Saint-Joseph Fransız Lisesi Tarih Öğretmeni LİNÇÇİ Fırat Güllü
***
Oyun'un notu: LİNÇÇİ (sağcı) / Shakespeare çocuklarının yayın organı bgst.org web sitesinden alıp olduğu gibi aşağıya aktardığımız LİNÇÇİ (sağcı) / Shakespeare çocuğu Fırat Güllü'nün yazısındaki(?!) kendi adının önüne LİNÇÇİ sıfatını biz ekleyip, LİNÇÇİ Fırat Güllü'nün adını kırmızı renkle biz belirgin hâle getirdik. Ayrıca, yazıdaki(?!) bâriz yazım yanlışlarına kırmızı renkle dikkat çekip, doğrularını yeşil harflerle biz yazdık!
***
Dünya, nasıl ki, hayalî bir dairesel hat olan Ekvator çizgisiyle kuzey ve güney yarıküreler olarak ikiye bölünmüşse, Türkiye tiyatrosu da, LİNÇ KAMPANYASI ile birlikte, tiyatral sağ ve tiyatral sol olarak, tam ortasından, hem de hayalî olmayan bir çizgiyle ikiye bölünmüştür.
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'la gerçekçi yazar Coşkun Büktel'in sanatsal ifade olanaklarını, Internet ortamındaki sanal âlemde olsa da, imha etmek isteyen tam 1100 kişinin başlattığı LİNÇ KAMPANYASI, Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'in verdiği yiğit mücadele sonucu, LİNÇÇİ (sağcı) tiyatrocuların utkusuyla değil, ANTİ-LİNÇÇİ (solcu) tiyatrocuların utkusuyla sonuçlanmıştır.
Hukuku kendilerine âlet ederek, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'a noter onaylı ihtarname gönderen, onu savcılara şikâyet edip mahkemelere veren LİNÇÇİ (sağcı) tiyatrocular, Hilmi Bulunmaz'ın gösterdiği direnç sonrası, mahkemelerdeki duruşmalara bile gelebilme yürekliliği gösterememektedirler. Örnekse LİNÇÇİ OYÇED Genel Sekreteri Burhan Gün ve LİNÇÇİ OYÇED'li Prof. Dr. Nurhan Tekerek, T.C. İstanbul 9. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki iki duruşmaya. hem de üst üste gelememişlerdir.
LİNÇÇİ (sağcı) / Shakespeare çocuğu Fırat Güllü, her ne kadar, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ı yargı sürecine sürüklememiş olsa da, yazdıklarıyla dikkatimizi çeken yaşam cahili biridir. Zavallı üniversiteli cahil çocuklara kılavuzluk yapmak için karga rolüyle hayat sahnesini kirleten LİNÇÇİ (sağcı) / Shakespeare çocuğu Fırat Güllü, kendisini entelektüel gösteren giysilere bürünerek, LİNÇÇİ (sağcı) / Shakespeare çocuklarının egemenliğindeki Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu'nun, hem de "Bilim ve Toplum" bölümünde kalemiyle âdeta cirit atmaktadır.
LİNÇÇİ (sağcı) / Shakespeare çocuğu Fırat Güllü'nün dangalakça kaleme aldığı yazıyı bir okuyup LİNÇÇİ (sağcı) / Shakespeare çocuğu olmadığınız için bin şükrediniz!
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
Bir Politikacı Olarak Üniversitede Konuşmak
LİNÇÇİ Fırat Güllü
12 Aralık 2010
Shakespeare'in Coriolanus adlı oyunu bir halk ayaklanması sahnesiyle başlar. Halk hububat fiyatlarında yaşanan spekülatif fiyat artışını protesto etmek için kısmi olarak silahlanmış bir biçimde senatoya doğru yürümektedir. Ancak bu kalabalık grup güçlü bir orator olan senatör Agrippa ile karşılaşınca bir duraksama yaşar. Agrippa onlara Shakespeare'in Latin kaynaklardan devşirdiği bir mesel anlatır ve kalabalığı yatıştırmayı başarır. Yüzyıllar sonra Doğu Berlin'de Berliner Ensamble'da (Ensemble) oyunun sahnelenmesi gündeme gelince Brecht ve öğrencileri bu sahne üzerine tartışmaya başlarlar. Dramaturglardan birisi halkın bu kadar kararsız çizilmesinden ve bir Patrici'nin laf salatalarından bu denli etkilenmesinden rahatsız olur. Brecht temkinlidir ve bir klasikle hesaplaşırken metnin olanaklarını iyice anlamak gerektiğini vurgular. Eğer mümkünse metne hiç dokunmadan bu sorunu çözmeyi deneyecektir. Bu toplantının ardından Brecht metni yeniden kaleme alırken bu sahneyi şu şekilde değiştirir: Agrippa'nın tiradı sırasında arkaya sessizce -hatta senatörün kendisinin bile duyamacağı (duyamayacağı) kadar sessizce ama karşıdaki halk kalabalığının görebileceği kadar açık ve seçik bir biçimde - bir lejyon birliği yerleşir. Senatör konuşma hünerlerini sergilerken arkasında ona sahip olduğu politik gücü sağlayan gerçek kuvvet durmaktadır. Bu durumda halkın kararsızlığı belagat sanatının etkilerinden ziyade silahlı güçlerin acımasızlığından kaynaklanmaktadır.
Geçtiğimiz gün iki politikacının bir üniversitede konuşma yapmaya çalışmasıyla başlayan olaylar bana yukarıdaki sahne ile ilgili tartışmaları hatırlattı. Bilindiği gibi öğrenciler buna izin vermedikleri için ve kullandıkları yöntemler ileri sürülerek faşist olmakla suçlandılar. İddiaya göre konuşmacıların ifade özgürlüğü ellerinden alınmıştı. Üstelik bu iki politikacıdan birisi sadece sözlü protestoyla karşılaşırken diğeri doğrudan bir fiziki saldırıya uğramıştı. Bu kabul edilemezdi. Ardında (Ardından) çeşitli analizler yapıldı. Politikacıların tüm dünyada gençliğin gözünden düştüğü söylendi. Üniversitelerde yaşanan bu ve önceki saldırılar bu tespitle bağlantılandırılmaya çalışıldı. Çok doğal olarak kısa süre önce gerçekleşen bir başka olaya refarans (referans) yapıldı ve polisin sık sık öğrencilere karşı orantısız şiddet uyguladığı hatırlatıldı. Tüm bunlar kısmen doğruluk taşıyordu ve madalyonun farklı yüzlerini keşfetmemizi sağlıyorlardı. Ama başka bir önemli noktanın yeterince üzerinde durulmadı. Tüm bu kamplaşmada hükümetteki AKP’nin kendisiyle ilişkili olarak ürettiği bir imajın hiç katkısı yok muydu?
Öncelikle şunu hatırlayalım: AKP hükümeti uzun süreden beri kamuoyuna kendisini silahlı kuvvetlerin gölgesinden kurtulmaya çalışan bir sivil girişim olarak sunmakta. Bu anlamda da her alanda demokratik yöntemlerin en büyük savunucusu olduğunu iddia etmekte. Elbette ki bu söylem pek çok kesm tarafından desteklenmekte ve hükümetin askeri vesayetle giriştiği mücadele onay görmekte. Ama üniversite sıralarından bakılınca AKP hükümeti gerçekten de bu denli sivil mi görünmekte? Büyük ihtimalle hayır. Üniversite sıralarından bakıldığında muhtemelen Burhan Kuzu ne söylerse söylesin arkasında sessizce -belki de kendisnini (kendisinin) bile farkına varamayacağı kadar sessizce ama karşıdakilerin rahatça göreceği kadar açık seçik biçimde- bir lejyon kuvveti durmakta. Öyle olunca birileri de sormadan edemiyor: "Arkanda bu lejyon kuvveti dururken nasıl demokratik bir diyaloğa soyunduğunu iddia edebilirsin?"
Tabbi (Tabii) diğer yandan yumurta atma eyleminin kendisi ne kadar haklı görülebilir? Eylemi düzenleyen inisiyatif bu eylemin belli bir mantığı olduğunu savunuyor: Sokaklarda fikirlerimizi demokratik biçimde ortaya koymamıza izin vermezseniz siz de üniversitede bu hakkı kullanamazsınız. Sokak literatüründe bu davranışın karşılığı "nasıl olsa sen de bizim mahalleden geçersin" tavrıdır. Ama şu gerşeği (gerçeği) de es geçmeyelim: Sonuçta devletle şiddet oyunu oynarsanız kazanma şansınız yoktur çünkü kuralları her zaman devlet koyar.
CHP'li bir vekilin üniversite salonlarında neden fiziki olmasa da sözlü bir saldırıya uğradığını analiz etmek ayrı bir yazının konusu. Biz şimdilik AKP’nin kamuoyu nezdindeki imajını sorunsallaştırmaya devam edelim: AKP'nin en liberal isimlerinin bile üniversitelerde ancak özel güvenlik önlemeleri (önlemleri) alınarak konuşabilmeleri biraz da kendilerinin yarattığı ceberrut polis devleti imajından kaynaklanıyor olabilir mi acaba? Herkes bilir ki bu şiddetten en çok aykırı sesler çıkaran üniversiteliler muzdariptir. Eğer özelde AKP'liler, genelde tüm politikacılar, üniversitlerde ve diğer kamusal alanlarda gerçekten demokratik yöntemlerle fikirlerini ifade etmek istiyorlarsa oradaki mevcudiyetlerini devletin silahlı güçlerini kontrol etme yetkisinden değil, gerçekten halkın temsilcileri olmalarından aldıklarını bizlere daha net bir biçimde hissettirebilmelidirler. Bunun yolunun da adları gibi "deli kanlı" ("delikanlı") olan üniversiteli gençliği sucuklu yumurta yemeğe davet etmekten geçmediği ortada.
(Kaynak: bgst.org)
***
Dünya, nasıl ki, hayalî bir dairesel hat olan Ekvator çizgisiyle kuzey ve güney yarıküreler olarak ikiye bölünmüşse, Türkiye tiyatrosu da, LİNÇ KAMPANYASI ile birlikte, tiyatral sağ ve tiyatral sol olarak, tam ortasından, hem de hayalî olmayan bir çizgiyle ikiye bölünmüştür.
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'la gerçekçi yazar Coşkun Büktel'in sanatsal ifade olanaklarını, Internet ortamındaki sanal âlemde olsa da, imha etmek isteyen tam 1100 kişinin başlattığı LİNÇ KAMPANYASI, Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'in verdiği yiğit mücadele sonucu, LİNÇÇİ (sağcı) tiyatrocuların utkusuyla değil, ANTİ-LİNÇÇİ (solcu) tiyatrocuların utkusuyla sonuçlanmıştır.
Hukuku kendilerine âlet ederek, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'a noter onaylı ihtarname gönderen, onu savcılara şikâyet edip mahkemelere veren LİNÇÇİ (sağcı) tiyatrocular, Hilmi Bulunmaz'ın gösterdiği direnç sonrası, mahkemelerdeki duruşmalara bile gelebilme yürekliliği gösterememektedirler. Örnekse LİNÇÇİ OYÇED Genel Sekreteri Burhan Gün ve LİNÇÇİ OYÇED'li Prof. Dr. Nurhan Tekerek, T.C. İstanbul 9. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki iki duruşmaya. hem de üst üste gelememişlerdir.
LİNÇÇİ (sağcı) / Shakespeare çocuğu Fırat Güllü, her ne kadar, Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ı yargı sürecine sürüklememiş olsa da, yazdıklarıyla dikkatimizi çeken yaşam cahili biridir. Zavallı üniversiteli cahil çocuklara kılavuzluk yapmak için karga rolüyle hayat sahnesini kirleten LİNÇÇİ (sağcı) / Shakespeare çocuğu Fırat Güllü, kendisini entelektüel gösteren giysilere bürünerek, LİNÇÇİ (sağcı) / Shakespeare çocuklarının egemenliğindeki Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu'nun, hem de "Bilim ve Toplum" bölümünde kalemiyle âdeta cirit atmaktadır.
LİNÇÇİ (sağcı) / Shakespeare çocuğu Fırat Güllü'nün dangalakça kaleme aldığı yazıyı bir okuyup LİNÇÇİ (sağcı) / Shakespeare çocuğu olmadığınız için bin şükrediniz!
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
Bir Politikacı Olarak Üniversitede Konuşmak
LİNÇÇİ Fırat Güllü
12 Aralık 2010
Shakespeare'in Coriolanus adlı oyunu bir halk ayaklanması sahnesiyle başlar. Halk hububat fiyatlarında yaşanan spekülatif fiyat artışını protesto etmek için kısmi olarak silahlanmış bir biçimde senatoya doğru yürümektedir. Ancak bu kalabalık grup güçlü bir orator olan senatör Agrippa ile karşılaşınca bir duraksama yaşar. Agrippa onlara Shakespeare'in Latin kaynaklardan devşirdiği bir mesel anlatır ve kalabalığı yatıştırmayı başarır. Yüzyıllar sonra Doğu Berlin'de Berliner Ensamble'da (Ensemble) oyunun sahnelenmesi gündeme gelince Brecht ve öğrencileri bu sahne üzerine tartışmaya başlarlar. Dramaturglardan birisi halkın bu kadar kararsız çizilmesinden ve bir Patrici'nin laf salatalarından bu denli etkilenmesinden rahatsız olur. Brecht temkinlidir ve bir klasikle hesaplaşırken metnin olanaklarını iyice anlamak gerektiğini vurgular. Eğer mümkünse metne hiç dokunmadan bu sorunu çözmeyi deneyecektir. Bu toplantının ardından Brecht metni yeniden kaleme alırken bu sahneyi şu şekilde değiştirir: Agrippa'nın tiradı sırasında arkaya sessizce -hatta senatörün kendisinin bile duyamacağı (duyamayacağı) kadar sessizce ama karşıdaki halk kalabalığının görebileceği kadar açık ve seçik bir biçimde - bir lejyon birliği yerleşir. Senatör konuşma hünerlerini sergilerken arkasında ona sahip olduğu politik gücü sağlayan gerçek kuvvet durmaktadır. Bu durumda halkın kararsızlığı belagat sanatının etkilerinden ziyade silahlı güçlerin acımasızlığından kaynaklanmaktadır.
Geçtiğimiz gün iki politikacının bir üniversitede konuşma yapmaya çalışmasıyla başlayan olaylar bana yukarıdaki sahne ile ilgili tartışmaları hatırlattı. Bilindiği gibi öğrenciler buna izin vermedikleri için ve kullandıkları yöntemler ileri sürülerek faşist olmakla suçlandılar. İddiaya göre konuşmacıların ifade özgürlüğü ellerinden alınmıştı. Üstelik bu iki politikacıdan birisi sadece sözlü protestoyla karşılaşırken diğeri doğrudan bir fiziki saldırıya uğramıştı. Bu kabul edilemezdi. Ardında (Ardından) çeşitli analizler yapıldı. Politikacıların tüm dünyada gençliğin gözünden düştüğü söylendi. Üniversitelerde yaşanan bu ve önceki saldırılar bu tespitle bağlantılandırılmaya çalışıldı. Çok doğal olarak kısa süre önce gerçekleşen bir başka olaya refarans (referans) yapıldı ve polisin sık sık öğrencilere karşı orantısız şiddet uyguladığı hatırlatıldı. Tüm bunlar kısmen doğruluk taşıyordu ve madalyonun farklı yüzlerini keşfetmemizi sağlıyorlardı. Ama başka bir önemli noktanın yeterince üzerinde durulmadı. Tüm bu kamplaşmada hükümetteki AKP’nin kendisiyle ilişkili olarak ürettiği bir imajın hiç katkısı yok muydu?
Öncelikle şunu hatırlayalım: AKP hükümeti uzun süreden beri kamuoyuna kendisini silahlı kuvvetlerin gölgesinden kurtulmaya çalışan bir sivil girişim olarak sunmakta. Bu anlamda da her alanda demokratik yöntemlerin en büyük savunucusu olduğunu iddia etmekte. Elbette ki bu söylem pek çok kesm tarafından desteklenmekte ve hükümetin askeri vesayetle giriştiği mücadele onay görmekte. Ama üniversite sıralarından bakılınca AKP hükümeti gerçekten de bu denli sivil mi görünmekte? Büyük ihtimalle hayır. Üniversite sıralarından bakıldığında muhtemelen Burhan Kuzu ne söylerse söylesin arkasında sessizce -belki de kendisnini (kendisinin) bile farkına varamayacağı kadar sessizce ama karşıdakilerin rahatça göreceği kadar açık seçik biçimde- bir lejyon kuvveti durmakta. Öyle olunca birileri de sormadan edemiyor: "Arkanda bu lejyon kuvveti dururken nasıl demokratik bir diyaloğa soyunduğunu iddia edebilirsin?"
Tabbi (Tabii) diğer yandan yumurta atma eyleminin kendisi ne kadar haklı görülebilir? Eylemi düzenleyen inisiyatif bu eylemin belli bir mantığı olduğunu savunuyor: Sokaklarda fikirlerimizi demokratik biçimde ortaya koymamıza izin vermezseniz siz de üniversitede bu hakkı kullanamazsınız. Sokak literatüründe bu davranışın karşılığı "nasıl olsa sen de bizim mahalleden geçersin" tavrıdır. Ama şu gerşeği (gerçeği) de es geçmeyelim: Sonuçta devletle şiddet oyunu oynarsanız kazanma şansınız yoktur çünkü kuralları her zaman devlet koyar.
CHP'li bir vekilin üniversite salonlarında neden fiziki olmasa da sözlü bir saldırıya uğradığını analiz etmek ayrı bir yazının konusu. Biz şimdilik AKP’nin kamuoyu nezdindeki imajını sorunsallaştırmaya devam edelim: AKP'nin en liberal isimlerinin bile üniversitelerde ancak özel güvenlik önlemeleri (önlemleri) alınarak konuşabilmeleri biraz da kendilerinin yarattığı ceberrut polis devleti imajından kaynaklanıyor olabilir mi acaba? Herkes bilir ki bu şiddetten en çok aykırı sesler çıkaran üniversiteliler muzdariptir. Eğer özelde AKP'liler, genelde tüm politikacılar, üniversitlerde ve diğer kamusal alanlarda gerçekten demokratik yöntemlerle fikirlerini ifade etmek istiyorlarsa oradaki mevcudiyetlerini devletin silahlı güçlerini kontrol etme yetkisinden değil, gerçekten halkın temsilcileri olmalarından aldıklarını bizlere daha net bir biçimde hissettirebilmelidirler. Bunun yolunun da adları gibi "deli kanlı" ("delikanlı") olan üniversiteli gençliği sucuklu yumurta yemeğe davet etmekten geçmediği ortada.
(Kaynak: bgst.org)