oyunlarıyla ulaşmak istedik. İlk projemiz 16 Aralık’ta New York’ta prömiyer yapacak. Prodüksiyonunu Güngör Mimaroğlu ve Serdar İlhan üstlendi. Simdilik su kadar soyleyeyim, bu projede Adalet Agaoglu'nun eserleri uzerinde yogunlasiyoruz, ozellikle kahramanlik ve olum olgularini bicim ve icerik olarak iredelemeye calisiyoruz. Amerika’nın farklı eyaletlerine ve Türkiye’deki festivallere taşımak istiyoruz bu projemizi.

Türkiye'de takip ettiğiniz tiyatrolar hangileri. Ya da türkiye'de ABD'deki tiyatro mantığına yakın gördüğünüz tiyatrolar var mı?

Ne yazık ki internetten ve dostlardan duyduklarımla takip etmeye çalışıyorum… Ben yaz aylarında burada sezonu kapatıp Türkiye’ye geldiğimde orada da tiyatro sezonu kapanmış oluyor, ama İstanbul’dan heyecan verici haberler alıyorum… Önemli deneysel çalışmalara atılan ve risk alan arkadaşlar var… Keşke büyük kentlerle sınırlı kalmasak, ama bu hep böyle olmadı mı?… İşte yine maddi olanaksızlıklar devreye giriyor… Bu dünyanın her yerinde böyle… Sanatı destekleyen özel kuruluşların ve uluslararası tiyatro festivallerinin bu konudaki sorumluluğu büyük.

Türkiye'de tiyatro okuyup, yurtdışında kariyer yapmak isteyenlere önerileriniz nelerdir?

Aslında ne tür bir tiyatro yapmak istediğinizle ve tiyatronun hangi dalıyla ilgilendiğinizle çok ilgili bu. Burada ilk sorulan sorulardan biri amacınızın ne olduğu. İster yönetmen olun ister oyuncu ne tür bir tiyatro yapmak ve kime ulaşmak istediğiniz sorusu karşınıza çıkıyor. Yolunuzu da kendi cevabınız belirliyor. Burada tiyatro türleri oldukça belirgin (müzikal tiyatro, deneysel tiyatro, fiziksel tiyatro, dram…vs.) Kendinizi geliştirmeniz gereken alanlar bu seçimlere göre şekilleniyor. Fırsatı olan herkesin New York’u görmesi gerektiğini düşünüyorum. İstanbul gibi New York’ ta çok önemli bir dünya durağı… Farklı kültürler görmek, farklı tiyatro modelleriyle tanışmak adına New York bir hazine diyebilirim… ABD’de cazip olan nedir?

Nedir?

“Tiyatro’da sansür Türkiye’ye oranla çok daha az, özellikle New York’ta sanatta düşünce ve ifade özgürlüğü bilinen bir gerçek, aykırı olanı takip eden ve destekleyen bir seyirci kitlesi bulmak mümkün”

Burada, belirli bir ağ oluşturduğunuzda ve projelerinizi takip eden birileri olduğunda fikirlerinizi denemeniz için birçok yol bulmak mümkün; seyirciler yeni fikirlere çok daha açıklar, yeter ki tasarınız sağlam olsun. Birçok tiyatro sahnesi var, sadece bir grubun tekelinde olmayan, kiralık sahneler bunlar… Şirketleşmek veya organizasyon kurmak bürokratik açıdan daha hızlı olabiliyor. Burada deneysel tiyatronun bir değeri var, bu konuda yıllardır çalışan saygın topluluklar var, bu toplulukları sahiplenen sponsorlar ve maddi desteklerini eksik etmeyen bireyler var. Tiyatro’da sansür Türkiye’ye oranla çok daha az, özellikle New York’ta sanatta düşünce ve ifade özgürlüğü bilinen bir gerçek, aykırı olanı takip eden ve destekleyen bir seyirci kitlesi bulmak mümkün.

Peki ABD’de zorlayıcı olan nedir?

Amerika’da tiyatroya devlet desteği bulmak çok zor, devlet tiyatrosu yok, özel tiyatrolar var… Sanatçıların haklarını koruyan bazı sendikalar dışında kendi hakkınızı kendiniz korumak durumundasınız. Sözleşmeli oyuncu olarak çalışıyorsunuz, sezon bitince veya sözleşme süresi dolunca yeni bir proje için koşturmaya başlamak gerekiyor… Hep bir çırpınma var… Hayat korkutucu biçimde pahalı, sanatınızla ilgili olmayan yan işler yapmak durumunda kalıyorsunuz… Çok yoruluyor, demoralize olabiliyorsunuz…Burada kapitalizm canavarının ağzının içindesiniz, aslında nemli ve sıcak bir yer, güvenli gibi geliyor kulağa, ama her an dişlerden birinin arasında kalmanız ve yutulup yok olmanız mümkün. Özellikle New York’ta çok sayıda tiyatro grubu ve çok sayıda oyuncu var…

Sizinle birlikte koşanların sayısı Türkiye’ye kıyasla oldukça fazla… Yabancı bir dil ve yabancı bir kültür içinde yaşarken, “öteki” oluşunuzu size anımsatan bir toplumla da karşı karşıya kalabiliyorsunuz zaman zaman… Kendi memleketinde olmanın verdiği güven hissinden daha zorlayıcı koşullar bunlar, ama risk almadan da biryerlere varılamıyor. Amacınızı bildiğiniz müddetçe ve eğer bu amaç sizin için hayati bir önem taşıyorsa yılmadan devam edebiliyorsunuz… Şunu atlamayalım sanat değeri yüksek olan tiyatro dünyanın hiçbir yerinde insanı zenginleştirmiyor. Ben kendi adıma son beş yıldır ticari tiyatroya, gereği kadar yaratıcılık kaygısı taşımayan “show business” dediğimiz tiyatroya dahil olmamak ve tutkunu olduğum bu sanatı kaliteli olarak devam ettirmek adına, sadece maddi yönden tatmin edici olan, ama bir amacı olmayan projelere girme fikrine direniyorum, bu nedenle de gereğinden fazla yorulduğum oluyor çoğu zaman… Sadece tiyatro adına bana birşey öğreteceğine veya benim birşey öğretebileceğime inandıgım projelere katılıyorum.

Böyle olunca yük ağırlaşmıyor mu?

Evet, ama insan feda ettikleri ve amaçları için ayakta kalmaya çabaladıkça meyveleri de toplamaya başlıyor… Ben klasik ve deneysel tiyatroyu birleştirmeyi seçtim, kendi tiyatro projelerimi oluşturmayı hedefledim, ve tiyatronun farklı dallarına sarılmaya çalıştım… Durmadan geliştirmek istedim kendimi, hala da istiyorum. Bu bir seçimdir ve önemli fedakarlıklar gerektirir. Eğer ticari tiyatro çalışmalarına katılmak veya Hollywood’da rol almak isteyen arkadaşlar varsa izleyecekleri yol İstanbul’daki yollarla aynı; ajanslar, seçmeler, vs… Gözlerinde büyütmesinler. Sadece dilinizi geliştirmeniz ve rekabete hazır olmanız gerekiyor. Piyasa ve pazar ilişkilerine giriyorsunuz, ki dünyanın birçok yerinde aynı çarklar dönüyor. Bu yaklaşım şu anda benim alanımın biraz dışında. Benim tavsiyem buraya eğitim amaçlı gelmek. Maddi bir güvenceniz yoksa, bir yandan eğitim alıp bir yandan çalışarak zor da olsa hayatınızı idame ettirmeniz mümkün. New York’ta öğrenilecek ne kadar çok şey olduğunu bir kez daha anlıyor insan… Sadece tiyatro alanında değil sanatın her alanında donanım kazanabiliyorsunuz, dünya görüşünüz ciddi anlamda genişliyor. Önemli olan ne istediğinizi bilmek ve geriye baktığınızda her zorluğa değdi diyebilmek, belki fazla idealist geliyor kulağa ama, amacınızdan sapmadıktan sonra tüm çabalara ve risk almaya değer!

Son olarak eklemek istedikleriniz?

Lütfen alışılmış tiyatro kalıplarının dışına çıkmaya çabalayan, tiyatronun kutsallığına inanan ve risk alan tiyatro gönüllülerine desteğimizi hiç eksik etmeyelim… Ancak bu yolla tiyatronun kitleler üzerindeki gücüne şahit olabiliriz. Amaç taklit etmek olmamalı, ait olduğunuz topraktan çıkan tiyatroyu yaygınlaştırmak olmalı. Hayır, sadece Ortaoyunu’ndan veya Mevlana’dan sözetmiyorum… Yaratıcılıktan bahsediyorum, birşeye benzemeye çalışmadan yaratmaktan… Ben Anadolu’ya ait birşey yaratacağım diye başlamıyorum projelerime, ama Anadolulu olduğumdan yaratmaya çalıştığım projelerde dil Türkçe olmasa da, yabancı oyuncular oynasa da, esinlendiğim başka kültürler olsa da; seyirciler kokusu içime sinmiş olan, bana ait olan bir Anadolu tadı aldıklarını söyluyorlar projelerimden…

“Biz deneyelim, bırakalım tarih tanımlasın deneylerimizi…”

Bir örnek vereceğim, Amerikalı bir eleştirmen Requiem Aeternam Deo oyunumdan sonra bir röportajda etkilenmiş olabileceğim tiyatro ustalarının tahminini yaptı… Bu listede hakkında hiçbir çalışma yapmadığım ustalar da vardı… Aklın yolu birdir derler… Benim için bir tiyatro-soy ağacı buldu ve beni o ağaca yerleştirdi. Sonra dedi ki, “Rituel Dışavurumculuk senin oluşturduğun bu tiyatronun adı!…” Buyrun işte, size yeni bir akım… Anadolu’dan doğmuş yeni bir tiyatro akımı, Ritüel Dışavurumculuk… Amacımızı farketmemiz, ikinci el sanat akımlarıyla yetinmememiz ve kendi içimizi kaza kaza, deşe deşe özgün olanı, sindirilmiş olanı bulmamız veya keşfetmemiz gerekiyor … Dünya’da tiyatro alanındaki bu öznel yaklaşım çok önemli bir boyut kazanmış durumda. Sanatın nasırlaşmasına engel olabilmek için sanatçının kendi fikirleriyle çelişmekten ve görüşleriyle boğuşmaktan korkmaması gerekir. Batı’da sanat alanında doğuya yöneliş bir süredir devam ediyor. Sizce bu yönelişe rehberlik etmek için sadece başımızı çevirmemiz yeterliyken, batıyı bekleyip sanat konvoyuna arkadan katılmamız üzücü değil mi? Bu coğrafi avantajın sanatı daha çok beslemesi gerekmez mi? Bizim milletimiz miyop değil, hipermetrop. Türk film sektöründe sınırlar aşılmaya başlandı, önemli yönetmenler kendi tarzlarını geliştirmekte, bu tarzlar ileride sinema literatürüne Türkiye’nin film alanındaki dokusu, yaklaşımı olarak geçecek… Tiyatroda da böyle bir devinim ve dönüşümün zamanı geldi. Yazılmış bir sanat tarihi var, bize bu tarihi tamamıyla öğrenmekten başka, yarının sanat tarihini belirlemek de düşüyor. Büyük düşünelim! Deney… Deney… Deney…

Teşekkürler Fulya Peker

Sanatçının resmi sitesi : www.fulyapeker.com

(Kaynak: tiyatrom.com)