21 Mayıs 2009 Perşembe

BASINA VE KAMUOYUNA


Ne zaman “demokratikleşmeden, insan haklarından, yeni ve demokratik bir Anayasa yapmaktan, iyi niyetli gelişmelerden...” söz etseler özgürlüklerin önüne yeni tuzaklar kuruyorlar, prangaları, zincirleri daha da sıkıştırıyorlar.

Aralarındaki rant ve iktidar kavgası ne kadar kızışırsa kızışsın, sahnenin önünde birbirlerine ağız dolusu küfretseler de işçiler, memurlar, işsizler, Kürtler, Aleviler, devrimci sosyalistler… yani toplumun ezilen ve sömürülen kesimleri söz konusu olduğunda sahnenin arkasında aynı hain tuzakları kurmaktan, hak ve özgürlüklerin önüne mayın döşemekten geri durmuyorlar.

Hükümet de, “devletin asıl sahipleri” de; “yoktur aslında birbirimizden farkımız” dedirtiyor ve yaptıklarıyla “Osmanlıda oyun bitmez…” halk deyişini hatırlatıyor.

“Ben devletime katil dedirtmem” diyen bakanın hem fetva verip hem de hedef gösterdiği yazar Temel DEMİRER, Hrant DİNK’in hunharca katledilmesi üzerine ifade ettiği düşünceleri nedeniyle yargılanmaya devam ediyor.

Adana’da İşçi Mücadelesi Gazetesi Yazı İşleri Müdürü ve 29 Mart seçimlerinde solun ortak adayı Av. Şiar RİŞVANOĞLU, yazdığı bir yazıdan dolayı yargılanıyor.

Sosyalist Parti yöneticilerinden Mustafa KAHYA yazdığı bir yazıdan dolayı 1 yıl, suç basın yoluyla işlendiği için yüzde elli arttırılarak 1,5 yıl hapis cezasına çarptırılmış bulunuyor. 12 Eylül işkencehanelerinden ve Sıkıyönetim Mahkemelerinden yadigar 20 yıl infazı olan Mustafa KAHYA bu cezası kesinleşirse aslında 21,5 yıla mahkum edilmiş olacak.

Televizyon ekranlarından Alaaddin Çakıcı’ların, Haluk Kırcı’ların “gözlerinden öpenlere” en ufak bir soru bile sorulmaz; Maraş, Çorum, Sivas, Bahçelievler katliamlarının planlayıcılarının arkasından kahramanlık destanları yazılırken, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya gibi devrimci önderleri ananlar “suçu ve suçluyu övmekten” ağır ceza tehditleriyle yargılanıyorlar.

Devrimci 78’liler Federasyonu başkanı Ruşen SÜMBÜLOĞLU, eski milletvekili Salman KAYA, Av. Ömer ÖNEREN, M. Şirin KARADENİZ ve Sibel ÇELİK 18 Mayıs 2008’de Çorum’da İbrahim KAYPAKKAYA’nın mezarı başında yaptıkları konuşmalar nedeniyle yargılanıyorlar.

29 Mart yerel seçimlerinden hemen önce Ezilenlerin Sosyalist Platformu’na yönelik operasyonda 60 kişinin gözaltına alınıp, içlerinde E.S.P. temsilcileri ve solun ortak belediye başkan adaylarının da bulunduğu 17 kişinin tutuklanması, bu ülkede “demokratik” seçimlerin sosyalistlere ne kadar açık (!) olduğunu gösteriyor.

Seçimlerin Kürtlere açık olması da bu seçim sonuçlarının demokratik olgunlukla karşılanacağı, halkın iradesine saygı gösterileceği anlamına gelmiyor. DTP’nin seçimlerde umulanın üstünde başarı kazanması karşısında Hükümet Sözcüsü Cemil ÇİÇEK’in “Ermenistan Sınırı’na dayandılar, bu güvenliğimiz açısından çok tehlikelidir..” yollu sözlerini Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker BAŞBUĞ’un benzer açıklamaları izledi. Ardından da düğmeye basılmış gibi büyük DTP operasyonu başladı. “Terörle mücadele” kisvesi altında yürütülen bu “operasyon” sonucu aralarında üç eşbaşkan yardımcısı, üç MYK, dört PM üyesinin de bulunduğu 261 Partili şu an cezaevlerinde bulunuyor. DTP’ye yönelik saldırı dalgasının –şimdilik- son hedef tahtasında Eşbaşkanlar ve Grup Başkanvekilleri dahil DTP’li milletvekilleri bulunuyor. Savcılığa kendi rızalarıyla ifade vermeye gitmedikleri taktirde polis zoruyla götürülecekleri yönünde tehdit ediliyorlar. Nice cinayet, çetecilik, vergi kaçakçılığı, yolsuzluk, usulsüzlük, dolandırıcılık vb. suçuna kalkan olmuş “dokunulmazlık” zırhı sıra DTP’li vekillere gelince paslı bir teneke kadar bile işe yaramıyor. Mehmet AĞAR, Sedat BUCAK, Tayyip ERDOĞAN, Deniz BAYKAL, Devlet BAHÇELİ ve diğerleri için geçerli olan “dokunulmazlık”; çoğu seçim öncesi konuşmaları veya yazıp söyleyerek beyan ettikleri düşüncelerinden ibaret olan Ahmet TÜRK, Emine AYNA, Sabahat TUNCEL, Selahattin DEMİRTAŞ, vb. için geçerliliğini yitiriyor. Sormazlar mı; “hani biz eşittik, hani biz kardeştik, bu yaptığınız bölücülüğün dik âlâsı değil mi?”… diye…

Bütün bunların “Kürt sorununa çözümün çok yakın olduğundan…” söz edildiği şu günlerde yoğunlaşması ayrıca dikkat çekicidir.

Operasyonlar, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu yönetici ve şube başkanlarını da hedef tahtasına yerleştirdi. Ankara, İstanbul, Sivas, Ağrı, Tekirdağ ve Diyarbakır’da Eğitim Sen, SES ve BTS yöneticisi dokuz sendikacı “yasadışı örgüt üyesi oldukları iddia edilen üniversite öğrencilerinin düzenlediği etkinliklere katılmak, öğrencilere sendika binasında düzenledikleri etkinliklere izin vermek, Newroz etkinliklerine katılmak” gibi gerekçelerle tutuklu durumdadır. KESK yöneticileri görevden alma ve sürgünlerle de yıldırılmaya çalışılmaktadır.

Daha geçtiğimiz hafta İnsan Hakları Savunucusu dört avukat Filiz KALAYCI, Hasan ANLAR, Murat VARGÜN ve Halil İbrahim VARGÜN’ün -2007’deki bir itirafçı ifadesine dayanarak- (daha sonra mahkeme huzurunda “polis baskısı ve ölüm tehdidi ile verdim” diyerek geri alınmış ve geçersizleşmiş bir ifade) evleri ve büroları arandıktan sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesince gözaltına alınmış olmaları bu saldırı dalgasının son halkalarından biri olmuştur.

Ve nihayet Mardin’de Devlet silahıyla 45 kişiyi kökünü kuruturcasına hunharca katletmekten sorumlu tutulan “koruculuk sistemi kaldırılsın” diyen “çatlak seslere” inat, “müjdeli” haberin gelmesi gecikmedi !.. Hükümet; “Terörle Mücadele Müsteşarlığı” kurmaya karar verdi. “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı” adıyla İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak kurulması kararı bakanlar kurulundan geçen yeni müsteşarlık, Emniyet Genel Müdürlüğü, TSK ve MİT’ten sonra Hükümetin de konuya doğrudan müdahil olma eğiliminin bir göstergesidir.

Yeni Müsteşarlık; AKP hükümetinin ezilen ve sömürülen toplum kesimlerinin hak ve özgürlüklerinin sınırlarını genişletmek diye bir derdi olmadığının; tam aksine “terörle mücadele” kisvesi altında bir yandan “derin devlet”e nüfuz etme sürecini yoğunlaştırırken bir yandan da krizle birlikte yükselişe geçen toplumsal muhalefeti ve Kürt Halkı’nın eşitlik, özgürlük ve adalet taleplerini bastırmayı hedeflediğinin açık bir göstergesidir.

Yukarda örneklerini sıraladığımız son birkaç aydaki bir dizi gelişme; sosyalistler, entelektüeller, Kürt Halkı’nın temsilcileri, insan hakları savunucuları, emek örgütleri üzerindeki baskıların “münferit” olmadığının ve yoğunlaşarak süregittiğinin yanı sıra AKP “liberalizmi”nin sınırlarını ve “çözüm” derken eskinin yeni bir tekrarından başka bir şey düşünmediklerini de net bir şekilde gözler önüne seriyor.

Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi olarak bu tehlikeli gidişata kamuoyunun dikkatini çekmeyi görev biliyor, Türkü, Kürdü, Lazı, Abhazı, Çerkezi, Gürcüsü, Ermenisi, Arabı, Süryanisi, Rumu, tüm emekçileri, yoksulları, ezilenleri, gerçekte kendi haklarına ve yaşam alanlarına yönelen bu operasyonlar ve baskılar karşısında sessiz kalmamaya, ortak tepki vermeye çağırıyoruz.

ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK GİRİŞİMİ

21 MAYIS 2009