YALAN VE KASITLI YALAN
Orhan Alkaya
10 Mart 2010
BirGün’ün yeni yazarlarından Nedim Saban, 21 Şubat’ta çıkan yazısında, “Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkılırsa buldozerlerin altına yatacağını söyleyen kişi, geçici bir süre için Genel Sanat Yönetmeni yapıldı, sanatçılar kamplaştırıldı, tiyatro da yıkıldı,” diye yazmış. 7 Mart tarihli yazısında ise, “Yıllar önce Orhan Alkaya’nın başını çektiği bir muhalif ekip, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkılıyor diye hepimizi alelacele tiyatronun fuayesine toplantıya çağırdı. Aydınlar, sanatçılar işi gücü bırakmış, meseleyi doğal olarak ciddiye almış. Aynı gün Alkaya, Genel Sanat Yönetmenliği için masaya oturmuş. Fuayeye bir arkadaşını salmış. Koca koca sanatçıları ‘fazla çıngar çıkartmayın, nihayetinde bu bir bilgilendirme toplantısıdır’ diye uyardı. Ben karşı çıkarak ‘kendi aranızda bilgi alışverişi yapın, bizim burada ne işimiz var o zaman’ demiştim,” diyor -imlasına dokunmadan alıntı yaptım-.
Bir kısım müzahrefatın giderek internet kampanyasına dönüştürdüğü yalan bazlı senaryo üretimlerini, çoğunlukla görmezden geldim. Polemik denklik gerektirir. Ne yazık ki, benim kampanyacılarımda bu unsur yoktu. Ama iş Birgün sayfalarına taşınınca, denklik arayışı içinde olmaktan vazgeçmem gerekti. Birgün okuruyla aramızda ta başından varolan gönül bağı, açıklama yapmamı zorunlu kıldı.
Mitomani (mythomania) psikoloji biliminde “kişinin ruhsal nedenlerle gerçekleri değiştirme ve çarpıtmayı alışkanlık durumuna getirmesi” diye tarif edilir. Ben, Birgün’ün yeni yazarının mitoman olduğunu düşünmüyorum. Uzun süredir bu kişinin yalan üretimlerini, ihbarlarını, hakaret girişimlerini izliyorum ve patolojik bir bozuşmadan farklı olarak, kasıtlı, ideolojik yalan üretme taktikleri kullandığını düşünüyorum.
Başlayalım. Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkılırsa buldozerlerin altına yatacağım benzeri bir lafı hiçbir zeminde ne sarf ettim ne ima ettim. Söyleseydim, yapardım. Bu minvalde epopik konuşmalar yapanlara da, hiçbir zaman inanmadım ve ne acı ki haklı çıktım. Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılmaması için en etkin çaba sarf edenler arasındayım. Vadi’de iş makineleri çalışmaya başladıktan, Harbiye Orduevi yanındaki yeşil alanın tel örgüleri kaldırılıp müştemilatları yıkıldıktan ve en önemlisi Koruma Kurulu Harbiye Kongre Merkezi ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi projesini onayladıktan sonra, Şehir Tiyatrosu, Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nden ayrıldı.
2007-2008 tiyatro sezonunun ilk iki ayında Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin kapalı tutulduğunu, bu karara iki Yönetim Kurulu üyesinin muhalefet şerhi düştüğünü hatırlamak ise, yalan söylemeyi kasıtlı itiyat haline getirenlerin, elbette işine gelmez.
Belediye yöneticileri ve proje müellifleri ile yaptığımız görüşmeler sonucunda, Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yeniden yapılacağı konusunda herhangi bir tereddütümüzün kalmadığını belirtmeliyim. Proje üzerindeki revizyon çalışmalarını da bu süreçte müelliflerle birlikte gerçekleştirdik. Yanı sıra, bu tartışmadan devasa bir proje doğdu: Şehir Tiyatroları Beyoğlu Sahnesi Mimari Proje Yarışması düzenlendi, sonuçlandı ve hayata geçirilmeyi bekliyor.
Dönelim; 2 Mart-7 Nisan 2008 aralığında, dozerlerin orta yerinde tiyatromuz oyunlar sahneledi, provalar ve oyuncu seçmeleri yaptı. Dozerlerin altına yatmak üzere kimsenin gelmediğini söylememe gerek yok.
Şimdilik kısa geçiyorum; “Bir süre için,” diyor bu kişi... Evet, üç yıl için Genel Sanat Yönetmenliği görevini kabul ettiğimi, bu süreyi nasıl planladığımı ve projelerimin tamamını, Ocak-Şubat 2008 basınını tarayan herkes okuyup izleyebilir. Bir buçuk yılın sonunda ayrılırken, başlattığımız projelerin devam edebilmesi için birim yöneticisi arkadaşlarıma “Devam edin,” dediğimi de bir miktar insan biliyor.
“Sanatçılar kamplaştırıldı,” diyor bu kişi. Aksine, şeffaflığın en üst seviyede yaşandığı bir dönemdi. Şimdi sayısını hatırlamadığım sıklıkta Bilgilendirme Toplantısı düzenlediğimi Şehir Tiyatrolular bilir. Sanatçıları kamplaştırma çabası içinde olanlar ise elbette vardı. Bildiğim kadarı bile hayli mide bulandırıcı bu çabalardan da, devamında bahsedebiliriz.
“... tiyatro da yıkıldı,” diyor bu kişi. Yıkıldı ve yapıldı. Üstelik gene bu kişinin ve ona ikna olup bildiri yayınlayanların zannettiği gibi sofitası 7.5 metre değil brüt 18, net 14 metre; sahne derinliği 17 değil 20 metre olan Muhsin Ertuğrul Sahnesi tiyatro hayatına geri döneli neredeyse iki ay olacak. İdari bölümler, yemekhane, kafetarya ve kütüphane için ayrılan alan ise 2100 metre kare, iddia ettiği gibi “11 oda” değil.
Son yazıya gelelim. Bu kişi “çağrıldığını” iddia ettiği bir toplantıdan söz ediyor. Kim çağırdı, niye çağırdı bilmiyorum. Bizim yaptığımız sayısız toplantının üst başlığı “bilgilendirme”dir. Şehir Tiyatrosu’nun içine dönüktür bu toplantılar ama duyarlılık gösterip kalkıp gelen tiyatroculara ve muhbirlik yapmak üzere orada bulunan bizim “çakal”lara da hiçbir zaman kapımızı kapatmadık. Ben bu toplantıların moderatörlüğünü yaptım.
Bu sürecin başlangıcı, Eylül 2005’te Belediye Meclisi’nin katma bütçe uygulamasını kaldıran kararıdır. Birgün okuru, o tarihte yazdığım “ilk” yazıyı da hatırlayacaktır. O tarihte İŞTİSAN (İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği) Yönetim Kurulu üyesi ve Başkan Yardımcısı’ydım. Başkan da Macit Koper’di.
Bir sonraki kritik tarih Şubat 2006’dır. “Tiyatroya rağmen” hazırlanmış bir Yönetmelik ile ilgili itirazlarımızı ve reddimizi bir basın toplantısı ile duyurmuştuk. Hemen akabinde Belediye yönetimi ile görüşmelere başladığımızı da hafızası yerinde olanlar pekâlâ bilir. Görüşmelerimizi hiçbir zaman saklamadık, hemen ertesinde bilgilendirme toplantısı düzenledik ve konuşulanları aktardık. Bu süreçte ilkin İŞTİSAN yöneticisi sıfatını taşıyordum. Ardından “seçilmiş” Yönetim Kurulu üyesi idim.
Öncelikli amacımız, kurumsal özerkliğimizi tümüyle ortadan kaldıran “Genel Bütçe” uygulamasından tiyatromuzu kurtarmak ve “Özel Bütçeli Sanat Kurumu” statüsünü yasal dayanağa kavuşturmaktı. Biz, tamamı açık ve şeffaf yürüyen görüşmelere başladığımızda, Muhsin Ertuğrul Sahnesi ile ilgili süreç henüz başlamamıştı.
“Fuayeye bir arkadaşını salmış,” benzeri lumpence lafları bir kenara koyuyorum. “Genel Sanat Yönetmenliği için masaya oturmuş,” gibi iddiaları da zavallıca buluyorum. Bu kişinin ikinci paragrafta alıntıladığım türden bir söz sarfettiğini ise hiç hatırlamıyorum ve bu tarz bir söz sarfetmeye cesaret edebileceğini zannetmiyorum. Keza “fazla çıngar çıkartmayın,” tarzı bir söz kurgusunun bana ait olmadığını da Birgün okuru bilir.
Bu kişiyle ilgili söyleyecek çok söz var. Bugüne kadar, “Değmez” deyip geçmiştim. Ama Birgün -hâlâ benim de gazetem- vesile oldu, mıntıka temizliğine başladım. İdeolojik ve Kasıtlı Yalanlar üzerine, yeri geldikçe açıklama yapmayı sürdüreceğim.
(Kaynak: BİRGün)