Sisli puslu anılar ve Zaman tersten okunursa Namaz olur!
Hilmi Bulunmaz
6 Haziran 2010
Ben, ömrünün büyük kısmını sola, küçük kısmını da bilinçsiz sürece yatırmış bir insanım. Yirmi yaşıma dek, neredeyse "elifi görse mertek sanır" cinsinden bir insandım. Yoksuldum, cahildim ve öksüzdüm. Ortalama olarak günde on dört saat çalışmak zorundaydım. Bu çalışma sürecinin dışında, cumartesi akşam üstlerinden sonra ve pazar günleri de mutlaka ikinci ve üçüncü işlerim diyebileceğim işportacılık yapardım. Bütün bunların yanı sıra, "sahne işleri" için de zaman bulmak zorundaydım!
Zâten bir insan, neden sekiz yaşında çalışmaya başlamak zorunda kalır ki?!...
Özetle...
Okumaya, ne zamanım ve ne de takatım vardı. En alttakilerin hayatını paylaşmak zorunda olduğum için, "elifi görse mertek sanır" cinsinden bir insan olarak yaşadığım süreç, hayatımdan çalınmış çok önemli ve çok tatlı bir parçadır.
Sonra...
Yirmi yaşımın getirdiği delikanlı olma gücü ve devrimci yoldaşlarla tanışıklığım nedeniyle, "Uzun Yürüyüş" için kolları sıvadım.
Daha sonra...
12 Eylül Faşizmi'nin silah zoruyla ve halka karşı, karşın, karşıt bir biçimde iktidara gelmesinin ardından, 2 Temmuz 1981 tarihinde "işgal ettiğimiz" İran Konsolosluğu'nun içinden ve "Kahrolsun Amerika, Kahrolsun Rusya" sloganlarının arasından...
Gözaltına alınıp daha sonra tutuklandım ve her anlamda kendimi bulduğum "Hasdal Cezaevi"ne konuldum. İçerisinde, şu anda Saadet Partisi'nin Genel Başkanlığı'nı yapan Numan Kurtulmuş'un da bulunduğu "Akıncılar" grubunun koğuşuna konulma "lüksüne" tabi tutuldum. Tam elli yedi gün "birlikte" olduğum "Akıncılar", sürekli olarak okuyup tartışan ve dinsel görevlerini yerine getiren insanlar olduğu için, bir de toplumsal proje geliştirmeye başlamışlardı. Özellikle cezaevindeki tartışmaların odağında, yayınlamak istedikleri Zaman (Namaz) gazetesi bulunuyordu.
Kırktan fazla kişinin tıkış tıkış sığdırıldığı bir koğuşta, iki kişilik ranzalarda beş kişi yatmak zorunda kaldığımız ve bazı işkence süreçlerini birlikte yaşadığımız, birlikte bitlenip (Tam elli yedi gün boyunca, hemen hemen hiç yıkanamamıştık!) birlikte sohbet ettiğimiz "Akıncılar"la renkli günler geçirdik. Birkaç solcu olarak içlerine serpiştirildiğimiz ve "Bunlar Sovyetler'in piçi, bunlar Moskof, bunlar orospu çocuğu, bunlara istediğiniz biçimde davranabilirsiniz, bunların kafalarını kırıp bunları linç edebilirsiniz!" denilmesine karşın, "Akıncılar", kurulmak istenen tezgâhı hemen anladılar ve bize hiçbir zaman kötücül bir biçimde davranmadılar.
"Akıncılar"la yaptığım sohbetlere katıldığımız oranda, "Partiyle iktidara gelme modeline karşıt olarak, camiyle iktidara gelme modeli"ni savunacak olan Zaman gazetesine sıcak duygularla baktığımızı belirtebilirim. Çünkü, en azından benim anlayışıma çok yakın bir mantıkla hareket ediyorlardı: "Partinin
parlamentoda güç kazanmasıyla iktidara gelmek yerine, devrimci güçlerin dayatmasıyla iktidara gelmek!"
Neyse...
Köprülerin altından çok gürültülü sular aktı...
Ve...
Parti, camiyi içine almaya başladı...
Aşağıdaki Milliyet gazetesinin sitesinden alıp tadımlık olarak sunduğumuz yazı bile birçok şeyin anlaşılmasını sağlıyor...
İyi pazarlar...
***
Fethullah Gülen'e Zaman sansürü..
(...) Fethullah Gülen, Gazze'ye yollanan Mavi Marmara gemisini eleştirince olanlar oldu..
Kendi gazetesi Zaman sansürledi..
Hoca’nın Wall Street Journal gazetesine verdiği demecini yayımlamadılar..
Bunun yerine; Abdülhamit Bilici imzalı Gülen’in demecinin ne anlama geldiğini anlatan bir makale neşrettiler..
Öyle demek istemedi, böyle demek istedi tarzında..
İktidar bağlılığı demek ki böyle bir şey.. Gün geliyor insan ‘Hoca’sını bile tanımıyor.. (...)
(Kaynak: Milliyet)