Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) tarafından "Emek Ödülü"yle onurlandırılan 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Sait Halman'ın "mesai arkadaşı" Yıldız Kenter.
Yıldız Kenter'in, a+plus garden dergisiyle yaptığı "BENİM HAYATIM PİŞMANLIKLARLA DOLU" başlıklı röportaj, emekçilerin gözüyle bakıldığında, her Yıldız Kenter röportajında olduğu gibi, yine sade suya tirit konuları içeriyor. Ancak, bu röportajdan alıp, hemen aşağıda sunduğumuz küçük bir bölüm, bizi bayağı duygulandırdı. Daha aşağıda sunduğumuz röportajın içerisinde yabancı bir madde gibi duran ve insan sıcaklığı içeren bu bölümün dışındakiler, yani sade suya tirit konular, bir burjuva sanatçının bungun ruh hâlini göstermesi açısından ayrıca okunmayı hak ediyor! (HB)
(...) "İlkokuldaydım, birinci sınıfta. Hiç unutmadığım bir cezaya çarptırıldım. Karatahtanın önünde, sırtım sınıfa, yüzüm karatahtaya dönük, ders bitimine kadar kıpırdamadan ayakta durmak... Utanıyorum, midem bulanıyor. Ölmek istiyorum. Herkesten nefret ediyorum, herkes ölsün istiyorum. Sonra bir ara cebimdeki kabarıklığı hissediyorum: Kabak çekirdeklerim! Bir kuruşluk kabak çekirdeği almıştım, bir tane bile yemedim. Mahmut'la (benden bir buçuk yaş büyük ağabeyim; üçüncü sınıfa gidiyor) eve giderken yiyecektik. Evimiz taa tepede, Abidin Paşa Köşkü'nün orada. Bahardı... Bademler açmış, tepeye giden toprak yol bomboş. Ev yok pek. Apartman hele hiç yok. Göz alabildiğine tarla. Papatyalar, gelincikler... Hadi be sen de!.. Ne diye ölecekmişim. Mati'ciğimle güzelim dağ yolunda çekirdek yiyerek, konuşa gülüşe eve gitmek varken! Şimdi dönüp geriye baktığımda, hep çekirdek misali umutlar peşinde ayakta kalabildiğimi görüyorum. Öleceğimi bile bile bir çekirdek uğruna bu kadar çaba, çırpınma! Değer mi?.. Bir şey yap, Met'i anımsıyorum, Sevgili Aziz Nesin'i... İçim ısınıyor yeniden. Kalk hadi diyorum, durma koş, bir şeyler yap. Yaşa... Dur diyorlar bir yandan da, koşma... Yeter dinlen artık koşma... Öl artık! Ama çekirdeklerim bitmedi ki daha..."
***
BENİM HAYATIM PİŞMANLIKLARLA DOLU
Tiyatronun duayen ismi Yıldız Kenter uzunca bir aradan sonra röportaj verdi. Ünlü oyuncu a+plus garden dergisiyle yaptığı söyleşide sanat hayatını ve içinde bulunduğu ruh halini anlattı: Kendimle devamlı münakaşa halindeyim. Kendimi sevmek istiyorum
Sahnede olduğu her an kendisini çok mutlu hisseden Yıldız Kenter, kendisini, öğrencileriyle ve işiyle olan ilişkisini anlattı. Kenter'in öğrencilerine verdiği en büyük tavsiyesi şuymuş:
"Kendilerizi tanıyın ve her şeyin farkına vararak yaşamaya çalışın."
Kocaman bir sanat hayatı, başarılar, ödüller... Dönüp arkanıza baktığınız zaman hiç pişmanlık duyduğunuz ya da 'keşke şunu da şöyle yapsaydım' dediğiniz bir şeyler var mı?
Benim hayatım pişmanlıklarla doludur. Her yaptığıma pişman olabilirim. Niye öyle baktım? Niye bu kelimeyi kullandım? Niye güldüm? Yani böyle ufak tefek şeylerden hep bir kuruntu yaratırım, bu da oyunculuktan kaynaklanıyor galiba. Çünkü kendimi çok gözlemliyorum, çok izliyorum. "Nasıl oturuyorum, dik mi duruyorum, böyle oturunca nasıl görünürüm?" Bir sürü detay...
UYUDUĞUMDA RAHATIM
Kendinizi rahat bıraktığınız zamanlar olmuyor mu hiç?
Uyuduğum zamanlar... Gerçi uykularım da çok iyi değil. Ben rahatsız bir insanım genellikle. "Şunu da iyi yaptım" dediğim oluyor ama hemen akabinde bir şey çıkıyor yine kendime kızacağım.
Kendinizi alkışlamaktan çok eleştiriyorsunuz yani.
Galiba. Eleştirmiyorum da görüyorum, kendimi de başkalarını da görüyorum. Bir de duyuyorum da. Mesela Türkçe'nin nasıl konuşulduğuna, değerlendirildiğine tanık olmak beni her zaman mutlu etmiyor. Çocuklara da hep söylüyorum. Türkçe çok güzel bir dil, son derece dinamik. Farkında değiliz. Farkında olmak diye bir ders koymak lazım aslında. Çok önemli bu. Farkında olmadığımız pek çok şey var ama farkında olmayı öğrenmeli ve fark ettiğimiz zaman da fark atmalıyız. Bakınca görmeliyiz.
İnsanlar kendilerine daha çok dosttur, etrafına ise daha sert, daha eleştirel yaklaşır. Siz de bu durum tam tersine mi işliyor?
Kendimle devamlı münakaşa halindeyim. Kendimi sevmek istiyorum...
FARK EDİLME ÇABASI
Kendinizi sevmiyor musunuz?
Seviyorum tabii canım. Yoksa sabah kalkıp, bilmem ne kadar süre saçımı fırçalamam bu yaşta.
Oyunculuğunuzla ilgili herhalde kendinize daha dost davranıyorsunuzdur?
Her insanda fark edilme ihtiyacı vardır. Bende de vardı. Mesela ailede herkes bir şey yapardı, ablam harika şarkı söylerdi. Ben de dikkat çekmek istedim. 11 yaşında çalışmaya başladım. Konservatuvara girdiğim zaman sınıf atlayarak ilerledim, hiç sınıfta kalmadım. Bu, aileden kalma bir şey yani. Fark edilme merakı insanı rezil de vezir de edebilir. Önemli olan, o fark edilme isteğini güce dönüştürmek. İşimi kabil olduğu kadar doğru düzgün yapmaya çalıştım. Bu isteğimi de güce dönüştürdüm. Çalışmadan da oyuncu olabilirdim. Şimdi çok mu iyi oyuncuyum. Hiç bilmiyorum, hala öğreniyorum ben, hala çalışıyorum. Ve öğrencilerle olmak, onlarla birlikte öğrenciliği yaşamak büyük bir ayrıcalık doğrusu. Onun dışında şükrediyorum. Hâlâ her işimi kendim yapabiliyorum. Ve ayakta ölmek istiyorum. Pat diye gidivermeli insan...
KENDİNİ TANIMALISIN
Öğrencilerinize verdiğiniz en temel nasihat nedir?
Kendilerini tanımaları. Herkes kendini tanımalı. Herkes tanıdığını zannediyor, belki de birçokları tanıyordur da.... Ama kendini tanıyan bir insan, başkasını da tanır.
Herhalde hep soruluyordur ama hayatını tiyatroya vermiş bir sanatçı olarak siz nasıl buluyorsunuz yeni oyuncuları? Üstelik onların birçoğunu da siz eğittiniz...
Umutla bakıyorum. Tiyatrolar gitgide küçülüyor ama onların ortaya çıkardığı işler mutlaka tiyatronun işine yarayacaktır, göreceğiz. Türkiye'de tiyatro seyircisi azdır. İki saat hiç kımıldamadan, gözünüzle, kulağınızla sahneye ait olmak zordur. Televizyon izleyicinin rahatlığı yoktur tiyatro izleyicisinde. Seyircinin tamamen oyuncuya, oyuncunun seyirciye odaklanması gerekir.
EGZERSİZ YAPIYORUM
Çok dinç, çok enerjik görünüyorsunuz. Böyle kalabilmek için ne yapıyorsunuz?
Yürüyorum. Her sabah mutlaka yarım saat egzersizimi yapıyorum. Yazın da bol bol yüzüyorum. Bunları hiç aksatmam.
Ben daha oynayacak durumdayım
Yıldız Kenter'in başka biri olmayı istediği anlar oldu mu?
Sahnede, o başka birilerini hep yaşıyorum ben zaten. İçimdeki insanın pek çok başka tarafları ortaya çıkıyor. Çok hayat yaşadım ben, sultanlar, çeşitli kademelerde orospular, kraliçeler... Rollerim sayesinde zaten bir sürü başka kadın oldum.
Bu, tehlikeli bir çizgi gibi duruyor. Hiç kim olduğunuzdan uzaklaştığınız oldu mu bunca karakter arasında?
Sizin bir çizginiz, yapınız var, tıpkı bilgisayarda olduğu gibi inanılmaz bir malzeme var. O kadar çok insan karakteri, rengi bulabiliyorsunuz ki içinizde. Size bir metin veriliyor ve 'tamam ben bunu oynarım' dediğinizde o bir şey içinizdeki ile özdeşleşiyor. İçinizdeki, onu büyütüyor, besliyor; seyirciyle buluşursa o çıkardığınız kişi, başarılı oluyor. Fakat benim için durum gittikçe zorlaşıyor. Benim yaşımda bir aktris için çok fazla rol yazılmıyor doğrusu. Oysa ben daha oynayacak durumdayım. Bana birinin rol yazması lazım.
TİYATRO DÜZENSİZDİR
Hep çok yoğun çalıştığınızı biliyoruz, peki günlük yaşantınızda neler yaparsınız?
Tiyatro o kadar kıskanç bir meslek ki, her şeyi alıyor. Ben düzen severim ama tiyatro düzensizdir. Bunun için hep evimdeki düzeni korumaya çalışırım.
Seyirciyle buluştuğum anlarda mutluyum
Şimdiye kadar pek çok eserde yer aldınız, bir sürü ödülünüz var. Bunların içinde sizin kalbinizde en çok yer eden hangi proje oldu?
İşte onu söyleyemiyorum. Benim için seyirciyle buluştuğum anlar, en mutlu zamanlar. Ve içimde yeni bir şeyin dışarı vurması, beni arıtması harika. Dönüp geriye baktığımda, her rolüm bir başka şey çıkarmış benden, rahatlatmış, beni mutlu etmiş. Ve ben, bir başka tarafımı tanımışım. Oyunculuğun mistik bir yönü vardır, insanı arıtır, içinizdeki pek çok duyguyu dışarı çıkarır. Kendinizi tanıyorsunuz, kendinizi kullanmayı öğreniyorsunuz, bütün duyulara hakim oluyorsunuz. Ben de bazı rolleri seneler geçtikçe yeniden oynuyorum ve aynı şeyleri ne kadar farklı yaptığımı görüyorum. 25 senedir 'Ben Anadoluyum'u oynuyorum mesela, ama en iyi şimdi oynuyorum aslında. Çünkü bu zaman içinde oyunun ne kadar güncel olduğunu gördüm. Seneye yine devam edecek mi bilmiyorum. Devir değiştikçe başka türlü yorumlar getiriyorsunuz rolünüze. Gelen seyircinin tepkisine göre sizin oyununuz da değişiyor. Oyun sırasında seyirciyle bir köprünün üzerinde buluşuyorsunuz ve bu müthiş bir şey.
Bize düşen yaşamak, umutlar peşinde ayakta kalabiliyorum
İnsanın artık kaderi; doğum, ölüm ve o aradaki zaman, yaşam... Doğmak, ölmek isteğe bağlı değil... Ölmek, belki bazen. Bize düşen yaşamak! Koşullar ne olursa olsun yaşamak... Ayakta kalmak... Hadi sıyırttın sıyırttın, hayatta kalabildin zar zor... Uzun yaşamak, bir ayrıcalık. İyi, güzel... Ama ayakta kalmak, kalabilmek ceza! Müthiş bir ceza! İlkokuldaydım, birinci sınıfta. Hiç unutmadığım bir cezaya çarptırıldım. Karatahtanın önünde, sırtım sınıfa, yüzüm karatahtaya dönük, ders bitimine kadar kıpırdamadan ayakta durmak... Utanıyorum, midem bulanıyor. Ölmek istiyorum. Herkesten nefret ediyorum, herkes ölsün istiyorum. Sonra bir ara cebimdeki kabarıklığı hissediyorum: Kabak çekirdeklerim! Bir kuruşluk kabak çekirdeği almıştım, bir tane bile yemedim. Mahmut'la (benden bir buçuk yaş büyük ağabeyim; üçüncü sınıfa gidiyor) eve giderken yiyecektik. Evimiz taa tepede, Abidin Paşa Köşkü'nün orada. Bahardı... Bademler açmış, tepeye giden toprak yol bomboş. Ev yok pek. Apartman hele hiç yok. Göz alabildiğine tarla. Papatyalar, gelincikler... Hadi be sen de!.. Ne diye ölecekmişim. Mati'ciğimle güzelim dağ yolunda çekirdek yiyerek, konuşa gülüşe eve gitmek varken! Şimdi dönüp geriye baktığımda, hep çekirdek misali umutlar peşinde ayakta kalabildiğimi görüyorum. Öleceğimi bile bile bir çekirdek uğruna bu kadar çaba, çırpınma! Değer mi?.. Bir şey yap, Met'i anımsıyorum, Sevgili Aziz Nesin'i... İçim ısınıyor yeniden. Kalk hadi diyorum, durma koş, bir şeyler yap. Yaşa... Dur diyorlar bir yandan da, koşma... Yeter dinlen artık koşma... Öl artık! Ama çekirdeklerim bitmedi ki daha...
(Kaynak: mgdmagazin.com)