7 Kasım 2009 Cumartesi

Altan Erbulak'ın üzerimdeki etkisini, emeğini, yoldaşlığını hiç unutamam!

1970'li yılların ilk yarısıydı. Her zamanki gibi, bir yandan kuyumculuk yaparken, diğer yandan "sahne sanatları" uygulaması içerisindeydim. İkili komedyenliğin prim yaptığı bu zaman diliminde, ben de, Turan Reis adlı arkadaşımla birlikte "Astronotlar" adıyla sahneye çıkıyordum. İlk gençlik yıllarımıza denk gelen o zamanki süreçte, siyasal ve toplumsal devinimin ivmelendirmesiyle, tiyatro sanatını tanıyıp, bu konuda da bir şeyler yapmanın sancısını yaşıyorduk. Yoksulluk ve yoksunluğun dayatmasıyla, zâten tiyatral ortama uzak olmamız, bizde estetik anlam içeren çeşitli acılara neden oluyordu. O zamanlar, tiyatroya yakın durabilmek için, umutsuz ısınma turları atarak, çalmadık kapı bırakmamıştık.

Görüşme sözü vermesine karşın, bizi saatlerce kar altında bekletip, Aksaray'daki tiyatro binasının fuayesine bile sokmayan Nejat Uygur'un cesâret kırıcı tutumundan sonra, incecik ceketlerimizin koruması(!) altında, kendimizi Aksaray'dan Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu'na dek yürümekle cezâlandırmıştık. Altan Erbulak'ın tiyatrosu olan Çevre Tiyatrosu'na ulaştığımızda iliklerimize dek üşüyüp, donumuza dek ıslanmıştık. Biz, Çevre Tiyatrosu'na vardığımız sırada, Kandemir Konduk'un yazdığı, "Deli Deli Tepeli", "Kim Kime Dum Duma" yada "Yüzsüz Zühtü" adlı oyunlardan biri oynanıyordu. Tiyatro sanatçıları sahnede bulunmasına karşın, bu tiyatronun emekçileri, Nejat Uygur tayfası gibi davranmayıp, inisiyatif kullanarak, bizi hemen şöminenin yanına oturtup iliklerimizin ısınmasına, donumuzun kurumasına büyük bir katkıda bulunmuşlardı.

Oyuna ara verildiğinde, bizzat Altan Erbulak ile eşi Füsun Erbulak, neden bu durumda olduğumuzu sordular ve biz de dilimizin döndüğünce tiyatroya olan âşkımızı anlatmaya çalıştık. Oyunun ikinci yarısını izlememizi ve oyundan sonra mutlaka görüşmemiz gerektiğini söylediler. Bu arada Mete İnselel, Metin Serezli, Hikmet Karagöz ve daha birçok tiyatro sanatçısının yakın ilgisini unutmam olası değil. Daha salona adım atar atmaz, "tiyatronun büyüsü"nü hemen duyumsadık ve o gün bu gün, bu "büyü"nün etkisiyle yaşamımızı sürdürüyoruz.

Altan Erbulak'la ilgili aşağıdaki haberi okur okumaz, anılar beynimi işgâl etmeye başladı. Altan Erbulak ve "yoldaşları" hakkında, daha neler neler yazabilirim. Ancak, Milliyet gazetesinden aktardığım kısa haberi ezen bir uzunlukta yazı yazmak istemediğim için, şimdilik "kısa kesiyorum". Bu konuya tekrar tekrar değinmek isterim. (HB)


***


Erbulak’ın karikatürleri bir arada...


KÜLTÜR SANAT SERVİSİ


Türk karikatürü ve tiyatrosunun ustalarından Altan Erbulak’ın ilk karikatür albümü Karikatürcüler Derneği tarafından yayımlandı


1964 yılında girdiği Milliyet gazetesinde uzun yıllar yazı yazan ve karikatürler çizen Erbulak’ın kitabında, günümüzde bile güncelliğini koruyan çizimleri yer alıyor. Kitapta Erbulak’ın, Melih Aşık’ın Açık Pencere köşesinde 1986’da yayımlanmaya başlanan ve ölümüne değin sürdürdüğü, ekonomi, politika, güncel hayat ağırlıklı karikatürleri görülebiliyor.


Kitapta Erbulak’ın şu sözlerine de yer veriliyor: “Çok sınadım kendimi başka başka sevgililerle. Bu sevgili kâh sinema oldu kâh tiyatro kâh radyo reklamcılığı kâh amatör de olsa televizyon ama hiçbiri gazeteciliğin, karikatüristliğin yanından bile geçmedi... Benden adres sorduklarında hep Milliyet gazetesi derim. Necisin dediklerinde de ‘gazeteciyim’ demek hep ayrı bir gurur verir bana.”


Kitapta Melih Aşık’ın, Bedri Koraman, Nazım Alpman ve Cihan Demirci’nin Erbulak üzerine yazıları da bulunuyor. Melih Aşık şöyle yazıyor: “Umutsuz, neşesiz, kahkahasız yaşanmayacağını bilirdi. Küçücük dev adam, ülkenin neşesinde, mizahında, kahkahasında kendine yer açmıştır. Onunla birlikte olmuş herkeste ışıltısından izler kalmıştır.”





(Kaynak: Milliyet)

***

Not: Nejat Uygur'la "sonradan" anlaşmıştık!