2 Mayıs 2010 Pazar

Aslında siz ölüyorsunuz!


Celal Başlangıç
28 Nisan 2001


Bari 'Ölüm Uykudaydı'nın sağ kalan kahramanı Varella'yı izleseydiniz. Geriye tek bir kişinin bile kalmasından korkardınız. Her ölüm biraz daha yok ediyor sizin de insan olabileceğiniz ihtimalini

Dört kişinin kaldığı 12 metrekarelik hücreden sağ çıkan tek kişidir Marucio Varella. Bir Latin Amerika ülkesinde, diktatörlük devri... Cezaevindeki insanlık dışı uygulamalara karşı hücre arkadaşları yazar Hernandes, ses sanatçısı Manuel ve ressam Roberto ölüm orucuna başlarlar. Ölümüne sürdürürler. Sağ kalan tek kişi Marucio'dur. Ölen mahkûmların geride bıraktığı hak kazanımı sayesinde özgürlüğüne kavuşur.

Hücrede, ölüm orucunda yitirdiği arkadaşları Marucio'ya yaşananları anlatmak görevini vermişler. Bu görevi yerine getirmek için 'heyet'in karşısına çıkar. Önce kekeleyerek anlatmaya başlar yaşanılanları.

Başa döner Marucio. İşkenceli sorgulamalardan, tecavüzlerden sonra, içinde sürekli yanan bir ampul, bir sandalye ve yatak olarak da kullanılan bir masa bulunan hücreye atılır.

Yaşama dört elle sarılmak

Bedenini korumak için böcek yemekten, susuzluğunu idrarıyla gidermeye kadar her şeyi yapar. Ama en az bir o kadar da korumak zorunda olduğu beyni ve bilinci vardır.

Günler, aylar, mevsimler geçer. O hiçbirinin farkında değildir. Ama bir bildiği vardır. 'Dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü iddia ettiği için engizisyon mahkemesi tarafından yargılanan, ama ölüm tehdidi altında bu düşüncesinden vazgeçerek, pişmanlık duyduğunu beyan eden bir kâğıdı imzalayan' Galileo Galilei değildir. Yoksa Bruno'da mı değildi? Hani 'dünyanın evrenin merkezi olmadığını söyleyen, engizisyon mahkemesince yargılanan, yedi yıl işkencelerden geçen, ama inancına direnen, kilisenin görüşlerini kabul etmeyen' Giordano Bruno da mı değildi?

İnadına direnir hücrede tek başına. Hücresi insan olarak varoluşunun kalesine dönüşür.

Beş yıl sonra ilk kez çıkarılır hücresinden. Hastaneye götürülür. Dönüşte hücresinde biri yazar, biri ses sanatçısı, biri ressam üç arkadaşı vardır. 12 metrekareye çıkmıştır hücresi. Ama açlık, soğuk, baskılar ve işkence sürmektedir. Hücredeki üç arkadaşı ölüm orucuna başlar. Bir ölüm orucunun insanı santim santim eriten, yavaş yavaş öldüren o kahredicici sürecine tanık olur. Bir karar alırlar bir gün:

"İçimizden biri sağ kalırsa, bu yaşadıklarımızı herkese anlatsın."

İşte Marucio'nun 'heyet'e, yani izleyiciye anlatmasıyla başlar Cuma Boynukara'nın yazdığı, Zafer Diper'in tek başına büyük bir performansla sergilediği oyun.

Hiç değilse, adı bilinmeyen bir Latin Amerika ülkesinin cezaevinde yaşanan ölüm orucunu anlatan 'Ölüm Uykudaydı' oyununu izleseydiniz. O zaman, bütün bu yaşanılanları sonradan anlatacak tek bir kişinin bile sağ kalmasından korkardınız.

Bunu yapmaya incelikleriniz, kültürünüz, yüreğiniz, beyniniz yetmedi diyelim. Eli silaha değmeyen 'teröristler'Bari gidip Küçükarmutla'da inanç, direniş ve ölüm kokan o evi görseydiniz. Artık yaşamayan, üniversiteli ölüm oruççusu Canan Kulaksız'la tanışsaydınız. Başında kırmızı bandı, başucunda Che'nin posteri, iri ama giderek soluklaşan gözleriyle, 'Kahramanlar ölmez, halk yenilmez', 'Ya onurlu yaşam, ya ölüm' yazılarının asılı olduğu odada onun adım adım ölüme gidişine tanık olsaydınız. Bu arada 40'ına henüz merdiven dayamış Gülsümhan Dönmez'in son inlemelerine tanık olsaydınız. Belki o zaman ölüm de size bir şeyler fısıldayabilirdi, yaşam da...

Hiç değilse Barış Yıldırım'la Ümit Kanlı'yı tanısaydınız. Onlar adım adım yaklaştılar ölümün kıyısına. Tek suçları müzik yapmak, şiir yazmak, halk oyunları oynamaktı. Ama acımasız bir giyotin önce cezaevine, oradan da ölüm orucuna gönderdi Barış'la, Ümit'i. Hem de terörist olarak. Oysa elleri silahın horozuna bile değmemişti.

Cezaevinde olan, ölüm orucuna, açlık grevine yatan pek çok yaşıtları gibi.'Terörist!' Ne kolay bir damga sizin ülkenizde. Oysa kendi bakanlıklarınızın istatistikleri de biliyor ki 'terörist' diye hapiste yatan 11 bin kişiden eli silaha değeni ancak 2 bin.

Bari Barış Yıldırım'ın, ölüm orucunda hastane yatağındayken yayımlanan 'Ölümü gülerek kucaklayanlara' adanmış 'Dünden Yarınları Görebilenlerimize' adlı kitabını okusaydınız bugünlerde. Onun işkencelerden süzülüp gelen, çoğu kez yazılıp gizlendiği kan bulaşmış kâğıtlardan fırlayan, sürgünlere, katliamlara, baskınlara tanık olan dizelerini görseydiniz . Ve bir de "Bütün defterlerim, şiir dosyalarım, müzik notaları, tiyatro oyunları, en kötüsü de başka hiçbir yerde kopyası olmayan yüzlerce ezgi-ezgi parçası ve şiir çalışması yandı. Koğuşları yakıp yıkanlar, insanları gaza boğanlar bir de bunu yapmış oldular. Sağlık olsun. Her şeyin yenisini yaparız, üretiriz. Bir kere daha selam, sevgi." diye biten kitabının, bir tür yaşama veda anlamına gelen son sözlerine bir baksaydınız.Utanır mıydınız acaba? Hiç sanmam.

Belki bir ananın feryadı biraz olsun titretir yüreğinizi. Barış'ın aynı davada yargılandığı arkadaşı Ümit'in annesi yıllardır bıkıp usanmadan yazdığı mektuplardan belki de sonuncusuna "Size defalarca yazdım. Defalarca oğlumu anlattım. O suçsuz, dedim. Onun bileğindeki kelepçeleri hazmedemediğimi yazdım. O eller ki sadece nota yazdı, sadece zeybek oynamak, halay çekmek için havaya kalktı. Kimseye vurmak, kimseyi öldürmek, kimsenin canını yakmak için kullanılmadı Suçunu ispatlama gereği bile duymadan mahkûm ettiler. Altı yıldır operasyonlarla, hak gasplarıyla sindirmeye çalıştılar. Kaburgalarını kırdılar, belini sakatladılar. Altı yıldır cezaevi kapıları meskenim oldu. Ondan çok ben acı çektim, ağladım. Bütün bunlar yetmedi, artık ölüyor" diye başlıyor.

Çocuğunun ölümüne tanık olmak"Birileri kan istiyor, ölüm istiyor" diyor Gülter Kanlı, "Oğlumun canını istiyor. Bu ister yasal, ister yasadışı güçler olsun, fark etmez. Oğlumun ölümüyle siyaset yapan, onun canına kasteden herkes benim düşmanımdır. Birileri rant peşinde bu üreten beyinleri yok etmeye çalışıyor."

Belki de en acısıdır bir anne için oğlunun adım adım ölüme yaklaştığına tanık olmak, bunu bir mektup olarak kâğıda dökmek:

"Oğlum ölüm orucunun 167. gününde. Kanlı ishal, idrarda kan, karaciğer büyümesi, böbreklerde harabiyet, sıvı alamama, tuz ve şeker alamama, yutkunma zorluğu, yatağa bağımlılık, halsizlikten şikâyet ediyor ve ben anne olarak elim kolum bağlı onun hücre hücre ölmesini seyrediyorum ve sizlere soruyorum; sesimi duyuracağım bir insan, bir kurum yok mu? Bu ülkeye emek verdim, vergi verdim. Bunları hak ediyor muyum? 'F tipinde de olsa insanca yaşayacaksınız', diyen bir Bakan yok mu? Bunun garantisini verecek bir kurum yok mu? Devlet büyükse gücünü göstersin. Durdursun bu ölümleri. Bu ölümler TC'ye ne kazandıracak? Ama çok şey kaybettireceği kesin. Size sesleniyorum. Sesimi duyun, duyurun. Bir ananın evladının ölümünü seyretmesi nasıldır bilir misiniz? Lütfen bu suça ortak olmayın. Yeter artık. Anaları ağlatmasınlar. Oğlum ölmesin, ölmesin."

Kimse alınmasın. Herkese söylenmiştir bu sözler; derinlerde dolaşanlardan, ölümlere suskun kalan duyarsız kamuoyuna.Sorun çözmek pazarlık mı?

Siz kimseyle pazarlık yapmazsınız değil mi? Evlat acısıyla yanan bu anneyle, IMF'nin denetçileriyle, Dünya Bankası'yla yaptığınız kadar da pazarlık yapmazsınız değil mi! Sizin yüreğiniz de sızlamaz değil mi! Nasıl sızlasın ki, siz artık yaşamıyorsunuz. Her ölümde, siz biraz daha ölüyorsunuz çünkü.

Yaşama ilişkin bütün bilgileriniz yanlış çıktı. Hani 'Hayata Dönüş'le insanları ölümden kurtaracaktınız. 30'u oracıkta ölüverdi. Hani ölüm orucunda değillerdi, 100 günü çoktan geçmişlerdi, demek ki, gizliden gizliye besleniyorlardı. Hani, örgütün elinden kurtulanlar, tek başlarına hücrelere atıldığında vazgeçeceklerdi ölüm oruçlarından.

Bütün bildikleriniz yanlışmış demek ki. Anlaşıldı ki, iktidarı elde tutan gücünüz ince bir zekâdan, siyasal bir bilgiden değil, kaba bir kuvvetten kaynaklanıyormuş.

Bu satırlar yazılırken bile, bir ölüm haberi gelecek diye tedirginim. Siz de bir ölüm haberi alabilirsiniz bu satırları okurken. Çünkü bugünlerde gerisinde kaldı yaşam ölümün.

Bir ölüm.

Sonra bir ölüm daha! Bir daha...

Her ölüm biraz daha öldürüyor sizi.

Ölümlere her göz yummanız, içinizdeki son masumiyet kırıntılarını da yok ediyor. Her ölümden sonra biraz daha ortadan kalkıyor sizin de insan olabileceğiniz ihtimali.

Aslında onlar ölmüyor, siz ölüyorsunuz. Değişime direnen, bu kanlı, bu çağdışı, bu kokuşmuş düzeniniz ölüyor. Ama siz farkında değilsiniz. Hâlâ yaşadığınızı sanıyorsunuz!

(Kaynak: Radikal)