10 Mayıs 2011 Salı

Tiyatro sanatının vazgeçemeyeceği tek zorunluluk, oyunculuktur!

Nâzım Hikmet'in yazıp Hilmi Bulunmaz'ın yönettiği "İnek" oyununda görev alan oyuncular: Akın Güneş, Mete Özdemir, Nil Nuran Kurtdere, Cemal Bulunmaz ve Didem Germen (Yıl: 1994)


Not: Aşağıdaki yazı, henüz taslaktır!


Hilmi Bulunmaz
10 Mayıs 2011


Tiyatronun sanatsal olarak tamamlanabilmesi için, öncelikle ve mutlaka oyuncuya gereksinim duyulur. En yalın bir dille anlatmak gerekirse ve tiyatronun sanatsal olarak indirgenmesi söz konusu olursa, bir tek izleyiciye seslenen bir tek oyuncu bile, tiyatronun sanat olmasını sağlayabilir.

Bütün o genel sanat yönetmenleri, yazarlar, yönetmenler, yönetmen yardımcıları, asistanlar*, dramaturglar, dekor, kostüm, ışık, efekt sorumluları, kondüvitler, butaforlar, sahne amirleri ve neredeyse saymakla bitiremeyeceğimiz denli çok görevlilerden hiçbiri olmasa, yine de tiyatro sanatı gerçekleşebilir.

Ancak...

Bir tek izleyici ve bir tek oyuncu olmayınca, tiyatro sanatının gerçekleşmesi mümkün değildir!

***

Sosyalist OYUN Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Oğuzcan Önver, derginin Mayıs 2011 tarihli sayısı için, "oyunculuk" üzerine bir yazı yazmamı istedi. Ben de, işlerimi yoluna koyar koymaz, bu konu üzerine yazı yazmanın çok keyifli olacağını belirttim. Ne var ki, işlerimin aşırı yoğun olması nedeniyle, sürekli olarak erteleyip durduğum bu yazıyı, zaman zaman ara vererek yazmaya başladım. Umarım bu yazı bir an önce biter de, Oğuzcan Önver'in isteğini yerine getirmiş olurum ve böylelikle, biraz gecikerek de olsa, dergimiz yayınlanabilmiş olur.

Tiyatro sanatı, ortaya ilk çıktığı andan başlayarak, öncelikle bir oyunculuk sanatı olarak varlığını sürdürüyor. Tiyatro sanatına, sonradan eklenen etmenlerin tümü birden yadsınabilir. Ancak, oyunculuk yadsınamaz. Oyunculuğu yadsımak, zâten tiyatro sanatını yadsımak anlamına gelir.

Tiyatro sanatına, yazar, yönetmen ve yukarıda tek tek saymaya çalıştığımız görevliler eklenince, tiyatro daha görkemli bir hâle gelmiştir düşüncesine sahip olanların, hemen hemen tamamı, tiyatro yazarları ve tiyatro yönetmenlerinden oluşuyor. Oyuncuları birer sözcü olarak gören tiyatro yazarları ve tiyatro yönetmenleri, zaman zaman ölçüyü aşıp, kendilerini peygamber ve/ya tanrı katına bile çıkarma gafletinde bulunabiliyorlar.

Bu yazı, hem Sosyalist OYUN Dergisi'nin yayın politikasına uygunluk gösterme, yani sadece 32 sayfada birçok konuyu birden gündeme getirme ve hem de, Bulunmaz Tiyatro'daki oyunculuk çalışmalarını kamuoyuna duyurma amacıyla kaleme alındığı için, özel değil genel bir bağlam içeriyor. Benim, genel değil özel yazı yazmayı yeğleyen bir insan olduğumu, zâten diğer yazılarımı okuyanlar gayet iyi bilirler. Ben, bu tür yazılarımın dışında, hemen hemen tüm yazılarımı, genelleme hastalığına tutulmadan, öznesiz tümce kullanmadan kaleme alma alışkanlığına sahip bir yazarım. Tabii ki bu tavrımı belirleyen en önemli etmen, benim sosyalist dünya görüşüne sahip olmamdır.

Ancak...

Her ne kadar, genelleme içeren, neredeyse öznesiz tümce kullanarak bir yazı yazma eylemi içerisinde bulunsam da, bazı tarihsel özneleri anmadan söyleyeceğimi dile getiremem. Örnekse, son zamanlarda, ısrarla ve inatla üzerinde durduğum Shakespeare konusu, yakıcı bir durum olarak, her an ilgilenmeyi hak eden bir konu...

Lev Nikolayeviç Tolstoy'un "Sanat Nedir?" kitabında çok özlü bir dille kanıtladığı gibi, Shakespeare ve Shakespeare'in tiyatral dünyasına yaslanarak sözde sanat yapmaya çalışanlar, aslında, kendi yeteneksizliklerini, Shakespeare'in yeteneksizliğiyle örtme yarışına girmenin tatlı huzurunu yaşıyorlar. 400 yıldır dünya tiyatro sahnelerini kirleten, sahte duygular mimarı William Shakespeare'in kayığında kürek çeken yeteneksiz tiyatro esnafı, Shakespeare'in Kraliçe Elizabeth'in çocuk yüzü görmemiş kucağında mışıl mışıl uyuyarak, tüm dünya halklarını uyutmasına göz yummayı sürdürüyorlar. Çünkü, bu yeteneksiz tiyatro esnafı, kendileri de, birer Shakespeare çocuğu olarak, adları, cinsiyetleri, konumları değişmiş de olsa, tıpkı Shakespeare'in yaptığı gibi, hem kendi derin uykularına devam ediyorlar ve hem de halkın ilelebet sömürülmesi için kalemlerini birer kılıç biçiminde kullanıyorlar.

Tiyatro oyuncusunun, gerçekten oyuncu olabilmesi, halktan yana oyuncu olabilmesi, gerçekleri halka anlatabilmesi ve halkın sorunlarını sahneye taşıyabilmesi için, öncelikle tiyatro tarihiyle hesaplaşması gerekir. Tiyatro oyuncusu, kendisini bir alet, bir araç, bir vida olarak görme eğilimindeki yazar, yönetmen ve diğer "şeyler" karşısında dik durabilmeli. Bir tiyatro oyuncusu, kendisine bir vida muamelesi yapanlara karşı çıkabilecek yüreğe sahip değilse, zâten, gerçekleri anlatamaz, halkın sorunlarını sahneye taşıyamaz. Yüreksiz tiyatro oyuncuları, sahneye her çıktıklarında, karşısındaki halkın sorunlarıyla değil, bir televizyon dizisi yapımcısının isterleriyle hareket ederler.


*Asistan sözcüğünün, "yardımcı" karşılığı olduğunu bilmeme karşın, özellikle resmî tiyatro kurumlarında, her iki sözcük de, hem de aynı anda kullanıldığı için, ben de, hem "yardımcı" ve hem de "asistan" sözcüğünü, bile bile kullandım.

Sürecek...