1 Ocak 2010 Cuma

Beş dakikalık İstiklal Caddesi gezintisi

Güncelleme 2 Ocak 2010: hilmibulunmaz.com sitesinden alıp aşağıya aktardığımız "Beş dakikalık İstiklal Caddesi gezintisi" başlıklı yazıyı, birkaç küçük tuş darbesiyle güncelleştirdik. Yazının ilk hâlini okumak isteyenler, aşağıda verdiğimiz özgün linki tıklayabilirler! (HB)


***


Hilmi Bulunmaz
10 Ocak 2007


Bayramın ikinci ve yeni yılın ilk günü olan Pazartesi, sahibi olduğum Bulunmaz Tiyatro'ya, Türkiye'de yaşayan Azerî ressam Muhammed Aliyev'in dışında hiç kimsenin uğramaması nedeniyle oluşan can sıkıntımızı gidermek için, yıllardır gezme amacıyla yürüme ihtiyacı duymadığımız İstiklal Caddesi’ni gezme kararı aldık.

Oğlum Cemal'le birlikte gezmenin verdiği sevinçle, ceset görünümlü insanların işgal ettiği bu caddeyi bile şirin görmeye başladım.

Bulunmaz Tiyatro'nun bulunduğu Yeniçarşı Caddesi'nin hemen yanı başındaki İstiklal Caddesi'ne henüz çıkarken, bu büyük caddede zar zor soluk alıp veren küçük insanların aslında yaşamadıklarını, sadece birer suret olduklarını ve kalabalık içerisinde kendi oluşturdukları rüzgârın etkisiyle devindiklerini algılamamız çok kolay oldu.

Tüm işyerlerinin, tüm sokak satıcılarının ve uyur-gezer hâlleriyle gezinti yapan tüm insanların, sadece ve sadece ceset görünümlü durumları, beni, bizi, her an, Dostoyevski romanlarına tutsak olmuş insanlardaki duygusuzluğun griliğine itiverdi.

Dünyaya neden geldiklerini bilmeyen ve daha da önemlisi öğrenmek istemeyen, öğrenmek istese de algılamaları olanaksız olan bu durumdaki sanal canlılar için, "insan" sözcüğünü kullanmak, ne derece doğru?

Kanıksanmış ve doğallıktan kopmuş hayatların ezberlenilerek, elden ele dolaştığı İstiklal Caddesi'nde dolaşmak bile insanı kirletebiliyor! Kirlenmek istemeyenlerin, yollarını değiştirmek zorunda olduğu bu cadde, her türden sömürünün izdüşümü olarak varlığını korumayı beceriyor. Kaymakamlık binası ile gezici karakolların, düzenin sağlanması için varlıklarını koruduğu bu caddede, ceset ruhlu insanların, birer konserve içine sıkıştırılmış bezelye tanesi gibi tıkıştırılmalarını anlayabiliyorum…

İstiklal Caddesi'nin hemen yanı başında öbekler halinde dizilmiş "türkü bar" denilen o lanet olası mekanlar, insanların ruhuna yapışıp kalmış son insanlık kırıntılarını da yok etmek çabasıyla hareket eden yeminli insanlar tarafından kurulmuş olduklarından, âdeta kendiliklerinden, insanlığı imha etmek için sanki büyük bir çaba harcıyorlar!

"Siz de zengin olabilirsiniz!" diye slogan atan Milli Piyango bayilerinin banal sesleriyle, sanal evrene çağırdıkları ceset yüzlü insanların işgalinde bulunan İstiklal Caddesi, hiçbir konuda inandırıcı olamıyor. Ne kitapçıları insanları okumaya çağırıyor, ne kahvehaneleri hoş bir sohbete davet ediyor ve ne de diğer mekanlar doğal gereksinimleri karşılıyor.

Ferhan Şensoy Tiyatrosu'nun anlamsızlığı, Alkazar Sineması’nın yabancılığı, Megavizyon'un iğretiliği, Ada Kitap Evi’nin mezarlık kokan duruşu… insanın ceset halinde yürümesi için, İstiklal Caddesi'ne kondurulmuş birer kent mobilyası işlevi görüyor!

İnsandan yana, haktan yana, estetik duyarlılıktan yana, edebiyat yada gerçek sanattan yana hiçbir şey üretmeyen ve hiçbir şeyin üretilmesine olanak tanımayan İstiklal Caddesi, düzenin kirli insan oluşturmak için inşa ettiği bir yer görünümünün dışında, hiçbir imge esinlemiyor!

Yüreğimizin kılcal damarlarına dek işlediği karamsar havası ve içine giren insanların yüzünü birer saralı varlık haline getirmesinin yanında, hiçbir değer üretmeyen İstiklal Caddesi, sürekli olarak savaşım verilmesi ve mutlaka yenilmesi gereken bir düşman olarak varlığını sürdürüyor.

Meyhanelerin karanlık kuytularında kirletilmiş şiirlerin imgesiz ve öksüz kaldığı İstiklal Caddesi, özellikle Beyaz Ruslar'ın hayaletleriyle beslenmeyi sürdüren bir vampir olduğundan, devrim kaçkını şairlere de yardım ve yataklık etmeyi asla ihmâl etmiyor.

Ödünç düşlerin yardımıyla yürüyen cesetlerin istilasına uğrayan İstiklal Caddesi, ezberletilmiş yalnızlıkların arabesk kokan ve hüzünden gayrı hiçbir sözcükle anlatılamayan yıpranmışlığın verdiği esrimeyle, gününü gün ettiğini sanarak, yokuş aşağı yuvarlanan çürük bir kaya parçası gibi, hızla, hem de şimşek hızıyla un ufak oluyor!

Cumartesi Anneleri tarafından oluşturulan sıcaklığın unutturulmak istendiği Galatasaray Postanesi önündeki küçük alanını işgal eden eroinmanlarına güvenen düzen, hem insanî değerleri iğfal ediyor ve hem de intihar ediyor!

İnsan sıcaklığı taşıyan gerçek iletişimin ve yüz yüze ilişkinin imha edildiği İstiklal Caddesi'nde, birbiriyle değil de kendi kendine konuşmaya tutsak olmuş monologcuların, vantrilokların (karnından konuşanların) yaşam alanı bulduğunu görmek, canımızı sıktı. İstiklal Caddesi'nin soğuk taşlarının alınlara vuran gölgesiyle sonsuza dek sızıp kalmak isteyen hâli canımızı çok sıktı.

İstiklal Caddesi'ni kendi kaderiyle baş başa bırakmamalıyız… Bu caddenin çürümesine asla izin vermemeliyiz… İntihardan başka bir şey düşünmeyen bu caddeyi, ele geçirmeliyiz…

(Kaynak: hilmibulunmaz.com)