18 Aralık 2010 Cumartesi

İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sahne amirliği yapan, yazı yazma özürlü ve LİNÇÇİ Savaş Aykılıç, 2500 yıllık "TRAGEDYA"ya, "TRAGETYA" kostümü giydirdi!!

Oyun'un notu: Yazıdaki bariz yazım yanlışlarını kırmızı renkle belirtip, doğrularını yeşil harflerle biz yazdık.

Ayrıca, yazı yazma özürlü LİNÇÇİ Savaş Aykılıç'ın tümceler arasında, bırakması gerektiği hâlde bırakmadığı noktadan sonra gelen boşlukları ve tümcecikler arasında bıraktığı virgül boşluklarının fazlalığıyla bazen hiç boşluk bırakmama boşvermişliğini biz yeniden düzenleyerek, bu saçma sapan yazıyı, az da olsa, okunur kılmaya çalıştık!


***


2500 yıldır "TRAGEDYA" olarak kullanılan tiyatro kavramı, bugünden başlayarak "TRAGETYA" olarak kullanılacak!


***


İSTANBUL DEVLET TİYATROSU - ÜSKÜDAR TEKEL SAHNESİ'NDE BİR ÖTEKİLEŞME TRAGETYASI (TRAGEDYASI) ; "BAŞTAN ÇIKARMA"


Savaş Aykılıç
18 Aralık 2010


YAZAN : CHARLES BATTLE
ÇEVİREN : ZERRİN YANIKKAYA
YÖNETEN : MEHMET BİRKİYE
DEKOR TASARIM : EFTER TUNÇ
GİYSİ TASARIM : NALAN ALAYLI
IŞIK TASARIM : İ.ÖNDER ARIK
MÜZİK : ÇAĞRI BEKLEN
HASSAN : KUBİLAY KARSLIOĞLU
GUİLLEM : SAYDAM YENİAY
AİXA : HARE SÜREL

ÖZET : (Oyun broşüründen.)

"Katalanların (İspanya) yeni yazar kuşağının en önemli temsilcilerinden Charles Battle’den tam bir modern zaman tragetyası (tragedyası). Hassan, Fas’tan kaçak yollarla Berselona (Barselona)'ya gelmiş kızını (Ayşe) aramaktadır. Tanıdığı tek kişi yıllar önce köyünde çekilen filmin senaristinin oğlu Guillem’dir. Üçünün kaderi Guillem’in evinde kesişir.

Oyun, insanca yaşamak için ödenen insanlık dışı bedelin, Avrupalı olmak için tüm Avrupalı değerlerden vazgeçmenin, kültürlerarası farklılıkların sade, içburan, insan ölçeğindeki hikayesi.”

ENTELEKTÜEL DÜZEY

Oyun ile ilgili izlenimlerime ve analize geçmeden önce hemen belirtmelim ki; son zamanlarda izlediğim entelektüel düzeyi en yüksek (ve üstelik de bunu en yalın şekilde yapabilen) bir oyun ile karşılaştım.

STÜDYO TİYATROSU GELENEĞİ VE MİRASI

İstanbul Devlet Tiyatrosu Üsküdar Tekel Sahneleri’ndeki Stüdyo Sahnesi’ndeyiz. Burası sahnenin ve sandalyelerin oyunun ihtiyaçlarına uygun olarak hemen her oyunda değiştirilerek yeniden düzenlenebildiği bir Deneme Sahnesi (deneme sahnesi).

"Stüdyo Sahnesi” adı-bilebildiğim kadarı ile- ilk kez Konstantin Stanislawsky (Konstantin Stanislavski) tarafından Moskova Sanat Tiyatrosu’nda kullanıldı. Sanat düzeyi yüksek, modern , denemeci (avangard) oyunlar sahnelenmesi için kurulan bu birim tiyatro sadece aydın, sanatçı ve entelektüel davetlilere sesleniyordu. Wagtangov (Vakhtangov), Tairov, Meyerhold gibi büyük Rus (Avangard) tiyatro yönetmenleri hep bu Stüdyo Sahneden ve onun geleneğinden yetiştiler. Tiyatro sanatını daha da ileri götürmek amacı ile modern tiyatroyu öngören bir dolu deneysel oyuna imza attılar…

Peki ama İstanbul Tekel Stüdyo’su bu “Stüdyo Tiyatrosu Geleneği”nden ve mirasından ne ölçüde yararlanabiliyor? Bu sorunun cevabına geçmeden önce dekordan başlayalım söze…

DEKOR

Bu sahnede en son Ankara DT yapımı "Bir Delinin Hatırası" ("Bir Delinin Hatıra Defteri") oyununu izlamiştim (Bkn. (Bkz.) Aynı adlı eleştiri yazılarım: tiyatrodunyasi.com, tiyatronline.com vb.) O oyunda dekor ortada ve izleyici (sandalyeleri) de bu dekorun çevresinde idi.

Bu oyunda ise (aşağı yukarı 10 x 40 metrelik) dikdörtgen alan diklemesine ikiye bölünmüş; girişte sağda yüz kadar sandalye ve solda bir uçtan diğerine oyun alanı yer alıyor. Ortada seyirci ile oyun arasında iki üç metrelik boş bir alan bulunuyor.

Oyun alanı 30 cm civarında ahşap bir yükseltiden (ki kimi estrat kimi de platform diyor) oluşuyor. Dekor adına sahnenin her iki başında çift kanatlı iki ahşap dev kapı var ki konak-köşk-şato vb. bir mekanı imliyor gibi. Ayrıca aralarında birer metre boşlukla (sağdan sola doğru) altında kitaplar ve üstünde şamdan ve resim çerçevesi vb. objeler bulunan bir sahpa (sehpa), ortada üzeri-oyun sırasında antika olduğu ortaya çıkacak-kristal kadehler, küçük heykelcikler vb. dolu ve yanları gösterişli ağaç işçiliği ile bezeli birkaç yüzyıllık bir büfe-dolap ve solda çerçevesi işlemeli ve yaldızlı bir başka antika eşya olarak bir boy aynası. Son olarak da sağ ortada duran, topuzları ve metal kısmı prinç olan iki kişilik bir karyola. Üzerinde de-oyun sırasında öğreneceğimize göre- on dokuzuncu yüzyıldan kalma bir yatak örtüsü…

Platform üzerine döşeli-belli olmayan- bir ray üzerinde ve kendi ekseni etrafında da dönebilen bu karyola sahnedeki hangi dekor parçasının önüne giderse; diğer yerler yatak odası, üst kat, salon, balkon vb. mekanlara dönüşüyor. Veya –kendi ekseninde dönerek-yatak açı değiştirdikçe bazen de aynı odadaki farklı dekor parçalarını (ayna, dolap, büfe) fonda görüyoruz diye yorumlanabilir.

Kısaca biraz görgüsüzce de olsa çeşitli dönemlerden antika eşyalarla dolu bir “burjuva” veya soylu bir ailenin evindeyiz. (Sonradan bu “burjuva”dan insan kaçakçılığı ve sömürü ile “soylu”dan da artık köhnemiş –çürümüş ve kendini yenileyemeyen Batı’nın –geçmişte yaşayan-bir ölü evini anlamamız gerektiğini öğreneceğiz.)

DEKORDA DENENEN SİNEMA VE VAGON TEKNİĞİ

Niye dekoru bu kadar uzun ve ayrıntılı anlatmaya çalışıyorum? Çünkü iki farklı teknik birleştirilerek eritilmeye çalışılmış dekorda. Birincisi ortaçağ vagon sahne düzeni (vagon yerine at arabalarını da koyabilirsiniz;örneğin Taksim- Beyoğlu-Tünel’de on ayrı noktada on at arabasının (ya da tekerlekli vagonun) bir oyunun on ayrı sahnesini dolaşarak oynadığını düşününüz)…Bu vagon tekniğinden yararlanarak veya esinlenerek oyundaki beş sahne vagon yerine karyola kullanılarak dekor ve mekan değişimi gerçekleştirilmiş gibi gözüküyor. (Ben olsam bu oyunu seyircileri her sahnede başka bir mekana yürüterek; “Montrealli İsa” filminde İsa Oyunu’ndaki gibi- beş ayrı sahneyi stüdyoda başlatır sonra da büyük fuaye, merdivenler, 2.kat,büyük sahne fuayeyi dolaştırır ve Tekel Sahnesinin (Sahnesi'nin) sahnesinde bitirirdim! Şaka bir yana 1989 yılında Hamdi Alkan ile yaptığımız “Danton’un Ölümü” adlı oyunu İstiklal caddesinin (İstiklâl Caddesi'nin) başındaki Fransız Kültür Merkezi’nde oynarken Şehir Tiyatrolarından (Tiyatroları'ndan) ödünç aldığımız dev giyotini sahneye sığdıramayınca bahçeye kurmuştuk Eftal Gülbudak ile ve oyunu son sahnesinde seyirci ve oyuncular birlikte alt kattan bahçeye çıkıyor ve finali bahçede oynuyorduk ve daha ortalarda “Montrealli İsa” filmi yokken!)

İkincisi ise sinama tekniği ve kamera açıları. Oyunun tamamına sinmiş olan hayat-kurgu ikilemi - metnin yazımından ve anlatımından gelen ihtiyaçla dekorda da kendisini yatağın değişik açılarda kendi ekseni etrafında döndürülerek mekanların farklı açıları ve görünümleri elde edilmiş.

Sonuç olarak dekordaki bu her iki (vagon ve sinema) teknik denemesi rejinin oyun yeri ve seyir yeri ikilisine getirdiği (kriz ve doruk noktaların parlatılması ve duygu abartılması yerine soğukkanlı ve akılcı -bir gözlemci seyircinin hikayenin içinde kaybolması ve sonunda tutkularından arınması-katharsiz (Katarsis: Fr. catharsis, İng. catharsis, Yunanca: ΚάθαρσιςΚάθαρσις)- yerine; hikayeyi bir sinema uzak açısından subjektif değil objektif olarak izleyerek oyunun sonunda da “hikaye” üzerinde yeni kurgular ve anlamlar keşfederek –deyim yerinde ise- bilinçlenerek çıkmasını hedefleyen…) yeni yorumla tam bir uyum içinde birleşiyor ve ortaya hem avangard hem de bizden, içten bir oyun ortaya çıkıyor. (Stüdyo Sahnesi adına ve geleneğine uygun bir oyun olmuş sonuçta denebilir.)

Oyun, kurgusundan işlenişine, olaylar örgüsünden akronik sahne sıralamasına kadar her şeyi ile yeni ve deneysel bir oyun. İncelmiş bir sinema ve tiyatro kültürü olmayanların oyunu alımlamada ve bu deneyden keyif almada zorlanabilecekleri ortada.

EPİK-DRAMATİK (ANLATI-CANLANDIRMA) İÇİÇE

Her şeyden önce Hassan-Guillem ve Guillem-Ayşe sahnelerini saymazsak (ki o sahnelerin de hemen tamamında) hikaye aynı zamanda hem oynanıyor (yaşanıyor) ve hem de anlatılıyor. Epik (anlatı) ile Dramatik (dramatik) (canlandırma) aynı kotada eritilmeye çalışılıyor.

BRECHT KARŞILAŞTIRMASI

Oyun bu hali ile Brecht estetiğine hem benziyor ve hem de benzemiyor. Benziyor; bu oyun da Brecht’in Epik (epik) oyunlarındaki gibi her sahnenin kendi içinde bir bütün olması izleğini taklid (taklit) ediyor ama başka bir yorumla: Sahne başlarında, fona, sinema perdesinde olduğunda gibi , “5-4-3-2-1” , “1. Sahne: Guillem-Hassan” yazıları düşürülerek hem seyirciye sinema yanılsaması üzerinden bir tiyatro salonunda olduğu hatırlatılıyor ve hem de bu oyunun, bir filmin çekilen beş sahnesinden oluştuğu konsepti (çerçevesi) (kavramı, anlayışı, görüşü, düşüncesi, düzeni, tarzı) vurgulanıyor.

ÖZDEŞLEŞTİRME VE YABANCILAŞTIRMA DA İÇİÇE

Brecht’in Epik Tiyatrosu’nda kullandığı “yabancılaştırma” efektinin yerini kurgu ve kurgudaki bir sıçrama-atlamanın aldığı söylenebilir. Örneğin Aixa, babasının ölüm sahnesini oyunda iki farklı zamanda ve iki farklı bakış açısıyla ve tam oyunun bu en doruk sahnesi anlatılırken hikayeyi geçmişte bir başka ana sıçratıyor veya şimdi ve buraya getiriyor. Böylece hem gerilimi (ne olacak, nasıl olacak; merak duygusu) artırıyor ve hem de çözümü öteleyerek araya başka bir birim koyuyor ve böylece o anın resmini adeta donduruyor. Böylece biz seyirci olarak örneğin Aixa’nin yaptığı kaçak gemi yolculuğu sırasında uğradığı tecavüzden babası Hassan’ın ona zorla yaptırmak istediği evliliğe ve babasına olan nefretine acıyı (her iki acıyı özdeşleştirerek-birleştirerek) katlayarak geçiyoruz. (Bkn. (Bkz.) Sinemada "zincirleme".)

Ama hemen arkasından babasını balkondan ölüme itenin Aixa olduğu itirafı gelince ; az önce (acısına) özdeşleştiğimiz Aixa’ye bir anda “yabancılaşıveriyoruz”. Brecht’in politik tiyatro estetiğinde bilinçlenmeyi sağlayan sosyolojik bir değer olarak "yabancılaşma"; bu oyunda yerini tamamen psikolojik bir “yabancılaşmaya” bırakmış (dönüşmüş) görünüyor.

Diğer bir deyişle Aixa’nın bu eylemini –kendi içinde tutarlı ve mantıklı buluyor; (intikamını) aklımızla anlıyor ancak duygularımızla yadsıyor, bir babaya karşı yapılan böyle bir haksızlığı kabullenemiyor ve isyan ediyoruz.

OYUN NE ANLATIYOR

Üç kişi , aynı hikayeyi, kendi bakış açılarından ve kendi hikayeleri ile birlikte anlatıyorlar da denilebilir. Üstelik de birbirleri ile –neredeyse- baba-oğul (baba-damat) ve gelin-güvey; tek bir aile olacak (olabilecek) bu üç kişi; üstelik birbirlerini yenileyecek ve güçlendirebilecek iken ve yine üstelik akraba olabilecek ve aynı evde yaşayabilecek iken nasıl (dışsal da değil) içsel bir engel ile birbirlerine yabancılaşmalarını (ötekileşmelerini) ve sonunda da ilişkilerinin bir trajedi ile bitmesini anlatıyor bu oyun.Üstelik de her üçü de oyunun değişik yerlerinde ama hep aynı şeyi; "kendi kaderini kendi tayin etme hakkı"nı istemelerine ve kimsenin kendilerine bir şey dayatmamasını söylemelerine karşın…

TEMA-ANAFİKİR-ÖNERME

Yazar bu oyunu ile bize sanki “birlikte yaşamak” kaderleri iken; kendilerine dayatılana karşı gelme içgüdüleri ve yanlış anlamaları yüzünden insanların nasıl birbirlerine yabancılaşarak ötekileştiğini ve hayatı nasıl bir trajediye dönüştürdüklerini anlatmak için yazmış gibidir.

ÜÇ AYRI DÜZLEMDE SİNEMA TEKNİĞİ

Sinema tekniği oyunda üç farklı düzlemde kullanılmış. İlki duvara yansıtılan projeksiyonla bir film izliyor yanılsaması yaratılarak.

İkincisi ise oyunda “canlı!” olarak kullanılan bir video kamerası ile. Oyuncular oyun boyunca iç konuşmalarını (ve oyunun tamamını) bu kameraya yapıyor yanılsaması üzerinden seyirciye “anlatıyorlar” hikayeyi ya da oyunu.

Üçüncü olarak da tüm hikaye sinema diliyle; kurgu (montaj) yolu ile, bütünlük parçalara keserek ve yeniden birleştirilerek parçalı bir biçimde “anlatılıyor”.

“YAZARA SAYGILI” REJİ

Rejide (Mehmet Birkiye) ilk göze çarpan şey; yazara ve yazdığına sonuna kadar saygı ve onun bütün parentez içlerini birebir uygulama… Hiç kuş kondurmadan (işlevi olmayan süs katmak anlamında), tamamen yazara sadık kalarak temiz, titiz, yalın ama içten bir oyun çıkarmış ortaya. Parentez (Parantez) içlerini uygulamakla birlikte sinema ve açı düşüncesini daha da geliştirmiş; deneysel bir dekor üzerinde (dekoratör Efter Tunç ile) yenilikler tasarlamış. Oyuncukta sinema tekniğinden gelen değişik açılara oynama denemelerine girişmiş cesurca.

Beklan Algan hocamız (Allah rahmet eylesin) sanatın ve sanatçının (rezil olma da dahil) risk almadan gelişemeyeceğini söylerdi. Mehmet Birkiye de bu oyunla risk almış ve bunun sonucunda oyunun görünmeyen dördüncü oyuncusu olarak alkışı -üç oyuncumuz kadar- o da hak ediyor.

OYUNCULUK

Axşa’da Hare Sürel, dokunaklı, incelikli, özenli bir oyunculukla göz dolduruyor. Axşa’nın Faslılığı, doğululuğu ama batıya olan hayranlığı, bu uğurda tutkuları ve hırsları, babasının dayatmasına karşı isyanı, insan ruhunda tahribatlara yol açan zorlanmaları, geçmişi ile geleceği (baba sevgisi ile yeni bir yaşam sevgisi arasında kalması … kısaca trajedisi oyunculukta alın teri göz nuru ilmek ilmek işlenmiş rafine bir performansla sahneye geliyor. Seyir keyfi yoğun bir oyunculuk sergiliyor. Gençlik, güzellik ama ille de çok çalışmak ve çok emek, yüksek bir konsantrasyon ve iç aksiyonla pırıl pırıl bir sahne enerjisi ortaya seriliyor.

Hassan rolünde Kubilay Karslıoğlu, belleklere kazılacak bir kompozisyonla karşımızda. Fas’lı sempatik adamı (sinemada olsa) Ömer Şerif ile; mertliği oynamada Fikret Hakan ile; iş zorbalığa ve “eşkıya”lığa döküldüğünde de Şener Şen ile kıyaslanabilecek bir oyunculuk performansı sergiliyor. “Doğu” insanının Batı karşısındaki önyargısızlığını, saflığını, iç temizliğini, ezilmeye ve sömürüye karşı onurlu duruşunu ve direnişini olanca incelikleriyle ve ustaca işliyor.

Guillem’de Saydam Yeniay bir yıldız gibi parlıyor. Batı iki yüzlülüğünü, kalbi ile çıkarları arasında kalmasını , soyluluk ve kibarlık maskesi arkasında saklanan önyargılı, ırkçı ve Firavun ruhunu, her şeye rağmen Axşa’ya olan aşkını ve tutkusunu, ama önyargıları ve yanlış anlamaları yüzünden (biraz da paronoya) (paranoya) bu güzel aşkı çirkinleştirmesi ve sevdiği kadını geneleve satacak kadar adileşebilen, tecavüz ederek vahşileşebilen ve ilkelleşebilen bir “işadamını” olanca renkliliği ile sahneye taşıyor.

IŞIK

Işık (Önder Arık) da sinema tekniğinden yararlanarak tasarladığı ışık tasarımında yatağı ve ay ışığını her sahnede farklı bir (kamera) açıdan aydınlatma yoluna gitmiş. Oyuncuların seyirciye baktıkları ve kendi içlerine (bilinçaltlarına ve bilinçaltı geçişlerine) odaklandıkları yerlerde seyirci olarak daha çok ışık ve daha çok oyuncunu gözbebeğini görmek istedim nedense.

MÜZİK

Müzikleri yapan ve Avusturyada (Avusturya'da) akademik müzik eğitimine devam eden Çağrı Beklen’in de bu oyuna sinema tadında bir müzik yapmasında şaşılacak bir yan yok sanırım. Kaderi birbiriyle kesişen üç oyun kahramanın trajedisi üç ayrı enstrümanda (keman, viyolensel (viyolonsel), çello?) ve bu sefer de müzik dili ile bir araya gelip kederin, acının ve üzüntünün senfonisini çalıyor gibiler.

GİYSİ

Giysiler tasarlayan Nalan Alaylı gerçekçi ama ayrıntılı ve incelikli kostüm tasarımıyla üzerine düşeni fazlasıyla yapmış. Özellikle Aixşa’nın dönüşümümü veren eski ve yeni elbiseleri (üzerinden eski Fas’lı fakir hayat ile yeni İspanya hayatı karşıtlığı) başarıyla verilmiş.

OLAYLAR ÖRGÜSÜ

Oyun, Fas’lı Hassan’ın (Kubilay Karslıoğlu), İspanya’da eski bir tanıdığının oğlu olan bir işadamı (ne tür bir işadamı olduğunu sonradan öğreneceğiz; Aixa’nın yasadışı yollardan kaçak insanları (mülteci) taşıyan bir organizasyonun başı olan Guillem’in (Saydam Yeniay) evine gelmesi ile açılıyor.

Hassan’ın –içeri odada,banyoda traş olan Guillem’e ve Guillem’in açık bıraktığı videoya- dönerek anlattıklarından anladığımız kadarı ile (başkasını bilmem ama benim anladığım!) Hassan Berselona'ya (Barselona'ya) Fas’taki evinden kaçan kızını aramak ve bulmak için yasadışı yollardan (kaçak olarak) gelmiştir. Guillem’in senarist ve sinemacı olan babası Fas’ta film çekerken Hassan da bir delikanlı olarak bu filmde figüranlık yapmış ve prodüksiyonun ayak işlerinde çalışmıştır. Gidecek başka yeri olmayan Hassan, İspanya’da tanıdığı tek kişi olan Guillem’e başvurur. Hassan, gençliğinde, ilerde bir kızı olursa onu Guillem ile evlendirmeye Guillem’in babasına söz vermiştir. Guillem, baba yadigarı yaşlı adama acıyıp 900 evro (Euro)borç para verir.

Bu sırada Hassan’ın kızı Aixa (Hare Sürel) da İspanya’da –artık nasıl olduysa-hizmetçi olarak bula bula Guillem’in evini bulmuş ve burada işe girmiştir. Aixa, Guillem’in babası ile kendi babası Hassan’ın dost olduklarını ve dolayısı ile babasının kendisini zorla evlendirmek istediği adamın –aslında-Guillem olduğunu bilmemektedir. Guillem de önce hizmetçisi ve sonra da aşık olup evlenmeye kalkışacağı Aixa’nın, Hassan’ın kızı olduğunundan haberi yoktur. Bu yüzden Guillem, Hassan ve Aixa’yi (kızını bulan babayı) kapıda birbirlerine sarıldıklarını görünce yanlış anlar ve baba kızı iki aşık sanır. Guillem, aldatıldığını düşünerek (dehşet bir komplo ile karşı karşıya olduğuna hükmeder) gizlice eve girer ve alt kattaki mutfakta Aixa’nın babasına çay demlediği bir sırada üstkata çıkar ve tamir için kaldırılan balkon demirliklerinin arasından sevgilisinin aşığı sandığı adamı, yani Hassan’ı aşağı iter ve kaçıp saklanır.

Üst kattan gelen gürültülere koşan Aixa, babasını balkon demirliklerine asılı bulur. Normalde elini uzatıp babasını kurtarması gerekirken Aixa’nın aklına Oscar Wilde’nin "-İnsanın baştan çıkması o insanın aslında kötü olduğunu göstermez!” sözü gelir. Babasının kendisini “zorla” evlendirmeye kalkması, bu “kaderden” kaçarken yolda insan kaçakçılığı yapan kaptanın “zorla” kendisine sex (seks) yaptırılması aklına gelir ve o da bir anlamda biraz “baştan çıkarak” biraz da öfke ve nefret hezeyanından çıldırarak babasının pervaza tutunmuş ellerini ayağı ile çiğnemeye başlar. Babası düşer ölür.

Eve polisler gelir (oyunda polisleri görmeyiz, Axşa’nın ağzından anlatılır), Aixa’ye düşen adamın aşığı olabileceği imalı sorular sorarlar. Aixa hapse düşmemek ve Fas’a geri gönderilmemek için susar. Guillem de kendisi ile konuşmaz. Aixa da Guillen için bir video kaset doldurarak her şeyi itiraf etmeye karar verir. İkinci ve Dördüncü Sahnelerde (dördüncü sahnelerde) Aixa'nın sevgilisi Guillem için (yüzüne söyleyemediklerini anlattığı ) bir video doldururken görürüz. Fas’ta iken babasının tanımadığı biri ile evlenmeye zorlaması üzerine “ne yapacağına başkalarının değil, kendisinin karar vererek” Fastan (Fas'tan) kaçıp nasıl İspanya’ya geldiğini, gemi yolculuğu sırasında nasıl tecavüze uğradığını , babasının da peşinden gelerek kendisini nasıl bulduğunu, evi gezerken babasının üst kattaki balkonun tamir edilen parmaklıklarından nasıl düştüğünü, ölümün yatak odasında gerçekleşmesi yüzünden Guillem’in Aixa’nın aşığını içeri aldığından nasıl şüphelendiğini, balkondan düşen adamın Aixa’nın aşığı değil babası olduğunu nasıl söyleyemediğini vb. her şeyi anlatır Aixa (video üzerinden ) Guillem’e (Guillem üzerinden de seyirciye)…

Üçüncü Sahnede (sahnede) Guillem ve Hassan (simgesel yoldan buna ister Batı ve Doğu; isterseniz de Emin Mailof’un (Amin Maalouf'un) deyimi ile dünyanın gelişmiş kuzey yarımküresi ile geride kalmış olan güney yarımküresi deyin) önce birbirlerine dostça sarılırlar. Ama sonra dil, düşünce ve algı farklılıkları ile birtakım yanlış anlaşılmalar sonucu bu iki adamın (iki farklı dünyanın) nasıl adım adım birbirlerine yabancılaşarak ötekileştiğini ve nasıl birbirlerinden uzaklaşarak birbirlerini tehdit ettiklerine (düşmanlıklarına) tanık oluruz. Beşinci Sahne (sahne): İşin trajik yanı şudur ki Guillem, Aixa’nın –ikinci sahnede doldurduğu- kaseti hiç izlemeyecektir. Eline geçtiği final sahnesinde ise (Aixa’nin elleri ve ağzı Guillem tarafından yatağa bağlandığı için) kaseti çıkarıp Aixa’ya atacaktır. Böylece başka bir trajediye sebep olacaktır:

Guillem, aile büyüklerinden kalan yüzüğün içine Aixa adını yazdırdırıp evlenme teklifi yapmak üzere eve geldiği sırada, kapıda, Hassan ve Aixa ‘nin birbirlerine sarıldıklarını görerek Aixa’nın kendisini (Hassan ile) aldattığını sanacaktır ve intikam almaya karar verecektir. (Hassan’ın ilk sahnede anlattığı kızının Aixa olduğunu bilmeden tabii ki.)

Böylece Guillem, Hassan’ı balkon korkuluklarından aşağı itecek ve onun ölümüne sebep olacaktır. Sinema okumuş ama sinemacı olmak yerine insan kaçakçılığı işi yürüten bir “işadamı” olan Guillem ; aynı zamanda bir sinema meraklısı olarak Almodovar’ın “Bağla Beni” filmini taklidle Aixa’yı yatağa bağlıyarak önce-tıpkı insan kaçakçısı kaptanın deniz yolunda yaptığı gibi- “zorla” Aixa’ ile cinsel ilişkiye girecek ve sonra da kızı bir dostunun işlettiği geneleve satacaktır.

HAMARTİA (TRAJİK HATA)

Tragedya karakterinin sahip olması gereken özelliklerinin başında, "ahlak yönünden iyi olmaları gerektiği" gelir. Tragedya kahramanı seyircide istenen etkiyi uyandırabilmesi için -ki bu istenen etki,seyircinin karaktere yakınlık duymasıdır- seyircinin ahlak duygusuna ters düşmemelidir.

Tragedya kahramanı iyi olmalı, ama ondan ders alınacak zaafları ve yanlışları da yapısında barındırmalıdır.

Yani iyi karakterin de bir hatası olmalıdır. İşte bu hataya "hamartia", yani trajik hata denir. Oyun kişisini, tragedyanın sonundaki kaçınılmaz yenilgisine götürecek olan hamartiasıdır. Karakter yaptığı bir hatayla bahtında bir dönüşüm yaratır ve ortaya trajik bir durum çıkar. Seyircinin korku ve acıma duygularının harekete geçmesini destekleyen hamartia, genellikle elde olmadan yapılan bir hata, işlenen bir suçtur.

“BAŞTAN ÇIKARMA” OYUNUNDA HAMARTİA (TRAJİK HATA)

Axşa’nin hamartia’ları; trajik hataları; 1.) Babasının söz verdiği evliliğe ve kendisi için (başkalarının çizdiği) kadere karşı çıkarak evinden kaçması… 2.) Babası Hassan peşinden gelip de kendisini bulduğunda; babası ile sevgilisi Guillem’i tanıştırmamasıdır. Bu yüzden bu olay, Guillem’in baba-kız (Axşa ve Hassan) karşılaştıklarında (Guillem’in evinde) birbirlerine sarılmalarını yanlış anlaması ve onları sevgili sanmasına (kendisini de onlar tarafından aldatıldığını düşünerek) Hassan’ı öldürmesine yol açacaktır. Hassan’ın hamartia’ları; trajik hataları; 1.) Guillem’in babasına, ileride bir kızı (Axşa) olduğunda, onu Guillem ile evlendireceğine söz vermesi… Bu hata her üçünün de (Hassan, Guillem ve Axşa) felaketlerine neden olacaktır zira. 2.) Guillem’e kızından söz ederken adının Axşa olduğunu söylememesi; dolayısı ile yukarıda sözü edilen yanlış anlamaya ve felekete neden olacaktır.

Guillem’in hamartia’ları; trajik hataları ise; 1.) Evine hizmetçi olarak aldığı –yıllardır kaçakçılığını yaptığı ve aşağıladığı kara renklilerden- genç ve güzel bir kadına; aynı zamanda da babası ile Hassan’ın birbirlerine söz verdikleri; Axşa’ya aşık olması. 2.) Axşa’nin gerçekleri (balkondan düşüp ölen ve resmi kayıtlara hırsız diye geçen adamın aslında öz babası olduğunu) anlattığı video kasetlerini hiç izlemeyip (yatak sahnesinde) Axşa’nin yüzüne atarak kırması ve izlememesi olduğu söylenebilir.

BAHT DÖNÜŞÜMÜ (PERİPETİA)

Peripeti'yi kısaca, karakterin alınyazısında ortaya çıkan bir baht dönüşümü olarak tanımlayabiliriz. Bu tanımdan da peripeti kavramı ile hamartia arasında sıkı bir ilişki olduğu anlaşılır. Trajik kahraman yaptığı hatayla (hamartia) yazgısında bir dönüşüme (peripetia) neden olur ve o noktada, -Poetika'nın XI. bölümünde belirtildiği gibi- hareketler, düşünülenin tam tersine döner.

BAŞTAN ÇIKARMA” OYUNUNDA BAHT DÖNÜŞÜMLERİ (PERİPETİA)

Axşa’nın baht dönüşümü (peripetia); olaylar örgüsünde , iki defa karşımıza çıkıyor: Birincisi; Babası (Hassan) onu bir çeşit beşik kertmesi(Guillem) ile evlendirmeye kalktığında Tanrı’nın sesini duyarak Fas’tan İspanya’ya kaçmaya karar vermesi (Oidipus gibi yazgısından; kehanetten; yani sonradan İspanya’da –bilmeden- sevgilisi olacak Guillem ile yine bilmeden evlenmekten kaçarken tam da kaçtığı kadere yakalanması).

Axşa’nın ikinci baht dönüşümü; peripetia’sı; babası Hassan’ın peşinden gelerek İspanya’da kendisini bulması ve bu yüzden beklenen Guillem-Axşa evliliğinin tam tersine bir harekete dönüşmesi; Axşa’nın Guillem tarafından genelev işletmecisi bir arkadaşına satılması...

Hassan’ın baht dönüşümleri: 1.) Kızını Guillem ile evlendirmeye söz veren ve bu yüzden Guillem’i damadı; bir çeşit oğlu olarak gören Hassan; Guillem’in evine gelip de ondan borç aldıktan ve birtakım talihsiz iletişimsizlikler ve yanlış anlamalar sonucu Guillem ile birbirlerine yabancılaşırlar; ötekileşirler ve düşman olurlar. 2.) Kızının peşinden yine kaçak yollarla İspanya’ya gelen Hassan; tam da kızı Axşa’yi bulduğu an kaybeder; kızının mutluluğu için peşinden gelir ama kızının da kendisinin de yıkımına neden olur.

TANI(N)MA (ANAGNORİSİS)

Anagnorisis: "Bulgu" ya da "tanıma" anlamına gelen anagnorisis, karşılığını Poetika'nın XI. bölümünde "bilgisizlikten bilgiye geçiş" olarak bulmuştur. Bir başka deyişle anagnorisis , bir karakterin başka bir karakteri çeşitli yollarla (işaret yoluyla, duygusal ilişki yoluyla,mantık yoluyla, karakteristik özellikler yoluyla, içinde bulunulan durum yoluyla vb.) tanımasıdır. Genellikle Shakespeare oyunlarında, yıllar sonra karşılaşan ya da birbirini hiç görmemiş baba-oğul veya kardeşlerin, bu yollardan biriyle birbirlerini tanımaları anagnorisis kavramının tipik örneklerindendir.

“BAŞTAN ÇIKARMA” OYUNUNDA ANAGNORİSİS (TANI(N)MA)

Axşa ve Guillem, aslında babalarınca aralarında bir çeşit söz kesildiğinden, birbirleri ile evlendirilmek istendiğinden haberleri yoktur. Axşa bu zoraki evliliğe karşı çıkar ve Fas’tan yasa dışı yollarla kaçarak İspanya’da –bilmeden-Guillem’in (aslında –yine- bilmeden evlenmekten kaçtığı adamın) evine hizmetçi olarak girer. Hassan, kızının-kaçtığı kaderine-yakalandığını (tutulduğunu!) anlar; kızı Axşa ona evi; üst katları gezdirip de evlenme hazırlıkları yaptığı adamın bu evin sahibi yani Guillem olduğunu anlattığı an; oyunun anagnorisis’inin; tanı(n)ma’nın gerçekleştiği andır. (Seyirciye bunu Axşa geriye dönüşlerle ve sıradan bir şeymiş gibi -bilmeden-anlatacaktır oyunun ortalarında; kahramanın bilmediği ama seyircinin bildiği bu bilgi ile; yani “ironi” ile. Hassan, bu tesadüfe; kaderin oyununa şaştığını bildiren bir cümle mırıldandığını biz seyirci olarak sonradan Axşa’nin ağzından duyarız.. ) Bir başka ironi ise Axşa ve Guillem’in bu bilgiyi (aslında birbirlerinin kaderi oldukları bilgisini) bir türlü edinememeleri ve birbirlerini öykünün sonuna kadar gerçek anlamda asla “tanı”yamamalarıdır!

KATHARSİS (TUTKULARDAN ARINMA)

Katharsis: Bir tür "iç arınma"dır. Katharsisin kaynağını,seyircinin tragedyanın sonunda duyacağı acıma ve korku duyguları oluşturur. Acıma duygusu, haketmediği halde bir kimsenin yıkıma uğraması karşısında hissedilir. Bu sırada seyircinin arınması ise "özdeşleşme" yoluyla gerçekleşir. Seyirci o anda yaşananların, kendi başına ya da tanıdıklarının, yakınlarının başına gelebileceğini düşünür. Eğer seyrettikleri , seyircinin yaşamına çok yakın, hatta onunkiymiş gibiyse seyirci bu sefer dehşete düşer ve korku duygusuna kapılır. Bu şekilde seyirci, oyunun sonunda duygularını dışa vurarak içindeki kötü düşüncelerden, acı veren öğelerden arındığını düşünür.

“BAŞTAN ÇIKARMA” OYUNUNDA KATARSİS

Nasıl ki bir oyuncu, sahnede oynayacağı rolün önce dramaturgisini yapıyor; rolü üzerine düşünüyor, taşınıyor, biraz da kaşınıyorsa (!); rolünü tasarlıyorsa; bir çeşit yazarlık ve yönetmenlik bilgisinden yararlanıyor ve oyunculuğunun (tasarım aşamasında da olsa) ilk yazarı ve ilk yönetmeni ise; bir yazarın da, aynı şekilde, eserini üretirken oyunculuk bilgisinden yararlanmasına ve bir çeşit (elindeki yazarlık bilgisi ve birikimi ile ) oyun oynamasına da şaşmamalı.

Charles Batlle da böyle bir (oyuncu) –yazar! Sophokles’i, Shakespeare’i, Brecht’i sevdiği belli; antik çağın tragetya (tragedya) kavramları ile, Shakespeare’in oyunlarındaki felsefi altyapıdan etkilenmesi ile, Brecht’in Epik ve Diyalektik Tiyatro teori ve kuramları ile yeniden hesaplaşıyor, onlara yenilikler, yeni yorumlar, yeni bakış açıları getiriyor; tıpkı “Katharsis” konusunda olduğu gibi.

Axşa , ikinci ve dördüncü sahnelerde hikayesini Guillem’e bir video kamerası ve kaseti üzerinden anlatır. Peki ama niye doğrudan seyirciye anlattırmıyor yazarımız Axşa’ya anlattırdıklarını?

Bunun bir nedeni, yazarımızın , seyircisinin Axşa ile kendisini özdeşleştirmesini engellemek ve seyircinin oyunun finalinde bir katharsis yaşayarak arınması ve rahatlamasının önüne geçmek olabilir.

Yazarımızın amacı her gün Brezilya dizilerinde rastlayabileceğimiz türden bir yalın hikayeyi dizi mantığından ve melodramik bir biçemle işlemek olmasa gerek. Onun hedefi bu alışılageldik, bildik öykü üzerinden duygu sömürüsü yapmak değil; dikkatleri akla, mantığa ve “kurguya” çekmek gibi görünüyor.

Bunun için duyguların en abartılabilecek sahneler (Axşa’nın insan kaçakçılığı yapan gemi kaptanının tecavüzüne uğraması, Axşa’nin babası Hassan’nı balkondan ölüme itmesi, finalde Axşa’nin Guillem tarafından yatağa bağlanarak tecavüz edilmesi vb.) yazarca da yönetmence de alabildiğine soğukkanlı ve uzak (video kamerası) açısından veriliyor ve işleniyor.

Bunun nedeni duyguları kışkırtarak bir arınma, boşalma ve rahatlama değil de; öykünün konu edindiği olay ve durumların akıl ile algılanarak “kurgu-oyunun” farkına varılmasını sağlamak olabilir.

Yazarımız arınma konusunda da yapmış yapacağını! Diğer tragetyanın (tragedyanın) temel kavramlarına getirdiği yeni yorumlarda olduğu gibi… Katharsis konusunda da yeni bir yorum ve bakış açısı getiriyor; seyirci tragetyada (tragedyada) olduğu gibi sahnede olup biten "acılara ortak" olması değil de, tam tersine bu acılara “uzak açıdan” bakması ve soğukkanlı bir incelemeye ve en sonunda da karara varması hedeflenmiş gibi duruyor.

Eğer amaç buysa bu amacın çok da başarıya ulaştığını söylemek zor. Zira, ben dahil Axşa’nın çektiği çileleri gözlerimiz yaşlarla dinliyoruz atalarımızın bir meddahı dinlerken aldığı aynı hazla.

Ne de olsa serde Akdenizlilik var; olaylara İngiliz soğukkanlılığı ile bakamıyoruz doğal olarak. Sonra Adonis ağıtlarından, Taziye (taziye) törenlerinden gelen bir duygu kültürümüz var; ne zaman bir acı duysak iki gözümüz iki çeşme.

Ve tabii ki köklerini Havva’dan, Prometeus’tan , Gılgameş’ten, Antigone’den, Oidipus’tan, Pir Sultan Abdal’dan, Nazım (Nâzım) Hikmet’ten alan (Tanrıların “Düzenine”) "başkaldırı geleniğimiz (geleneğimiz)" var! Gel de Axşa ile özdeşleşme!

İRONİ(LER)

Oyunun en önemli ironilerinden biri de –aslında- bir "iletişim" aracı olan videonun nasıl bir "iletişimsizliğe" neden olduğunun altının çizilmesi. (Bkn. Absürd Tiyatro ve İletişim-sizlik konusu.) Guillem sinema (bir çeşit iletişimcilik!) okumuş ama gerçek anlamda ne Axşa ile, ne Hassan ile ne de kendi (gerçek istekleri ve ihtiyaçları ile) sağlıklı bir iletişim kuramıyor.

Axşa’nın “gerçek”leri anlattığı video kaseti asla Guillem’in eline geçemiyor ve trajediyi önleyebilecek olan “gerçek” bir iletişim sağlanamıyor.

Doğal, normal şartlarda zaten “bir”leşebilecek ve zaten birleşmeleri de adeta zorunlu (bir çeşit yazgı) olan Guillem ve Axşa’nın evliliği tam da insanın içinde olan her türlü dayatmalara ve zorlamalara başkaldıran insan özü yüzünden; insanoğlunun dıştan çok iç nedenleri yüzünden; insanı insan yapan değerleri yüzünden her şey ters yüz olur; umulanın ve beklenilenin tam tersine bu evlilik ve birleşme gerçekleşmediği gibi üstelik her üç karakterin de mahfolmasına; felakete uğramalarına neden olur.

Her üç oyun kişisi de; “kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakları” konusunda aynı şeyi düşünür ve söylerler ama her üçü de birbirlerinin kaderlerine müdahelele etmekten çekinmezler.

TRAJEDİ VE “TRAJİK”

İşte tam da bu andan itibaren “trajedi” ve “trajik olan” konularına girebiliriz.

“Max Scheler’e göre ; ‘Trajik çatışmada , çatışan değerlerin özelliği; yok edilenle yok eden değerlerin, her ikisinin de , yüksek ve aynı zamanda olumlu iki değer olmasıdır. Ortadan kaldırılan, yok edilen değer, bir insanın yaşamı, ama bir tasarısı , bir isteği, bir inancı, bir yetisi de olabilir. Ortadan kaldırılan , yok eden değerse buna eşit bir değerdir. Üstün değeri yok eden aşağı bir değer olursa, trajik yine ortaya çıkar.” (İonna (İoanna) Kuçuradi / "Sanata Felsefe ile Bakmak", Şiir-Tiyatro Yay., 1974, s. 10-11)

Bu tanıma göre, sanılanın aksine Shakespeare’in "Jules Sezar" oyunundaki “trajik kahraman” veya trajedi kahramanı Sezar değil ; onu öldürmek zorunda kalan Brutus’tur. Çünkü o “Sezar’ı daha az sevdiği için değil; Roma’yı daha çok sevdiği için” katılır Sezar suikastına. Brutus, Sezar’ı haklı yere öldürür , zira böyle yapmasa Sezar bir diktatör olacaktır ama bu zorunlu eylemi yine de bir “suç”tur. Ne ki bu suç , ne hukuken , ne de ahlaken sıradan değil “özel bir suçtur”; suçsuzluk elde olamayacak kadar zorunlu olduğu için; özgür irade ile seçilmiş olsa da yine de başka bir çare yoktur; bu “trajik bir suç”tur.

Sophokles’in Antigonesi (Antigone'si) ise –ayrıntılar bir yana bırakılacak olur ise- din ve devlet (değerlerinin) çatışmasının arasında kalan ve bu dünyaya kin değil sevgi paylaşmaya gelen genç ama yürekli bir kadının amcası (kindar) Kreon’un ölüm cezası tehditine karşı kardeşine olan sevgisi yüzünden sevgiyi tercih ederek zorbalığa karşı çıkması ve (zalimliğe) direnmesinin hikayesidir.

Çünkü ortada yüksek, üstün, yüce bir gereklilik vardır. Antigone de kızkardeşi İsmene gibi davranabilir; Kreon’un emirlerine itaat edebilirdi ve korkarak kardeşinin cesedinin kurda kuşa yem olmasına seyirci kalabilirdi. Brutus Sezar’ı öldürmeyebilirdi. Ama onlar yaptıklarını yapmakla gerekli olanı yaptılar. Orestes de, Hamlet de yapmaları gerekeni yaptılar; babalarının intikamını aldılar. Orestes’in trajedisi anne ve baba sevgisi arasında kalmaktı ve olaylar öyle bir gelişmişti ki birinin sevgisi diğerini olanaksız kılıyordu. Hamlet ise intikam gibi ortaçağ değerleri ile insanı her şeyin ölçüsü yapan Rönesans (ve Antik Çağ) değerleri arasında bir tür araf’ta sıkışıp kalan ve bir türlü harekete geçemeyen (Hamle- ed’emeyen) eğitimli , entelektüel bir insanın dramını anlatıyordu. Bir türlü emin olamayan, karar veremeyen trajik bir kahramandı o. Babasına olan sevgisi ve dolayısı ile intikam ile Rönesans hümanizmi arasında bir çeşit çarmıha çekilmiş bir ruha sahipti.

"Bir tek olayda toplanmış nedensel bağlar zinciri ile ortaya çıkan insan dünyasının yapısındaki trajiği kavrayan seyirci; huzur, dinginlik, durgunluk, ağırlık verici bir keder duyar. Seyirci değerlere doğrudan doğruya dokunarak, bazılarının gerçekleştiğini, başka değerlerin yok olması pahasına gerçekleştiğini görür. Bunun başka türlü olamayacağını anlayarak, varlığının derinliklerine kadar etkilenir ve değişir." (a.g.e.)

“BAŞTAN ÇIKARMA” OYUNUNDA TRAJEDİ

Kaderinden kaçarken kaderine yakalanan Oidipus izleği bir ipucu verir gibidir oyundaki trajediyi ortaya çıkarma açısından. Oidipus da, Tebai’ye olan sevgisi ile kendisine olan öz sevgisi ; hybris ; kibir arasında kalır. Tebai’de veba salgını başlar. Kahinler bu vebanın gerçeklerin ve güneşin tanrısı olan Apollon’un bir laneti olduğunu ve eski kralın katili bulunmadıkça bu vebanın yok edilemeyeceğini kehanet ederler. Bunun üzerine gurur, kibir ve bilgiççe Oidipus bir dedektif gibi tanıkları sorgulayarak sonunda gerçeği ortaya çıkarır.

Ama bu gerçek; Oidipus için daha doğmadan önce yapılan kehanetin –Oidipus’un kehanetten kaçmak için başka bir ülkeye kaçmasına rağmen- her şeye karşın yine de gerçekleştiği (Oidipus’un bilmeden babasını öldürdüğü; bilmeden öz annesi ile evlendiği ve bu evlilikten çocukları Eteokles, Polinikes, İsmene ve Antigone) ortaya çıkar.

Oidipus ortaya çıkan gerçekler ışığında önce aklını yitirir sonra da gerçekleri görmekten aciz olan gözlerini İocaste’nin bir fibulası (antik dönemde taşlı çengelli iğne; broş) ile kör eder.

Tıpkı Oidipus gibi, Axşa da , kendi yazgısından kaçarken kaçmış olduğu yazgıya (bilmeden) tutulur! Axşa babasının Ortadoğulu değerleri ile kendi Batılı değerleri ve hayalleri arasında (sıkışır; gerilir-finalde yatak sahnesinde İsa gibi gerilerek gerilimli bir sahnede somutlandığı gibi) kalır.

Babasının ona biçtiği değer, törelere uyarak babasının seçtiği bir adayla törelere ve adetlere (Doğu’ya) uygun bir evlilik yapmasıdır. Oysa Axşa’nın kendisi için öngördüğü bambaşka bir (Batı’lı olma) gelecek hayali vardır.

Axşa , geleceği konusunda kendi hayalleri ile çatışan babasının hayalleri arasında kalmasıyla trajik bir kişiliktir. Dış görünüşte iki farklı hayalmiş gibi duran bu iki farklı istek ve hayal gerçekte tek ve bir bütünün iki farklı görünümünden başka bir şey değildir; ki bu da Guillem kişiliğinde somutlanır oyunda. Guillem, hem babanın kızını evlendirmek istediği ve hem de kızın bu kaderden kaçarken sığındığı evde aşkı bulacağı ve evlenme hazırlıkları yapacağı adamdır. Ne ki üçü de bu bilgiden yoksundur; bu gerçeğin farkında değildirler.

Bu bilgisizlik, bir trajediye yol açacak ve birtakım yanlış anlamalar sonucu Guillem ve Axşa; tıpkı Macbeth ve Lady Macbeth’in kral Duncan’ı elbirliği ile öldürmeleri gibi; birinin yarım bıraktığı öldürme işini diğerinin tamamlamasına ve birlikte “baba”yı; Hassan’ı ölüme göndermelerine neden olacaktır.

Guillem’in, sevgilisi Axşa’nın sevgilisi zan ettiği Hassan’ı (-aslında Axşa’nın babası-) içeride Axşa’nın olmadığı bir anda, üst kata çıkarak balkondan aşağı itecek; çay demlemek için aşağı kata inen Axşa’nın üst kata geldiğinde, babasını balkon demirlerine asılı bulacak ve Axşa onu kurtarmak yerine , tam tersine ellerine basarak babasının balkondan aşağı düşüp ölmesine neden olacaktır. İyi ama neden bu (trajik) “suçu” işler Axşa? Babanın değerleri ve hayalleri ile kendi değerleri ve hayallerinin çatışmasıdır baş neden.

Guillem’in altı çizili verdiği kitapta (Oscar Wilde) “insanın bazen baştan çıkabileceği ama bunun aslında o insanın gerçekten kötü bir insan olmasından kaynaklanmadığı” yolundaki sözlerini bir solukta ezberler Axşa. Sorgulamadan kabul eder bu düşünceyi ve süzgeçten geçirmeden uygulamaya kalkar babasını balkonda asılı görünce.

Oysa "baştan çıkarma"; “iğva”; bir çeşit “günaha sokma", “günaha çağrıdır” da… Axşa’nın asıl trajik hatası da budur belki de. O da, kendisini bu Batı Dünyası düşünce ve değerlerinden kendisini alamaz ve babasından intikam alma düşüncesinin çekiciliğine ve baştan çıkarıcılığına kaptırır kendisini. İronik olan , Guillem’in de (yanlışlıkla) baba kızın sarılmasını iki aşığın sarılması sanarak onlar tarafından aldatıldığını düşünmesi ve Axşa’nın (bir şeytan gibi) kendisini yoldan çıkardığı; baştan çıkardığına hükmetmesidir.

“ELEŞTİRİ”NİN TEMEL İLKELERİ

“-Falanca oyunu nasıl buldun?"

“-İyi!” , “Kötü!” , “Güzel!", “Çirkin!” vb.

“-İyi ama bu yüklemler oyun hakkında bir bilgi vermiyor ki !”

“-Ya ne veriyor ?”

“-Senin sığ ve yüzeysel değerlendirmelerin ve senin hakkında bir bilgi veriyor!”

“-Peki bir oyunu nasıl eleştirmeliyim ?”

“-Sen sen ol, bir yapıta; moda bir akıma, okula, kurama göre değer biçmeye kalkma!

“-Neden ?”

“- Eğer böyle yaparsan ; bir yapıt yukarıda anılan ölçütlere ne denli yakınsa o denli “iyi", “başarılı” vb. diye nitelenir. Böyle bir değerlendirmenin, değerlendirilen yapıtla pek bir ilgisi yoktur. Bu nedenle aynı yapıt (oyun) üzerinde birbiri ile çelişen değerlendirmelere sık sık rastlarız.”

“-Bu yüzden mi en sığ yapıta en derin ya da tam tersi bir yaklaşımda bulunabiliyor bazı tiyatro eleştirmenleri ?

“-Kaçınılmaz olarak ! Çünkü değerlendirme burada , bir çıkarım yapmaktan , tümel bir önermeden tekil bir önerme çıkarmaktan , başka bir şey olamıyor. Değerlendirmenin amacı , bir yapıtın değeri ortaya koymak , kavramak ve göstermek olmalı.”

“-Peki ama bu değeri nasıl ortaya çıkarmalı ?

“-Eskilerin deyimi ile eserin ‘Yeri ve önemi”nin ortaya konması gerekir. ‘Değer ‘ ve ‘bir şeyin değeri’ deyince de akla hemen , o şeyin kendisiyle aynı türden şeyler arasındaki özel yeri , gelir.”

“-Çok doğru bazıları bir ton laf ediyor ama ortada eserden eser olmayabiliyor !”

“- Eleştirinizin her cümlesini , her kelimesini savunabilmeli , tespitlerinizi kabul edilebilir dayanaklara dayandırmalısınız. Bir teziniz varsa kanıtlamalısınız. Örneklerle yaklaşım ve bakış açınızı test edilmeye açımlamalısınız !”

“-İyi de nasıl yapabilirim bunu ?”

“-Eser değerlendirmenin dört altın kuralı var : 1.) Anlamak ve anlatmak. 2.) Yerini ve önemini belirlemek. 3.) İnsan ilişkilerine , yaşantı ve eylem olanaklarına bir yenilik getirip getirmediğini saptamak. 4.) Değerlendirme ve eleştiri ve incelemeyi eserin çerçevesi sınırlarını aşmamak , öznellikten uzak durmak.”

“-Zormuş baba be , halbuki işkembe-i kübradan atmak ne kadar kolay! Hesapsız kitapsız atıp tutmak , kanıtlar sunmadan direkt yargılara varmak , kimseye hesap vermeden , dayanaksız övmek ya da yermek ne kadar da keyifli oysa !”

“-Bir oyun için “beğenmedim” diyen kim olursa olsun ; “nedenini açıklamasını talep edin ! Konuşmayı konuşana değil esere odaklayın, odak kaymalarına izin vermeyin ! Beğenmenin ya da beğenmemenin kimseye bir yararı yoktur , oysa bir eserin eleştirilmesi ve değerlendirilmesi hepimizin yararınadır ! Bunlar bizim dünyalarımızı zenginleştirir. Bizleri yeni insan ilişkilerine , yeni yaşantı ve eylem olanaklarının araştırılmasına ve bunların bilgisine ulaştırır.”

“Bu bilgilere varmak için hangi soruları sormam gerekir ?”

“-1.) Bir yapıtı yaratırken yazarın bilme konusu edindiği nedir ?
2.) Yapıtın “mümkün yaşantı ve eylem olanakları bilgileri nedir ?
3.) Yazar çağını ve değerlerin değerini açık görebilmiş midir ?
4.) Yapıtın amacı, işlevi , görevi , hedefi nedir ?
5.) Yapıtın insana , insanlığa , kültüre , sanata , uygarlığa ve benzeri değerlere katkısı var mıdır , varsa nedir ?
6.) Yapıtın benzerleri arasındaki yeri ve önemi nedir ?
7.) Yapıt , eser , oyun vb. amacına , hedefine , öngörüsüne ulaşabilmiş midir ?8.) Eserin “başarılı” ya da “başarısız” bulunmasının somut , mantıklı , bilimsel kanıtları var mıdır , varsa nelerdir , sayınız !

“BAŞTAN ÇIKARMA” OYUNUNDA DOĞU – BATI ÇATIŞMASI

Guillem’in Batı’lı bütün değerleri ve düşünceleri (aslında bu değerlerin yasadışı yollardan insan kaçakçılığı , ırkçılık , siyahlara karşı önyargılar , Doğu’nun sömürülmesi vb. değişmesi gereken çağdışı bir zihniyetin ürünü olduğu anlaşılacaktır Guillem’in Axşa’ya tecavüz sahnesinde) eğer Axşa gibi bir yeni ve taze güç , enerji ve dünya ile “yeniden doğma”dıkça yok olmaya mahkumdur.

Guillem’in de trajedisi budur belki de; Batı’yı açmazlarından kurtaracak olan Doğu’nun güzellik, iyilik, sevgi ve “bakirliği”nin (tam da ) bulmuşken kaybedilmesi…

Dahası da bizzat Guillem’in kişiliğinde Batı’nın (Axşa nezninde) Doğu’nun masumiyetini bizzat “kirletmesi”; “bozması” ; deyim yerinde ise “tecavüz ederek” dejenere etmesi , bir mal gibi onu geneleve satması…

Arabistanlı Lawrence” vb. –kelimenin her iki anlamıyla da-senaryolar yazıp; Ortadoğulu Hassan gibi figüranlara oynattıkları filimlerde olduğu gibi ; Batı’nın Doğu’yu sömürmesi ve kendi iktidarı için (Hassan gibi) kan dökmekten ve masum kurbanları katletmekten çekinmeyecek olduğu ve (Irak örneğinde olduğu gibi) çekinmediğidir.

Trajik olan; Doğu’nun ve Batı’nın bu kadar birbirine yaklaşmışken ve iletişim araçları da bunca gelişmişken; yine de uygar değil uygarlık dışı; çağdışı değerlerinin bu yazgıyı engellemeleri olabilir.

SONUÇ

1.) Yazarın bilme konusu edindiği şey; diğer bir değişle bu oyunun yazılmasındaki neden ve amaç ; İnsanı insan yapan şey de , insanı felaketlere uğratan şey de aynı ve bir tek şeydir; İnsanın yazgısına başkaldırması! Trajedi tam da bu ikilem, bu açmazdır; insan yazgısına başkaldırmaz ise insan olamaz; insan yazgısına başkaldırdıkça insan kalamaz!
2.) Yazar bilme konusu edindiği bu bilgiyi Axşa’nin babası Hassan ve sevgilisi Guillem ile aralarında geçen üçlü bir ilişkiler düzleminde ve bir evlilik öyküsü çerçevesinde , olası bir yaşantı ve eylem olanakları arasında işleyerek ortaya çıkarır.
3.) Trajediye yol açan yanlış anlamalar ve bilgi eksiklikleri ; olmuş veya olabilecek olan olası = mümkün yaşantı ve eylemler üzerinden anlatılmıştır.
4.) Yazar çağını ve değerlerin değerini açık görmüş ve göstermiştir.
5.) Yazar özde biçimde , öykü seçiminde ve bunu işlemede öncü , deneysel , avangard bir yol izlemiş ve tiyatro sanatı araç ve gereçlerini yeni bir bakış açısı ile ele almıştır.
6.) Bu işlemede kurgusal olanın bilgisi ile yaşamsal olanın bilgisi yeni ve ustaca birleştirilmiş ; “kurgu yaşamlar” ile “yaşam kurgusu” olgularına vurgu yapılmıştır.
7.) Tragetyanın (Tragedyanın) önde gelen kavramları oyun kahramanları üzerinde tek tek durularak yeniden yorumlanmıştır.
8.) Oyun , kökleri meddahlara , Thesbis’lere uzanan bir “anlatı izleği” üzerinden verilmiştir.
9.) Oyun yönetmenince ve oyuncularca ekonomik ancak iç aksiyonları yoğun bir oyunculukla sahneye taşınmıştır. Sahnelemede de bir dizi yenilikler ve denemeler söz konusudur.
10.) Yönetmen , oyuncular ve tasarımcılar yazarın tasarılarına ve parantez arası önerilerine sonuna kadar saygı göstermişlerdir.
11.) Oyunun , Batı’nın emperyalist ve kara yüzünün Guillem üzerinden Doğu’yu temsil eden Axşa’yı ve Hassan’ın sömürülerek felaketlerine neden olmasının işlendiği söylenebilir.
12.) Çağımızın vebası ; “ötekileşme” ve “ötekileştirmenin” insanları birbirine nasıl yabancılaştırdığı,uzaklaştırdığı ve düşmanlaştırıldığı (başarıyla) anlatılmıştır , denilebilir.

Savaş Aykılıç savas_aykilic@mynet.com
Savaş Aykılıç 'a mail atmak istiyorum...
Yazara gönderdiğiniz eleştiriler yayınlansın istiyorsanız, lütfen mailinizde belirtiniz.

(Kaynak: tiyatronline.com)