16 Mayıs 2010 Pazar

TÜRK TİYATROSUNDAN İNSAN MANZARALARI - 3 / Gerçek kişiler üstüne hayalî diyaloglar

Coşkun Büktel
Eylül 1998


(...)

Yönetmen Mehmet Ulusoy, "Sevdalı Bulut"u Nâzım Hikmet adının "hazır" müşterisine satabilmek için, bir Nâzım Hikmet şiirleri dinletisi haline getirmiş. Tiyatro patronu ve oyuncu Genco Erkal da, daha önce aynı şeyi başka başka adlarla iki kez yaptığı halde ( "Kerem Gibi", "Merhaba") üçüncüye de "hayır" dememiş. Nâzım Hikmet'in oyunlarını bir kez bile sahnelemeye değer bulmayan Genco Erkal, Türk tiyatrosunda Nâzım Hikmet'ten en çok ekmek yiyen adamdır (bir koyundan üç post).

"Sevdalı Bulut"u seyrederek, Nâzım Hikmet'in masalını anlamak hiç kolay değil. Masala asla entegre edilememiş şiirler, tekerlemeler, renkli variller ve daha bir sürü "alâkasız" şeyler arasında masalı seçmeye çalışmak, ucuz bir pilli radyoyla, İstanbul'dan, onca parazit arasında BBC'yi dinlemeye çalışmak gibi bir şey. Ama Ulusoy ve Erkal'ın zaten "Sevdalı Bulut"u anlatmak, hatta herhangi bir şey anlatmak gibi bir dertleri yok. Tıpkı, "asparagas" haber üreten gazetecilerin(!) habercilik gibi bir dertleri olmadığı gibi. "Sıcak yüzünden bunalım geçiren Melahat, köpeğini ısırdı" diye bir haber ürettiğimizde, bu haberi 14 satırda verirken, 23 satırlık bir fotoğrafla süslüyorsak ve bu fotoğraf, kuyruğu sargı beziyle sarılmış küçük bir köpeğin yanında çırılçıplak oturan Melahat'ın vantilatöre doğru yönelttiği bunalımlı memelerine odaklanmışsa, büyük bir ihtimalle, asıl niyetimiz haber vermek değil, Melahat'ın memelerini "hazır" müşteriye pazarlamaktır.

- Mehmet Ulusoy ile Genco Erkal'ın bu kadar kötü niyetli olabileceğini nasıl düşünebilirsin, anlamıyorum.

- Ben, düşündüklerimi değil, gördüklerimi anlatıyorum. "Sevdalı Bulut", o oyunun yalnızca "afiş adı". Ulusoy ve Erkal'ın, Nâzım Hikmet umurlarında değil. Onlar kendi "marifetlerini" sergilemekten başka şey düşünmüyorlar. "Sevdalı Bulut", Genco Erkal için, bazı şiirleri ne kadar güzel okuduğunu ("Merhaba"nın da ezberi hazır tazeyken) üçüncü kez göstermenin, bahanesidir. Mehmet Ulusoy için ise bu oyunda -gördüğüm bir diğer oyununda da olduğu gibi ("İhtiyar Adam ve Deniz")- asıl amaç, bir şey söylemek değil; aklına ne kadar "uçuk" fikirler gelebildiğini, neler neler düşünebildiğini, ne kadar "çılgın" bir yönetmen olduğunu göstermektir. Genco Erkal'ın bazı şiirleri güzel okuduğunu kabul ederim. Ama Mehmet Ulusoy'un, istisnasız tüm eleştirmenlerimize yutturduğu gibi, bir "tiyatro büyücüsü" olduğunu kabul edebilmem için, Mehmet Ulusoy kadar "fazla" alkol almam gerekir.

- Mehmet Ulusoy'u sadece bizim eleştirmenlerimiz değil ki, bütün dünya beğeniyor.

- Evet ama, bu, Türk eleştirmenlerin söylediği bir şey. Onların neleri beğendiğini ve kimleri nasıl "şişirdiğini" geçen yazımda biraz anlatmıştım.

- Yani Metin And yalan mı söylüyor? Demin sözünü ettiğin tiyatro kurultayı bildirisinin bir başka yerinde şunları anlatmış:

.........."Mehmet Ulusoy yıllardır Fransa'da kendi metnini kendi oluşturmaktadır. Yazıya dökmekte işbirliği yapmakla birlikte herşey kendi yaratısıdır. Bugün Fransa'da en önde gelen tiyatro adamlarından biri olmuştur. Nitekim Fransa'nın en önemli resmî bilimsel kurumu Centre National de la Recherche Scientifique yayınlarından çıkan büyük boy 300 küsur sayfalık bir cilt çağımızın dört önemli tiyatro yönetmenine ayrılmıştır. Bunlar, Victor Garcia, Robert Wilson, Georgi Tovstogonov ve Mehmet Ulusoy'dur. Mehmet Ulusoy'a ayrılan 92 sayfalık bölüm son iki yönetmenden çok daha kapsamlıdır." ("Bildiriler" Kültür Bakanlığı yayını, sayfa numaraları ve basım tarihi bulunmayan bu kitap, Haziran 1990'da, Kültür Bakanlığı'nın AKM'de düzenlediği 3 günlük büyük Tiyatro Kurultayı'ndan sonra yayınlanmıştı.)

- Metin And, yalan söylemiyor ama "yanıltıyor". Olayın aslı çok basit. Adamın biri, tanıdığı dört yönetmen hakkında bir araştırma yapıyor ve bu tür araştırmaları destekleyen bir kuruluşa kitap olarak bastırtıyor. Söz konusu kitap, Metin And'ın zannettirmeye çalıştığı gibi bilimsel bir kuruluşun, bilimsel bir raporu değildir. Bir yazarı vardır ve yalnızca yazarını bağlayan görüşlerle yazılmıştır. Yazar, o dört yönetmeni "iyi tanıdığı" için, "o dört yönetmeni" yazmıştır. Metin And'ın adını vermediği, varlığından bile söz etmediği bu yazarın adı, Denis Bablet'tir. Türk Dili dergisinin Temmuz 1966 tarihli Tiyatro Özel Sayısı'nda birkaç satırlık kısa biyografisi bulunan bu sevimli adamın yüzünü merak edenler, Milliyet Sanat Dergisi'nin 15 Kasım 1991 tarihli 276. sayısında yer alan ve onu Mehmet Ulusoy'la baş başa İstanbul'da içkili bir lokantada akşam yemeği yerken gösteren fotoğrafa bakabilirler.

- Saçma. Saçmalıyorsun! Metin And insanları niye yanıltmak istesin? Mehmet Ulusoy'u niye "şişirmeye" çalışsın?

- "Kendisi gibi" olduğu için. O kurultay bildirisinin tamamını okuyanlar Metin And'ın, "kendi metnini kendi üreten" Mehmet Ulusoy'a, dünyanın en büyük yönetmeni payesini verdikten hemen sonraki satırlarda şunları da söylediğini görebilirler.

.........."Dördüncü bir örneği sıkılarak kendi tiyatro bölümümüzden vereceğim. Beş yıl art arda kendi oyun metnimizi kendimiz ürettik. Hiçbir yazar kullanmadık. Bu gösterimler beş yıl sürekli olarak İstanbul Sanat Festivali'nde, Rumelihisarı'nda gösterildi. Basında çok olumlu yazılar çıktı. İstanbullu tiyatrocular övdüler."

Coşkun Büktel o sıralar eleştiri yazmadığı için Metin And çok şanslı. Metin And'ın, Mehmet Ulusoy gibi "kendi metnini kendi oluşturarak" öğrencileriyle birlikte gerçekleştirdiği o "gösterim"leri görmediğim için o konuda susuyorum. Ama verdiği kurultay bildirisinin özeti sayılabilecek şu ifadeler hakkında iki çift sözüm olacak: Metin And tiyatroda yazarın ve metnin ille elzem olmadığını kanıtlamaya çalışırken, "Söz olabilir de olmayabilir de" diyor; "Yazar olabilir de olmaz da" diyor.

- Ne var bunda? Herkes senin gibi önyargılı olmak zorunda mı? Bence Metin And haklı: Tiyatroda metin olabilir de olmayabilir de.

- Bence tiyatroda Metin And olabilir de olmayabilir de, ama "metin" mutlaka olmalı. Metin And'ın tiyatrodan anladığı şeyin en katıksız örneğini Çingene ayıcılar veriyor: "Hamamda Karılar Nasıl Bayılır". İşte metinsiz tiyatro!.. Önyargılı değilseniz, yeterince açık fikirliyseniz; ayıları "oyuncu", ayıcıları "yönetmen" sayabilirsiniz. Ama ben o kadar açık fikirli olamıyorum. Ben, Türk tiyatrosunu Metin And'ın saplanıp kaldığı ilkel aşamanın çok ötesine lâyık görmekte onyargılıyım. Bence, Metin And zihniyetinde birinin, devletin bir yüksek tiyatro okulunda profesör olması ve bir "vakanüvis"ten öte hiçbir özelliği bulunmayan bu mahut şahsın, dünya ansiklopedilerine Türk tiyatrosuyla ilgili bölümler yazması, ülkemizin az gelişmişliğinin en çarpıcı göstergelerinden biridir. Daha çarpıcı bir başka gösterge ne olabilir derseniz, "onca kellifelli oyun yazarı arasında Metin And'a cevap verebilecek haklılıkta bir tek kişinin çıkmaması ve tiyatromuzdaki yazarların gerekli kalite ve duyarlığa sahip olmayışları yüzünden yazarlık kurumu can çekiştiği için, Metin And gibilerin haklı görünmesidir" derim.

- Metin And, elbette haklı. Çok mantıklı konuşuyor. Bak, ne diyor: "Tiyatronun kardeşleri bale ve operaya bakarsak, hele balede hiç söz yok." Haksız mı?

- Metin And iyi dilsiz doğmamış; yoksa kardeşlerinin dilini koparırdı.

- Niye Metin And için böyle şeyler söylüyorsun? O, Türk yazarlarına karşı değil ki. Yazısının sondan bir önceki paragrafında Türk yazarlarına karşı olmadığını açıkça belirtmiş.

- Metin And, Türk yazarlarına elbette karşı değil. Türk yazarlarına "ben" karşıyım. Metin And "yazarlık kurumuna" karşı.

(...)

(Kaynak: "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları", sayfa 59-63)

Sürecek...