Alnında ışığı ilk hisseden LİNÇÇİ tiyatro esnafı, boş beyinlerinin uzantısına iliştirilmiş gözlerinin önünden ayırmadıkları ikonlarıyla, gerçekçi/sosyalist tiyatro yapan Coşkun Büktel'le Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanakları imha etmek için (kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için) animist primitiflerin totemist coşkusuyla salya akıtmayı sürdürüyorlar!
Vicdanlarını ve şereflerini üç otuz paraya egemenlerin emanet bürosuna terk ettikleri için, "şerefe" deme ritüeline hizmet eden kadehlerinden başka kaybedecekleri hiçbir şeyleri bulunmayan LİNÇÇİ tiyatro esnafı, kendilerine kadeh kadeh "özgürlük" ikram eden ikonlarının önünde bas bas bağırıp LİNÇ dansı yapmayı sürdürüyorlar!!
Beyaz Türkler'in kara türküleriyle yeri göğü inleten LİNÇÇİ tiyatro esnafı, "Türk" olduklarını, "doğru" olduklarını, "çalışkan" olduklarını sürekli olarak vurgulayarak, animist ruhlarına totem tadında ikonlar ithal etseler de, halktan ve haktan uzaklıkları, onların kafataslarının içerisinde beyin yerine ezberlenmiş yalnızlıklar olduğunu hemen dışavuruyor. Hakkı, halkı, hakikâti, emeği, emekçiyi, emekçiliği hiçimseyen LİNÇÇİ tiyatro esnafı, vur patlasın çal oynasın anlayışının ötesine gitmeyen düzeysiz yaşamıyla, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için, iğrençliklerini sürdürüyorlar!!!
Geçmişini bilmediği için, geleceğini kurgulayabilme yeteneği gelişmemiş LİNÇÇİ tiyatro esnafı, her ne kadar anlaşılabilirliği tartışılsa da, kavramlar üzerinde yanlış yönsemeler oluştursa da, aşağıdaki yazıyı okuyup, aşağılık ruhlarını sağaltma yoluna gidebilirler. (HB)
***
Tophane baskını ve dindarları terbiye etme enstitüsü
Ali Eyvaz
eyvazali@gmail.com
27 Eylül 2010
Orta Anadolu’nun ağustos sarısı günlerinden birinde tozlu bir yoldan yorgun bir katırın çektiği gıcırdaya gıcırdaya giden saman yüklü bir kağnının üstündeki adam için, yolun kenarına park ettiği 59 model kuyruklu Chevroleti’sinin önünde kendisini fotoğraflayan uzun saçlı, kulağı küpeli adamın sanat hezeyanları, kağnıyı çeken yorgun katırın baba tarafından eşeğe olan irtibatı yüzünden bir türlü üzerinden atamadığı o meşhur kompleksi kadar beyhude ve anlamsız durmaktadır.
***
Tophane baskını sırasında orada olan Cengiz Aktar, baskını gerçekleştiren kişilerin organize bir biçimde “kepazelik örneği” sergilediklerini söyledikten sonra, sanat galerilerine tepki gösteren mahalleli ile galerilerin sorumlularının siyasi bakımdan birbirine tezat oluşturmadıklarını iddia ederek, dindar kimselerin bu tür eylemler içinde olmalarını yadırgadığını belirtiyor.
Aktar’a göre bugünün dindarları, bir şeye tepki göstermeden önce, siyaseten hangi partiyi destekliyorlarsa, gösterdikleri tepkinin muhataplarının o parti ile olan irtibatı var mı yok mu diye bakarlar. Eğer böyle bir irtibat varsa, tasarlanan tepki de suya düşer/düşmelidir.
Cengiz Aktar, “Boğazkesen saldırısını anlamaya çalışırken dikkat edilmesi gereken diğer önemli nokta, saldırının nedeni olarak sunulan ‘alkol kullanımı’ üzerinden dindar-laik çatışmasına yapılan göndermelerin acullüğü. Açılan sergilerden biri, başta Atatürkçü tapınma olmak üzere ülkenin tüm ikonlarını sorgulayan ve ‘Ekstra Mücadele’ adını kullanan Memed Erdaner’in işleriydi. Ve böyle bir sergiyi bassa bassa bu ikonlara toz kondurmayacaklar basardı, dindarlar değil” diyor.
Ülkenin ikonlarını sorgulayan kimseler, şayet ellerinde kadehlerle bir mahallenin ortasında kakara kikiri icra-i sanat ediyorlarsa, söz gelimi o sırada yatkı namazından çıkan cemaat de bu topluluğa “Selamün Aleyküm erenler. Görüyoruz ki memleketin ikonlarını, hem de âli bir san’at ile yeriyor ve dahi hicvediyorsunuz. Ezcümle işbu kadehlerinizdekiler ise bundan böyle nazarımızda demdir” mi diyecekler?
Cengiz Aktar’ın beklentisine göre; Sümela Manastırı ve Akdamar’daki ayinlere de, Mardin’deki medresede Cemil İpekçi’nin defilesine de aynı şekilde yaklaşılacak ve “Kültür Bakanlığı siyaseten bize uzak olmayan bir hükümetin uhdesinde teşekkül ettiğinden sesimizi kısalım da Ergenekoncunun ekmeğine yağ sürmeyelim” görüşü bu kesimlerde hakim olacak.
Dindarlara son günlerde biçilen rol ve bu rolün gerekleri olan dayatmalar, bugüne kadar görülmemiş bir sinsilikte ve organize biçimde kalvenist bir dindarlığın oluşumuna psikolojik ve siyasi bir zemin oluşturma bakımından son derece etkili olmaya başladı. Medresede defile de işte bu yüzden gerçekleşti. Yoğun güvenlik önlemleri altında yapılan o defilenin, tek parti döneminde Bayburt’taki zoraki klasik müzik konserinden ne farkı vardı? İpekçi, olanca pişkinliği ile defile sonrasında çıkıp referandumda “evet” dediğine göndermede bulunarak, tavlama işlemini tepeden inme değil de yerden bitme yöntemlerle nasıl da gerçekleştirdiğini böbürlene böbürlene ilan etti. Tabi bunu herkes de yedi.
Bu arada Vali Bey de “Keşke bu defileye karşı çıkanlar da burada olsalardı” diyerek, evrimin mızrak ucu olmayı reddeden “man kafalıları” bir müddet daha terbiye etmek gerektiğine işaret ediyor ve bu işlerin ne kadar da zor ve zahmetli olduğunu belirtip, ancak kendisi gibi öncüler sayesinde bu topraklara da aydınlanmanın kutlu ışığının yetişeceğini müjdeliyordu.
Cengiz Aktar, Cemil İpekçi ve Vali; akılları sıra kalvenizme direnen safları dağıtıyorlar. Tipik bir polis taktiği. Papaz ve Cellat rollerinin aynı bünyede buluşmasından başka bir şey olmayan o çok bildik ve bayat yöntemlerin sadece bu işlere yabancı kimselere uygulanmasından mütevellit elde edilmiş bir zafer sarhoşluğu içindeler.
Ama şunu bilsinler, bunları yemeyen yemiyor.
(Kaynak: habervaktim.com)