Türkiye; tuhaf, göt üstü düşen, garip bir coğrafya. Bu tuhaf, bu göt üstü düşen, bu garip coğrafyada, tiyatro esnafının ve bu esnafın çürümüş soluğuyla kendine pazar payı elde etmeye çalışan tiyatro medyasının da, ister istemez ahlâkı zayıf oluyor!
Aşağıda okuyacağınız "Tiyatro ve Ahlak" başlıklı yazıyı yazan, yayımlayan, yayınlayanların hepsi LİNÇÇİ.
Gerçekçi tiyatro yazarı Coşkun Büktel'le sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için, yoğun bir çaba harcayarak bir LİNÇ KAMPANYASI düzenleyen "Boğaziçi Üniversitesi Fraksiyonu" mensubu bu kişiler ve bu fraksiyona yardım ve yataklık edenler, Büktel'le Bulunmaz'ın verdiği mücadele karşısında, net bir yenilgi almış olsalar da, hâlâ ahlâktan bahsederek, tiyatro kamuoyu nezdinde kendilerini aklayıp, bir güzel gusül abdesti almak istiyorlar...
Lâf cambazlığı, lâf ebeliği, lâf kalabalığı, lâfazanlık... yaparak, okurun gözünde çağcıl, demokrat, devrimci, entelektüel, ilerici... bir hava oluşturmaya çalışan bu zavallı "Boğaziçi Üniversitesi Fraksiyonu"nu oluşturan zevat, sınıfsal bilincin örselenmesi, sınıfsal çelişkinin görünmez kılınması, özetle, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, sözcüklerin anlamlarını bulanıklaştırarak, kavramların içerisini boşaltıyor.
LİNÇ ahlâkının yerleşmesi için yayın yapan LİNÇÇİ Mimesis'te yayınlanan aşağıdaki yazının aslı-esası şu tümcede saklı:
"Elbette burada yeni bir etik tanımlayalım derken sınıfsal ya da dini bir ahlak anlayışının peşine takılmaktan söz etmiyoruz."
Birincil çelişki olan sınıfsal durumu gün yüzüne çıkarmak yerine, ikincil çelişkilerle (etik, etnik, estetik) gününü gün eden LİNÇ ahlâkçısı Mimesis, emekçilerin iktidara yürümesinin önündeki ciddi bir engel olarak varlığını sürdürüyor.
Aman ha, bu LİNÇ ahlâkçılarına karşı dikkatli olmayı, ısrarla ve inatla sürdürelim! (HB)
***
Tiyatro ve Ahlak
Yukarıdaki başlık Stanislavski’nin ünlü makalesinden esinlenilerek koyulmuştur. Stanislavski bir bilim adamı titizliğiyle çalışmasına rağmen gerçekte sanat pratiğine bir din gibi yaklaşırdı. Sahne kutsal bir mekandı ve seyirciye her zaman en güzel olanı vermekle yükümlü olan oyuncular bu mekana girerken sadece gündelik hayatın fiziksel kirlerinden değil, modern yaşamın insan ruhunda yarattığı tahribattan da kurtulmayı başarabilmek zorundaydılar. Kutsal bir tiyatro fikrini hayata geçirmeye en çok yaklaşan kişi olarak Grotowski’nin Stanislavski’den "babam" diye bahsetmesi boşuna değildir.
Ama zaman geçti ve toplumlar baş döndürücü bir hızda değiştiler. Geleneksel ahlaka farklı jenerasyonlar birkaç kez meydan okudular ve sınıfsal ya da dinsel bir ahlak fikri oldukça büyük bir darbe yedi. Cinsel devrim, kadın haraketlerinin yükselişe geçişi, eşcinsel haklarında sağlanan önemli ilerlemeler vs… derken bir başkaldırı çağı olan 20. yüzyıl geride kaldığında Stansilavski’nin “ahlak”ı da tiyatroculara biraz antipatik gelmeye başladı. Oysa tam da bugün, 21. Yüzyılın ilk on yıllık dilimini henüz geride bıraktığımız şu günlerde tüm sahne sanatları camiasının yeni bir "etik" tanımına şiddetle ihtiyaç duyduğu hissediliyor. Elbette burada yeni bir etik tanımlayalım derken sınıfsal ya da dini bir ahlak anlayışının peşine takılmaktan söz etmiyoruz. Yaptığınız işi belli bir felsefe ve kamusal sorumluluk duygusuyla icra etmenizi sağlayacak bir mesleki etikten bahsediyoruz daha ziyade. Sanat endüstirisinin çarklarına kapılıp gitmemize engel olacak, "yaratı özgürlüğü" ile "ne yaparsan yap ama iyi sat" anlayışının ürünü bir serbest piyasa sanatçılığını birbirine karıştırmamıza engel olacak, sanat üreticileri olarak toplumsal ve siyasi duruşlarımızı sağlamlaştırmamıza hizmet edecek bir ilkeler bütünü ortaya koymanın zamanı geldi de geçiyor.
Eğer böyle güçlü bir etik duruş sergilemek mümkün olursa, ancak o zaman gerçekte önemli bir toplumcu sanat eseri örneği olan "Fatmagül’ün Suçu Ne?"yi sanat tüccarlarının ve "ahlaksız" paparazzi sanatçılarının elinden kurtarabiliriz. Sonuçta biz gösteri sanatları insanları kendi etik değerlerimize sahip çıkmıyorsak "Fatmagül’ün Suçu Ne?"
(Kaynak: Mimesis)